BAFTA Ödüllerini Beklenmedik Şekilde Silip Süpüren The Favourite Filminin İncelemesi

Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos'un başrollerini Emma Stone, Olivia Colman ve Rachel Weisz'in paylaştığı yeni filmi The Favourite, 2019 BAFTA'da tam 7 ödül aldı. Yapım kimilerince Lanthimos'un en kötü filmi, kimilerince de bu kadar yerilmeyi hak etmiyor.
BAFTA Ödüllerini Beklenmedik Şekilde Silip Süpüren The Favourite Filminin İncelemesi

BAFTA (British Academy Film Awards): İngiliz Sinema ve Televizyon Sanatları Akademisi'nin İngiliz ve uluslararası filmlere her yıl verdiği ödüller.

the killing of a sacred deer'ı (kutsal geyiğin ölümü/lanthimos'un bir önceki filmi) hiç sevmemiştim. mitolojik bir hikayeyi günümüzün şartlarıyla temellendirip fantastik, doğaüstü yanını kendi belirlediği şartlar altında koruma cüreti bana çok anlamsız ve zorlama gelmişti. zira mitoslar, halk ve kahramanlık hikayeleri genelde böyle yorumlanmaz. yaratıcı istediği dokunuşu yapabilir elbet ama günümüz dünyası içinde realize ettiği mitosun doğaüstü gerekçelerini umursamamıştı yönetmen. ya da gerekçelendirmeye sözde "sürprizli, şoke edici" yönetmenlik tarzı yüzünden gerek görmemişti. o sebepten filmi izlerken sıkıntıdan patlamıştım. hoş haksızlık etmeyelim, komedi filmi düşüncesiyle izlense kesinlikle eğlenceli olabilecek bir filmdi the killing of a sacred deer. the favourite için ise kafamda lanthimos'un "yine cambazlık peşinde koşup, tarzımı konuşturup, türe damgamı vuracağım" hınzırlığıyla giriştiği bir tarihsel drama diye koşullandım ve enteresan şekilde düşündüğümden iyi bir film buldum. evet filmin benzeştiği, kesiştiği birçok tarihsel drama var ama lanthimos yönetmenliğinin temel özelliklerini rafine ve terbiye edilmiş bir şekilde filme yedirmeyi başarmış. filme damgasını vurup, filmin önüne geçmek yerine bilinen, tanışık olduğumuz bir hikayeyi "ayrıntılandırma ve yorumlama" titriyle seyircisine fırınlamış.

bu tip filmler genelde anlatılan hikayenin can suyu olan güç ve iktidar ilişkisinin katı, merkeziyetçi, otokratik gövde gösterisine dönüşür. karakterler aldıkları eğitimin ve elbet sahip oldukları sınırsız iktidarın olanaklarıyla bir tür kavramın temsili gibi sunulur. en iyi dediğimiz filmlerde bile böyle bir yorumlama vardır. kral, kraliçe, dük, düşeş izleriz genelde o filmlerde. o sıfatlardan soyutlayıp, içini görebildiğimiz karakter sayısı çok azdır. lanthimos kendinden beklemediğim bir olgunluka üç kadının böylesine güçlü, eril, otoriter bir iktidar mekanizması içindeki psikolojilerini didik didik edip, adeta düşünsel röntgenlerini çekmiş. kendince hınzırlığa, aşırılığa, şova girişeceğini düşündüğüm her an beni yanıltıp hem birbirini manipüle eden 3 kadının davranışlarının temellendiği dünyayı hem bu davranışların, tasarımların gerçeğe dönüştüğü düşünsel süreci aşama aşama aktarıyor seyircisine. özellikle kadının iktidar ilişkisi içinde konumlandırıldığı tarihsel süreci az çok bilince öyle bir çağda birçok travma atlatan, duygusal açıdan oldukça sakat, yarım bir kadının yorumdan öte gerçek kılma çabasındaki çaba takdire şayan bana göre. 

Olivia Colman, filmdeki rolüyle bu yılki En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ına en büyük aday.

tarihsel karakterlerle ilgili hep bıçak sırtı bir durum vardır

yakın tarihten bahsetmiyorum. uzak tarihten söz ediyorum. oradaki kişiliklerle ilgili tüm bilgimiz onlar hakkında yazılmış hikayelerden ibaret. ve genelde bu hikayeleri yazanlar da o kahramanların ücretli çalışanları. yani öyküsünü wikipedia'dan okuduğumuz bir tarihsel karakterin düşünce ve davranış biçimini gerçek anlamdan çözümlememiz neredeyse imkansız. bundan neredeyse 400 sene önce yaşamış bir kadın hakkındaki bilgimiz tarih kitaplarında dönem tarihçilerinin hakkında yazdıklarıyla sınırlı. o halde bu noktada tarihin o katı ve kesin yargılarından sıyrılıp kendi yorumlamamıza girişmemiz gerekiyor bir noktada. işte lanthimos (her ne kadar senaryoyu o yazmasa da, ki bence isabet olmuş) elindeki senaryoyu bir kraliçenin hikayesinden ziyade bir kadının, bir insanın hikayesi olarak yorumlamayı seçmiş. ben uzun zamandır böylesine güçlü bir tarihsel karakterin bu kadar insani nüanslarla yorumlandığı bir tarihsel drama izlemedim. bence yönetmenin en büyük başarısı bu.

evet filmde gördüğümüz iktidar eksenli ilişki biçiminin kesişim kümesinde daha önce görmediğimiz hiçbir şey yok. hatta entrikanın saflığı, dürtüsü ya da kusursuz tasarımı bakımından özellikle shakespeare tragedyalarını az çok bilen izleyici/seyirciyi tatmin edecek bir ölçü de yok neredeyse. ama iktidar hırsının duygusal kastrasyonunun izahı bakımından oldukça doyurucu bir iş the favourite. o kompleks duygunun, dürtünün mecburiyeti, ortaya çıkışı, dönüşümü ve yarattığı yeni insanın tahditini çözümlemesi açısından kusursuza yakın. açıkçası ben bu filme bakarken lanthimos'un the killing of a sacred deer'da yanlış yorumladığı ne varsa bu filmde düzelttiğini düşünüyorum kendi adıma.


özellikle kraliçenin hadım edilmiş duygusal dağınıklığını, güç zehirlenmesiyle oluşan şüphecilik, paranoya, güvensizlik temelli gelgitlerini öyle güzel birkaç anla ölümsüzleştiriyor ki yönetmen, iyi bir yönetmen dokunuşunun sahneye nasıl etki edeceğini hatırlatıyor seyircisine. kraliçenin sarayın koridorlarında manik depresif kaybolma halinden, müzik yapan çocuklara çıkıştığı sahneye kadar nefis dokunuşlar var. ve en önemlisi güvensizlik, tekinsizlikle oluşturulmuş sınırsız gücün, ihtirasın yarattığı tek başına "keyfe keder" karar mekanizması olmanın o hastalıklı titrekliği benim içimi üşüttü izlerken. eğer filmi dikkatli izlediyseniz aynı şeyin şu an ülkeyi yöneten ve tek adam rejimini kurmaya çalışan zatı muhteremin kara verme mekanizmasını anlamak bakımından ne kadar etkileyici ve lezzetli anlar sunduğunu görebilirsiniz. kadın/ erkek fark etmez. dünyada yerini bulmaya çalışan bir karakterin değişim, dönüşüm sürecine dair psikolojik, çevresel, kültürel, duygusal etkileri izahlayamazsanız sadece bir "etiketi, bir ideali, figürü" anlatmış olursunuz. işte lanthimos benim kendinden beklemediğim bir olgunlukla her sınıfa, her ilişki biçimine, her çağa referans olabilecek bir iktidar ve insan portresi çiziyor.

finalde beliren "soyut, simgesel oral" sahnesiyle filmini nefis bir şekilde noktalıyor yönetmen

hemen öncesinde gücün kalıcı olmayan parçalarını eteğine toplamış abigail'in kraliçenin kayıp evlatlarıyla özdeşleştirdiği bir tavşana uyguladığı o sert ve vahşi davranışın kraliçe tarafından görülmesiyle "her şeye rağmen kimin kimin sahibi olduğu gerçeğinin unutulmamasına dönük, köle/efendi" hatırlatması o "soyut oral" sahnesi. kraliçe önünde diz çöktürdüğü hizmetçisinin kafasından tutar ve kameranın da yardımıyla diz çökmüş abigail'in başının "erkin fallik organı" üzerindeki gelgitlerini görürüz. bu tüm ilişki biçimlerine dönük aralarında nasıl bir ilişki kurulursa kurulsun iktidarın nihayetinde tek bir kişide olduğu gerçeği üzerine harika bir imleme. belki biraz kaba bir sahne ama yine de filmin yarattığı ruha nefis bir şekilde oturuyor. 3 kadın için çizilmiş tarihsel sınırları kendince nefis bir şekilde yorumlayıp, karakterize etmiş bir film the favourite.

kısacası ben filmi seven taraftayım. üstelik yorgos lanthimos'un gereğinden fazla abartıldığını düşünmeme rağmen.

The Killing of a Sacred Deer Filminin Ustalıkla İşlediği Mastürbasyon Metaforu

Irkçılık Kavramını Hiç Olmadığı Kadar Naif Anlatabilen Enfes Yol Filmi: Green Book