Amerika Birleşik Devletleri'nde Yaşamanın Avantajları

Ekşi Sözlük'ün ABD'de ikamet eden yazarlarından ''diesel1907'', ABD'de yaşamanın güzel taraflarından bahsetmiş biraz.
Amerika Birleşik Devletleri'nde Yaşamanın Avantajları
iStock.com


şimdi ucuza elektronik eşya, araba, benzin, marka kıyafet alma klişeleri zaten sıralanmış. ben de şu ana kadar bahsedilmeyen birkaç noktaya parmak basacağım. abd ve kanada gelişmiş ülkeler içinde dünya'da nüfus yoğunluğunun en az olduğu ve kişi başına en fazla toprak düşen ülkelerinden ikisi. asya, avrupa ve afrika kıtaları yani eski dünya tıka basa insanla doluyken kuzey amerika bu konuda çok daha ferah. gelişmiş ülkelerin nüfus yoğunluğuna yani kilometrekare başına düşen insan sayısına baktığımızda birinci sırada 507 ile güney kore var. ikinci sırada 411 ile hollanda geliyor ve onu da 336 ile japonya takip ediyor.

avrupa'nın önde gelen ülkelerinden ingiltere'de kilometrekare başına 268 kişi düşerken, almanya'da 230, italya'da 201 ve fransa'da 118 kişi düşüyor. türkiye'de de kilometrekare başına düşen insan sayısı 102 (istanbul: 2579, ankara: 207, izmir: 347). peki abd'de kilometrekareye kaç kişi düşüyor? 33 (merak edenler için oregon: 16). kanada'da işler daha da güzel, zira kilometrekare başına 4 kişi düşüyor (gerçi kanada'nın önemli bir kısmı yaşanamayacak kadar soğuk ve çorak. örneğin yine %80'i çöl olan avustralya'da da nüfus yoğunluğu 3).

Portland, Oregon

işte abd ve kanadalıların devasa bahçeli evlere ve geniş yol ve caddelere sahip olma sebebi de bu. toplamda 10 milyon kilometrekare toprağa sahip olan abd'de toplam şehir alanlarının ve imara açılan bölümlerin toplam topraklara oranı %4. orman, tarım alanları, çöl ve diğer açık alanların toplama oranı %96. örneğin oregon'un %98'i imara kapalı ve imara izin verilen bölüm %2'lik dilimde. nüfus yoğunluğunun daha az olması ve el değmemiş toprakların daha çok olması daha az gürültü, daha az trafik, daha çok kişisel hareket alanı (personal space), daha büyük evler, daha büyük bahçeler, daha temiz hava, daha temiz doğa ve daha az kavga gürültü demek oluyor.

abd'nin en kalabalık eyaleti olan 40 milyon nüfuslu california'da bile nüfus yoğunluğu 97 yani avrupa'nın epeyce altındayken ikinci en kalabalık eyalet olan teksas'ın nüfus yoğunluğu 41. yüzölçümü olarak türkiye'yle neredeyse aynı büyüklükte olan teksas'ın nüfusu 27 milyon.

Texas

gerçi abd nüfusunun 3'te 2'lik bir bölümü doğu yakası ve batı yakası civarında toplanmış ve boş olan yerler genelde iç taraflar ama yukarda verdiğim oregon örneğinden yola çıkarsak okyanus kiyilarında bile epeyce boş yer var. örneğin washington ve oregon eyaletlerinin toplam 650 km'lik sahil şeridinde toplam 150 bin kadar insan yaşıyor. hatta washington'dan san francisco'ya kadar olan 1200 km'lik sahil şeridinde (karadeniz kıyılarının toplamı kadar alanda) toplam 200 bin kişi yaşıyor.

