Aldous Huxley'nin, 1984'e İlham Veren Zamansız Başyapıtı: Cesur Yeni Dünya

Günümüzde neredeyse içinde yaşadığımız bir ütopyayı anlatan bilim kurgu klasiğini inceliyoruz.
Aldous Huxley'nin, 1984'e İlham Veren Zamansız Başyapıtı: Cesur Yeni Dünya

Nedir?

aldous huxley tarafından yazılmış ve 1932 yılında basılmış olan, geleceğe karamsar (aynı zamanda da çok gerçekçi) bakan bir bilim-kurgu romanıdır. kitap günümüzden 60 yıl önce yazılmış olmasına rağmen günümüz normlarını ve insanını ustaca anlatmaktadır. kısacası huxley'in gelecek hakkındaki korkuları ne yazık ki gerçekleşmiştir ve şu anda yaşadığımız zaman, huxley'in cesur yeni dünyasında tasvir edilen zamandan daha karanlık ve korkunç bir zamandır.

Aldous Huxley

Neyi konu ediyor?

aldous huxley 'in 1932 yılındaki dünyaya bakarak böyle bir ütopya yaratmasında darwin’in ateşli savunucularından oldugu söylenen ünlü biyolog thomas henry huxley’in torunu, yine ünlü biyolog sir julian huxley’in kardeşi olmasının büyük etkisi olduguna inandığım etkileyici romanıdır cesur yeni dünya.

cesur yeni dünya'da insanlar yapay yollarla dölleniyor, şişelerden çıkarılarak doğuyor ve bir kast sistemi oluşturuyorlar. her sınıf kendi özel genetik koduyla yaratılıyor ve hepsine farklı isimler veriliyor (alpha, beta, epsilon gibi) ve herbir grubun toplumda üstleneceği görevler en baştan belirleniyor. anne, baba, aile sevgili gibi güçlü duygularla bağlanılacak; istikrarsızlık, tutku veya isyan yaratacak olgular hayatlarından çıkarılıyor. hiçbir birey yaşadığı hayata isyan etmiyor. hepsi doğdukları andan itibaren onlardan beklenen görevleri yerine getirmeye hipnopedya (uykuda eğitim) yoluyla şartlandırılıyorlar. 

hastalık yok, açlık yok, savaş yok, işçiler isyan etmiyor her gün mutlulukla hizmet edip somalarını alıp (uyuşturucu etkli bir tür ilaç) gülümseyerek evlerine dönüyorlar. 

1984 ile kıyaslaması

kurgu, betimlemeler, karakterler ve üslup olarak 1984 kalibresinde bulmasam da, gelecek tahayyülünün isabeti açısından 1984'ten çok daha başarılı olan distopya.

orwell, 1984'te merkeziyetçi ve totaliter bir sistemin (stalinizm) hakim olduğu sefalet ve vahşetin sıradanlaştığı, insanların korku, ölüm, işkence, açlık ve dezenformasyonla silikleştirilip, hayali düşmanlarla da nefretin empoze edildiği bir dünyadan bahseder. brave new world'de ise sefalet yoktur, vahşet yoktur (ayrıkbölge'yi hesaba katmaz isek), açlık yoktur, ölüm bir korku sebebi değildir, kimse hastalanmaz, sex sıradanlanmış ve herkes tarafından yapılmaktadır, ulaşım çok hızlı ve zahmetsizdir, şayet tüm bunların üzerine yine de bir sorununuz varsa soma bunu halledecektir. iki kitapta da insanlar koyun sürüsü haline getirilmişlerdir; birincisinde sindirilerek, ikincisinde baştan çıkarılarak. kısaca, ilkinde korktularımız, ikincisinde ise sevdiklerimiz bizi esir alıyor. imdi, soğuk savaş dönemini bir anımsayalım. bir tarafta coca cola'sı, hollywood'u, michael jackson'ı, marlboro'su ve mc donalds'ı ile kapitalizmin simgesi "pespembe" amerika; öte tarafta sıkı bir merkeziyetçilikle muhafaza ve müdafaa edilen, bilgi almanın çok zor, alınanların ise muğlak olduğu, ekonomik olarak abd'nin yarı büyüklüğüne bile ulaşamayan "gıpgri" sovyetler.

kırk küsur yıl devam eden bu çekişme sonucunda ise bilindiği üzere 1991 yılında sovyetler çöküyor ve işte bu noktada da 1984'ün kehanetleri cortluyor bence. fakat amerika ve rüyası; tökezlese de, tık nefes olsa da hala -globalleşme ve internetin de yardımıyla- yaşıyor (michael jakcson'un yerini justin bieber alıyor belki) ve insanlığın önüne "ideal" olan olarak konulmaya devam ediyor. amerika'ya şu an bakıldığında; yıllardır süren dünya hakimiyeti ve yüksek refah oranıyla (tabi görece yüksek) süper güç olmuş, bilimde ve teknolojide ilerlemiş bunu sağlık, ulaşım, üretim, askeriye gibi sektörlere yansıtmış, her türlü bilgiye kolayca ulaşılabilen müreffeh bir ulusa sahip olduğunu görebiliriz. madalyonun öbür yüzünde ise aynı toplumun, her şeyi kolayca elde edebilen ve bu yüzden şımardıkça şımaran, multi milyarderler, beyaz yakalılar, göçmenler, zenciler, evsizler vs. gibi pek çok sınıftan müteşekkil, sex, alkol ve uyuşturucu kullanım yaşının git gide düştüğü, dünyadan bihaber bir komüniteye doğru evrildiğini de görebiliyoruz. huxley, brave new world'te tam da bunu anlatıyor işte. eğer insanlara istedikleri her şeyi verir, isteklerinin sınırlarını da belirleyebilirsen, o insanları istediğin şekilde biçimlendirir ve kontrol edebilirsin (hasan sabbah stayla).

son kertede buluttan nem kapan bazı sosyalistlerin dediği gibi bu kitapta eleştirilen sistem sosyalizm değil kapitalizmdir. smurfs'te ne kadar komünizm propogandası olabilirse bu kitapta da ancak o kadar sosyalizm eleştirisi olabilir. tabi sen zorlarsan o başka.


Kitapta konu edilen mutluluğa dair

yıllardır insanın nihai amacı mutlu olmaktır, mutluluğa giden yolda her şey mübahtır diye düşünürdüm. "cesur yeni dünya" bu konuda kabullenmelerimi çatırdatmış kitaptır. evet, insanlar mutlu gözüküyor. lakin o koşullar altında yaşadıkları şey gerçekten mutluluk mu yoksa mutlu olduğunu sanmak mı? belki de mutluluğun ne olduğunu hiç bilmediler. nitekim mevcut koşullarımızda da pek çok insan sorgulamaz mutluluğun ne olduğunu, mutlu olup olmadığını. kötü bir şey olmadığı sürece mutlu olduğun varsayar, geçer. uyuşukluğunun altında yatan sebebi sorgulamaz, zaten uyuşukluğunun farkında da değildir. başka türlüsünü bilmez. romandakiler gibi kısıtlıdır hayal gücü ve şartlanmıştır pek çok şeye toplum mekanizması tarafından. kitaptaki insanlar (alfalar, betalar, epsilonlar...) için de bu geçerli olabilir. nitekim onlar da sorgulamadıkları sürece mutlular. yoksa bernard mutlu değil, helmholtz mutlu değil) çünkü şartlanmaya çok müsait değiller. hem mutluluk nedir ki? mutsuz olmamanın zıttı mutlu olmak mıdır? çoşkuyla atılan kahkahalar, tutkular, sevgiler olmadığı sürece; her şeyin kolay ulaşıldığı sıkıcı bir dünyada gözlerin -kimyasal madde almadan- ışıldamasından söz edilebilir mi? kimyasalla edinilen mutluluk mudur, illüzyonu mu? 

her şey bir yana, iradelerinden vazgeçmeleri karşılığı mutlu bile olsalar, bu kararı veren kendileri değil. tercih şansı sunulmuyor. galiba beni rahatsız eden bu oldu. kitapta önemli olanın toplumun ayakta kalması olduğu vurgulanıyor. bir insan nedir ki, hemen yenisi üretilir. ama toplum hep ayakta kalmalıdır. toplum bireyler için mi, bireyler toplum için mi? toplum bireyler için olmalı. ama öte yandan "sineklerin tanrısı" geliyor aklıma, güzelim adayı mahveden çocuklar. insanoğlunun kendi kendine organize olup, kendi seçimleriyle mutluluğu yakalaması mümkün gözükmüyor o zaman da. 

huxley de yazarken kararsızlığa düşmüş, ben de düştüm. gerçekten nihai amaç mutlu olmak mı yoksa özgür olmak yeğ mi tutulur. kendi adıma vahşinin yaptığı seçim daha cazip geldi. en azından tercih etme hakkı var. 

nihai amaç mutluluksa bile kişi diğer seçeneği de seçebilmelidir. ve evet, bence bu yüzden bu kitap tam bir distopyadır.

15 Günlük Şarj Süresiyle Cezbeden HUAWEI WATCH GT 2'nin İncelemesi

Bukowski'nin Neden Bukowski Olduğunu Açıklayan Kült Ergenlik Romanı: Ekmek Arası