Arayış İçindeki İnsanların Yazarı Hermann Hesse'den Yaşam Sanatının Derinine İnen Alıntılar

20. yüzyılın en önemli yazarlarından kabul edilen Hermann Hesse; idealler ve gündelik hayat arasında kalan, sorgulayan ve dolayısıyla da acı çeken insanları başarıyla anlatmasıyla gönüllerde yer etmiş bir yazar. Okurken hem insanı sorgulatan hem de yalnız olmadığımızı hatırlatan pasajları Sözlük yazarı "hanging rock" alıntılamış.
Arayış İçindeki İnsanların Yazarı Hermann Hesse'den Yaşam Sanatının Derinine İnen Alıntılar


"bir sanatçı, filisterlerin deyimiyle kabına sığamadığı için zaman zaman sanat eserleri yaratıp ortaya koyan şen şakrak biri değil, işe yaramaz bir zenginlik altında havasızlıktan boğulup giden, dolayısıyla söz konusu zenginliğin birazını insanlara buyur eden bir zavallıdır. şen şakrak mozart şampanyayla ayakta durabilmiş; buna karşılık karnını doyuracak ekmek bulamamıştır. beri yandan beethoven'ın neden genç yaşta hayatına son vermeyip o eşsiz güzellikteki eserleri bestelediğini bilene aşk olsun. dürüst bir sanatçıyı yaşamda bekleyen, mutsuz olmaktır. karnı acıkıp da azık torbasını açtı mı, içinde bulup bulacağı inci boncuktur sadece!"
(bkz: gertrud)

"kuş yumurtadan çıkmak için savaş veriyor. yumurta dünyadır. doğmak isteyen, bir dünyayı yok etmek zorundadır."
(bkz: demian)

"ben şiir yazmak, vaaz vermek, resim yapmak için gelmemiştim dünyaya; ne ben ne de bir başkası böyle bir amaç için dünyada bulunuyordu. bunların hepsi arada baş gösterip ikinci planda kalan şeylerdi. herkes için gerçekte tek bir uğraş vardı: kendini bulmak. insan şairlikte, cinnette, peygamberlikte ya da canilikte alabilirdi soluğu, bu onun bileceği şey değildi, hatta bunun önemi de yoktu hiç. onun işi rasgele bir nitelik taşımayan kendine özgü yazgıyı ele geçirmek, bu yazgıyı tümüyle ve kesintisiz olarak sonuna dek yaşamaktı. geri kalanı yarım sayılacak işlerdi; kaçıp kurtulma girişimleri, kitle idealine sığınmalar, uyum sağlama çabaları ve kendi iç dünyası karşısında korkuya kapılmalardı."
(bkz: demian)


"bazen şu ya da bu davranışta bulunur, şuraya buraya girip çıkar, şu ya da bu işi yaparız ve hepsi kolay gelir bize; bir zahmet vermez, adeta bir yükümlülük gibi duymayız hiçbirini; sanki bütün bunlar bir başka türlü de olabilirmiş gibi görünür. bazen de olup biten hiçbir şey, olduğundan bir başka türlü olamaz gibidir; hiçbirini kolay bulmaz, hepsini bir yükümlülük gibi hissederiz. her soluk alıp verişimiz, bizim dışımızdaki güçlerce belirlenmiştir ve yazgı denen şeyin ağırlığını taşır üzerinde."
(bkz: gençlik güzel şey)

"yaşamımızda iyi diye nitelediğimiz ve anlatımlarında güçlük çekmediğimiz davranışlarımızın hemen hepsi "kolay" eylemler içine girer ve bizim tarafımızdan yine kolay unutulur. ama kendilerinden söz açmakta zahmet çektiğimiz öbür eylemlerimizi asla unutamayız, adeta her şeyden çok bizimdir bunlar ve yaşamımızı oluşturan günler üzerine boylu boyunca düşer gölgeleri."
(bkz: gençlik güzel şey)

"veda etmek, insanda anılar uyandırır hep."
(bkz: boncuk oyunu)


"günümüzde yaşamak ve yaşamaktan zevk almak isteyen birinin senin gibi, benim gibi bir insan olmaması gerekiyor. zırıltı yerine gerçek müzik, eğlence yerine kıvanç, para yerine ruh, gelişigüzel etkinlikler yerine gerçek iş, oyun yerine gerçek tutku arayan birine bu sevimli dünya yurt olamaz."
(bkz: bozkırkurdu)

"on yaşındaydım. bir gün okuldan eve döndüm. yazgı denen şeyin tüm köşe bucaklarda pusuya yattığı, her an bir şey olmasının beklendiği günlerden biriydi. öyle günler ki, ruhumuzdaki bir dağınıklık, bir düzensizlik çevremize yansıyarak çarpıklık içinde gösterir onu; bir tedirginlik ve korku sıkar yüreğimizi ve bizler bunun sözde nedenlerini kendi dışımızda arar, dünyayı gereken düzenden yoksun bulur, nereye yönelsek bizi engelleyen güçlerle karşılaşırız."
(bkz: gençlik güzel şey)

"yitirilmiş uzak ezgileri düşünüp anlamaya çalışmak, onları aramak ve onları dinlemek için yaşıyoruz. gerçek yurdumuz aslında o ezgilerin ardında."
(bkz: masallar)


"ey aziz tanrım, neden bizi böyle yarattın? neden bu yollardan geçmeye zorluyorsun bizi? bizler senin çocukların değil miyiz? senin oğlun bizim için canını vermedi mi? bize yol gösterecek ermişlerin ve meleklerin hani nerede? yoksa bütün bunlar rahiplerin yalnızca çocuklara anlattığı, kendilerininse gülüp geçtiği uydurma, boş masallar mı? sana olan güvenimi yitirdim, tanrım, ne kadar kötü yaratmışsın bu dünyayı, onu ne kadar kötü yönetiyorsun. evler, sokaklar gördüm, ölülerden geçilmiyordu. varlıklı kişiler gördüm, evlerine kapanıp kapıyı bacayı sıkı sıkı kapamışlardı.

kimi zenginler de evlerini barklarını bırakarak kaçıp gitmişlerdi. sonra ölmüş kardeşlerini ortada bırakıp gömmeye yanaşmayan, biri öbürüne kuşkuyla bakan, hayvan boğazlar gibi yahudileri boğazlayan yoksullar gördüm. pek çok masum insanın acı çektiğine ve kırılıp gittiğine, pek çok kötü insanın da bolluk ve refah içinde yüzdüğüne tanık oldum. yoksa bizi büsbütün aklından çıkardın mı tanrım? bizi büsbütün terk mi ettin? yarattığın dünyadan soğudun mu büsbütün? topumuzu silmek mi istiyorsun defterden yoksa?"


"gece vakti açık havada yollarda, susmuş, gök altında, sessiz sakin akıp giden bir su başında olmak her zaman sırlarla örtülüdür ve ruhun, çokluk uzun zaman uykuda olan derinliklerini harekete geçirir. hayatın başlangıçlarına yaklaşmışızdır, kendimizi bitkilerle ve hayvanlarla hısım akraba hissederiz. evlerin de, şehirlerin de henüz kurulmadığı, yersiz yurtsuz insanın ormanı, akarsuları, dağları, kurtları, atmacaları, kendi benzerleri, eşit haklara sahip dostları ya da can düşmanları gibi sevdiği, nefret ettiği, zamanlar öncesi bir hayata ilişkin belli belirsiz anılar sezinleriz.

sonra gece, hayatın toplu halde yaşanan bir şey olduğu duygusunu, bu alışılagelmiş, aldatıcı duyguyu da uzaklaştırır; artık hiçbir ışık yanmıyorsa, hiçbir insan sesi işitilmiyorsa, henüz uyumamış kimse yalnızlığını duyar, kendini her şeyden koparılmış, bir başına bırakılmış görür. insanın bu en korkunç duygusu, kurtulması imkansız şekilde yapayalnız kalmak, yapayalnız yaşamak; acıyı, korkuyu, ölümü bir başına tatmak, hepsine bir başına katlanmak duygusu; düşündükçe hafif tertip, sağlam ve genç olanda bir gölge, bir ihtar, güçsüzde de bir dehşet ile beraber duyulur."

"uygun bir saatini yakalamışsam, keyfim de yerindeyse, ıslak otlara serilip uzanır ya da ilk karşıma çıkan ulu bir ağaca tırmanırım; dallara tutunup sallanırım boşlukta; tomurcuk kokusunu, taze reçine kokusunu içime çeker, dal ve yapraklardan bir ağın, yeşilin, mavinin, başımın üstünde birbirine karıştığını görür, tıpkı bir uyurgezer adımlarıyla sessiz bir konuk gibi çocukluk çağımın mutlu bahçesinden ayak atarım içeri. bir kez daha kanatlanıp o bahçeye uçarak ilk gençliğin duru sabah havasını solumak, bir kez daha, kısa bir süre için de olsa bir kez daha dünyayı tanrı elinden çıktığı gibi yaşamak, bir kez daha yeryüzünü o güç ve güzellik mucizesinin ruhumuzda gerçekleştiği çocukluk günlerindeki gibi görmek, pek seyrek üstesinden gelinen; ama tadına doyulmayan bir şeydir."