bir başka avantaj her ürünün sadece en ucuzunu değil aynı zamanda en kalitelisini alma şansına sahip olmanız. şu ana kadar bir çok entry'de marka ürünleri abd'de daha ucuza alacağınızdan zaten bahsedilmiş ama işin kalite kısmi atlanmış. ayakkabı ve spor giyimleri üreticisi olan nike'ı ornek vereyim. nike'ın dünya'nın çeşitli ülkelerinde üretim yapan 900 fabrikası var. bu fabrikalardan hiçbiri şirkete ait değil. şirket genelde çeşitli ülkelerdeki tekstil üreticilerini taşeron olarak kullanıyor ve fabrikalara kontrat veriyor. bu fabrikalar ürettikleri ürün kalitesine göre 5 kategoriye ayrılmış durumda. en üstteki kategori "gold" denilen altın kategori. bu fabrikalar en kaliteli ürünleri üreten, en az defoya sahip olan, ürünlerinin en az geri gönderildiği ve en efektif üretim yapan fabrikalar. bundan sonra "silver" ve "bronze" yani gümüş ve bronz fabrikalar geliyor. bu fabrikalar en iyi olmamakla beraber "idare eder" kalitede ürünler üreten ve performans sergileyen fabrikalar.


son 2 kategori de sarı ve kırmızı. buradaki fabrikalar eğer durumlarını düzeltmezse taşeron kontratları iptal edilecek ve bunlara bir daha ihale verilmeyecek. peki bu 5 kategorinin amerika ile alakası ne? onu anlatayım. genelde abd'de satılan nike ürünleri "gold" fabrikalarından geliyor. almanya, ingiltere gibi gelişmiş ülkelerde satılan nike'lar da genelde gold veya silver fabrikalardan geliyor. gelişmekte olan ülkelerdeki ayakkabılar genelde silver ve bronze fabrikalardan geliyor. çakma marka olarak satılan veya defolu marketlerde satılanlar da genelde sarı veya kırmızı fabrikalardan çıkma ürünler oluyor. işte bu yüzden atıyorum nike'ın ürettiği aynı model ayakkabıyı abd'den alınca 5 yıl sapasağlam giderken aynı ayakkabının aynı modeli başka bir ülkeden alınınca 1 yılda bozulmaya başlayabiliyor.

bunun en büyük sebebi abd'deki tüketici haklarının çok yüksek bir şekilde korunuyor olması. amerikalı michael amca nike'dan ayakkabı alıp 1 senede ayakkabı dağılırsa o ayakkabıyı mağazaya yedirir ve parasını geri alır. o yüzden nike abd'ye gönderdiği ayakkabıları en kaliteli fabrikalardan seçiyor ki iadelerle ve tamirlerle uğraşmasın. nike sadece bir örnekti ve uluslararası birçok şirket bu şekilde işliyor.


tüketici hakları demişken kredi kartlarına değinmemek olmaz. american express başta olmak üzere bir çok amerikan kredi kartı adeta sizin avukatınızdır ve hakkınızı şoke söke almaktadır. hani bazen burada sürekli rezalet başlıkları açılıyor ya, o durumların çoğu abd'de yaşanmaz çünkü kredi kartı şirketinizi arayıp rezaleti anlatır anlatmaz paranızı aynen geri alırsınız. bugüne kadar ne örnekler gördüm.

bir mağazadan bir ürün alıp sonra 2-3 hafta içinde iade etmeye çalışınca kabul etmezlerse (ki %95 ederler) kredi kartı firması paranızı şoke söke geri alıyor. bazı şirketler "biz şirket politikası olarak iade kabul etmiyoruz" dese de farketmiyor. diyelim ki bir mağazadan ayakkabı aldınız ve ayakkabılar 1 ayda açılmaya başladı. ayakkabıları mağazaya iade etmek için götürdüğünüzde "kullanıcı hatası" deyip kabul etmediler. dükkandan çıkmadan american express'i arayıp durumu bildiriyorsunuz, size kibarca "o ayakkabıları geri kabul etseler de etmeseler de dükkanda bırakıp çık, paranı geri alacağız" derler. siz de mağazadakilere "ayakkabıyı buraya bırakıyorum hacı, ister al ister alma" deyip eve dönüyorsunuz ve en geç bir hafta sonra paranız hesabınıza geri yatmıştır.

sırf kredi kartı beni koruyup kolladığı ve tüm harcamalarım kayıt altında tutulduğu için alışverişlerde nakit para kullanmayı bıraktım. 

amerika'da yaşamanın bir başka avantajına gelince, bunu da uzun uzun şurada anlatmıştım: