Bram Stoker'ın Kült Eseri Dracula, Cinselliği Din ve Ahlaka Aykırı Bir Şey Olarak mı Görüyordu?

1847-1912 arasında yaşamını sürdürmüş olan İrlandalı yazar Bram Stoker'ın 1897'de yazdığı klasik eseri Dracula'nın alt metni; din, cinsellik ve mitolojiye göndermelerle dolu olabilir.
Bram Stoker'ın Kült Eseri Dracula, Cinselliği Din ve Ahlaka Aykırı Bir Şey Olarak mı Görüyordu?
Bram Stoker'dan Dracula (1992)
dikkat, bu yazı içeriğinde çok çeşitli spoiler öğesi bulundurmaktadır, kitabı henüz okumamış olanların uzak durması tavsiye olunur.


dracula: alt metin incelemesi

bram stoker bu eserinde ahlakın cinsel boyutu üsütünde bir hayli duruyor, yazara göre cinsel enerji büyük bir kötülük potansiyeline sahip. böyle düşündüğü içindir ki kitapta günah ve cinselliğin iç içe geçtiği bir çok bölüm bulunuyor. roman bir bakıma batıyı temsil eden, bilimin yanındaki, araştırmacı, mantığın peşindeki victorian ingiliz toplumunun doğuyu, yabancıyı, bilinmeyeni, doğaüstü olanı, işgalciyi temsil eden dracula arasındaki çekişmeden oluşuyor.

roman bitmek bilmeyen göndermelerle dolu, kimi zaman cinselliğe, kimi zaman dine, kimi zaman da önceden yazılmış edebiyat eserlerine ve mitolojiye. bütün bu göndermeler semboller vasıtasıyla gerçekleştiriliyor. ''vampir'' denen yaratık sadece ''kan emici'' özelliğe sahip değil, kurbanlarını baştan çıkarma yeteneğine de sahip. bu yüzden korku ve şehvet iç içe geçmiş durumda. 

dracula'nın kendine hedef olarak zayıf, komün, yani burjuvadan bakire kurbanlar seçmesi, ister istemez bozulmuş ve özelliğini yitirmiş bir aristokrasinin parçası olduğunu gösteriyor.

bunun yanı sıra da din de bu bozulmadan payını alıyor

- dracula adeta bir antichrist (hristiyan olmayan), kendisine barınak olarak harap haldeki bir kiliseyi seçmesi

eucharist'ten (hristiyanlıkta isa'nın çarmıha gerilmeden önceki gece havarileri ile yediği son akşam yemeği'nin anıldığı ayin) sözler seçmesi (''flesh of my flesh, blood of my blood'')

- ve kendisine londra'da gerekli ortamı hazırlaması için renfield'ı seçmesi (ki o da st john the baptist'in şeytani hali olmuş durumda) bu iddiayı kanıtlar nitelikte.

Renfield karakterini Francis Ford Coppola'nın uyarlamasında ünlü şarkıcı Tom Waits canlandırmıştı.

hikaye aynı zamanda yunan mitolojisine de gönderme yapmaktan geri kalmıyor

- dracula'nın şatosundaki üç vampir kadın (perseus'un kızlarına bir gönderme olabilir) ve dracula'yı ingiltere'ye götüren geminin adının "demeter " olması (demeter: yunan mitolojisinde tarımın, bereketin, mevsimlerin ve anne sevgisinin tanrıçası) (dracula'nın romandaki iki kadın - lucy ve mina'yı kendi karanlıklar diyarına götürmeye çalışması ile paralel olabilir)

- romandaki yunan mitolojisi imaları

- ayrıca bu şehvet düşkünü ve şeytani dişi vampirler macbeth 'deki üç cadıdan esinlenerek yaratılmış olabilirler, tabii bunu sadece yazar biliyordu.

romanda cinselliğe dair birçok sembol, hareket ve söz bulunuyor

- kurbanın vampir tarafından ısırılması ve baştan çıkarılması

- sıkça kullanılan ''tahta kazık'' (phallic symbol)

- metinden örnek vermek gerekirse lucy westenra'nın 8.bölümde vampirle yaşadığı anı anlatırken kullandığı ''west-lighthouse was right under me'' ve ''as if i were in an earthquake'' gibi ifadeler

- ayrıca arthur 'un elindeki kazığı lucy'nin göğsüne saplarken duyduğu hırsla karışık zevk duygusu yaşananların sadece ısırılma ve vampiri yok etme operasyonundan ibaret olmadığını kanıtlıyor.


romanda birinin çıkıp gizemli doğu ile rasyonel ve bilimsel batı arasındaki uçuruma bir son vermesi gerekiyor, bu kişi de hiç şüphesiz abraham van helsing 

van helsing, batının bilim, din, modern anlayışı ile doğunun gizemini birleştirmekte çok başarılı, dolayısıyla dracula'nın alt edilemsinde kilit bir rol üstleniyor.

dracula'ya kurban giden kadınlar (özellikle lucy westenra) yavaş yavaş saf viktoryen kimliklerinden sıyrılarak ahlaksız ve şehvet dolu dişi vampirlere dönüşüyor. romandaki vampir kazıklama sahnelerinden sonra vampirlerin yüzlerinde oluşan saflık ve huzur ifadeleri hıristiyanların ''redemption'' inancıyla örtüşüyor.

dracula kadınları vampirlere dönüştürürken kadınların korkuyla karışık şehvet duymasını sağlıyor ki bunu onlara viktoryen kocaları sağlayamıyor. kullandığı ''flesh of my flesh, blood of my blood'' ifadesi de yalnızca eucharist'ten bir söz değil, bu aynı zamanda dracula'nın stratejisini ortaya koyuyor. kadınları vampire dönüştürmek, bir süre sonra kocalarının da birer vampir olup çıkacağını garantilediğinden londra'daki yayılmasının tek yolu oluveriyor (kaleyi içten fethetmek). 

romanın sonunda kutsal tabutunda uyuyarak seyahat eden dracula, (ki bu sahne belki de aristokrasinin değişmezliği, yani zaafı olabilir) sonunda quincey ve arthur tarafından (zengin burjuvaları temsil ediyor olabilirler) durduruluyor ve kötülük yok ediliyor, lanet ortadan kalkıyor.

stoker ve eseri belli bir zaman ve yerin ürünü; victoria dönemi ingilteresi.

bu gerçekler okuyucunun emperyalizm ve gelişen 19. yy etnik ayrımcılığını dracula ile bağdaştırmasını kolaylaştırıyor.

bazı yorumlara göre de stoker romanın içine ''xenophobia'' öğesini (yabancı fobisi) yerleştirmiştir. bilinmeyenden, dışarıdan gelen bir yabancının (vampirler ya da çingeneler) ülkeye gelip burayı kendi üreme çiftliği yapma girişimi vampirleri bu kavramlar içim ideal birer sembol haline getiriyor.

bütün bunlar bir yana, bram stoker bu romanı belki de sadece kişisel zevki için yazmıştır, hiç bir mesaj kaygısı gütmeden, kim bilir?

Bu içerikler de ilginizi çekebilir