Din ve İnanç Konusunda Perspektif Geliştiren En Nitelikli Filmler

Her konuda olduğu gibi bu konuda da farklı bakış açılarını ve kültürleri gözlemlemek insana iyi gelebilecek bir şey.

fanny och alexander - 1982, ingmar bergman

din ve inanç kavramlarının temelini oluşturduğu ve bunun güzel bir senaryoyla çevrelendiği bir bergman yapımı daha. izlediğim en güzel, en uzun noel sahnesini de içinde barındırıyor. renkler, desenler, motifler o kadar muazzam ki gerçekten hayran kaldım. görüntü yönetmeninin bu marifetine de alkış tutmak gerek sanırım.

her şey bir yana papazın evinde yaşananlar çok acı, bir o kadar da etkileyici. çaresizlik atmosferi sahnelere o kadar iyi yansımış ki her an mistik bir şey olacakmış gibi bekliyorsunuz ekranın başında. buna oranla filmin sonuna doğru ismael'in, alexander'ın aklına girip onunla bir olması da belki de izlediğim en iyi sahnelerdendi. papazın evinde yaşanan olaylar son derece felsefik ve gerilimli. insanın içinin ezilmemesi mümkün değil.

das weiße band - 2009, michael haneke

izleyicisine, "kötülüğün, acımasızlığın ve dahası faşizmin kaynağını küçük insanların küçük hayatları içinde bulursun ve gelişimini de en iyi orada görürsün yeğen!" diyen müthiş film. belki öyle demiyordur gerçi ama yine de müthiş film.

apocalypse now - 1979, francis ford coppola

bu filmi göklere çıkartanlar çoktur, görselliğe ve kurguya övgüler dizen çoktur. son bölümde kahramanımız kurtz'ü bulduğunda izlediğimiz sahneler bugün bile çekilememektir, desek yeridir; ama bu film için söylenecek en önemli şey bu filmin çekim tarihidir. o tarihte bu filmi çekmek ve hala konuşulmasını sağlamak az iş midir?

life of brian - 1979, monty python

brian isimli arkadaş üzerinden şahane bir din hicvinin yapıldığı, alanında tek sayılabilecek inanılmaz eğlenceli komedi ötesi film. "toplum dini yaratır mı?" sorusunu soranlara tavsiye olunur...

the decalogue - 1989, krzysztof kieslowski

polonyalı yönetmen kieslowski'nin polonya televizyonu için çektiği on bölümlük birer saatten oluşan orta metrajlı filmler topluluğu. konularını tevrat'taki on emirden alan her bir dekalog bu emirleri doğrulamak niteliği ile çekilmemiştir. 5 ve 6 nolu filmler 25 dakika uzatılarak "öldürme üzerine küçük bir film" ve "aşk üzerine küçük bir film" olarak uzun metraja dökülmüş ve dünyanın hemen her tarafından ödüllerle dönen başyapıtlar olmuşlardır. her koşulda benim favorilerim 1, 6, 7 ve 9 nolu emirlerinkiler. özellikle 6 ve 9'daki dramatik yapı harika.

kingdom of heaven - 2005, ridley scott

fetih 1453 filminin fragmanını izlerken bu film geldi aklıma. neydi bu filmi bu kadar eşsiz kılan diye düşündüm. evet sinema tekniği olarak çok iyi. yüksek bütçe var bu doğru ama bunların hiç biri bu filmin iyi olmasını açıklayamaz. bu film iyiyse tam ortada durup her iki tarafı da anlattığı için iyiydi. amerikan sinemasında olmayan bir şeyi başardı, bir tarafa yaranmadan olduğu gibi olanı ortaya koydu. bu yüzden her zaman övgüye mazhar olacak harika bir tarihi film.

the man from earth - 2007, richard schenkman

muhabbetin dibine başka türlü vuran film. bir antropolog, bir arkeolog, bir psikolog, bir biyolog, bir din bilimci, hocasının peşine takılmış bir öğrenci ve tabii ki kahramanımız; john oldman, bir evde, şöminede yanan odun çıtırtıları arasında yerinizden kımıldamadan izleyeceğiniz şekilde sohbet ediyorlar. aralarında olmak bir soru da siz sormak istiyorsunuz zaman zaman. sonuç olarak bence müthiş bir hikaye yazılmış, izlenmeli.

cenneti beklerken - 2006, derviş zaim

derviş zaim tarafından, alabildiğine kötü ve sağı solu yırtıklarla dolu bir senaryonun muhteşem bir görsellik üzerinden beyaz perdeye aktarılması iş, oluş ya da eylemi.

filmi seyrederken aklıma gelen ilk şey filmin yansıtmaya çalıştığı duyguların çok benzerlerini içinde barındıran bir ihsan oktay anar klasiğidir. evet puslu kıtalar atlası. bu kadar kötü bir senaryoyu böylesine güzel görüntülerle süsleyen bir adam, puslu kıtalar atlasını sinemaya aktarsa ortaya ne çıkar gerçekten görmek ister deli gönül. olamaz mı? olabilir...

the devil's advocate - 1997, taylor hackford

filmin sonlarında şeytanın "tanrı insanların duygularıyla hareket etmesini yasaklarken, ben duyguların kapısını sonuna dek açarım" repliğiyle kafamda mantar gibi soru işaretleri oluşmasına yol açmış film.

il nome della rosa - 1986, jean-jacques annaud

olağanüstü görselliğe sahip bir film. görüntü yönetmeni tonino delli colli (1922-2005). filmi izlerken kamerayı size unutturan ve o çağa sokan bir durum var görselde öyle böyle değil. itici christian slater'ı bile görmezden gelebiliyorsunuz izlerken. tabi filmin havasını bu denli etkileyen önemli bir faktör de sean connery'nin william of baskerville olması.

uzak ihtimal- 2009, mahmut fazıl coşkun

uzak ihtimal de olsa ihtimali olan 3 yalnızlık öyküsünü kesiştiren, birileri kafasındaki düşüncelerin gitgellerinden hayatı ıskalayıp dururken birilerinin hayatının yanlışıyla doğrusuyla akıp gittiğini yeniden düşündüren ve kesişen bu 3 öykünün bi yerlerde ayrı ayrı da olsa benzer bir biçimde var olduğuna derinden inandıran bir film uzak ihtimal.

to livadi pou dakryzei - 2004, theodoros angelopoulos

bir theo angelopoulos filmi. 3 saatlik süren göze, kalbe, kulağa hitap eden bir şölen. 23. film festivalinde gösterilmiştir. film müzikleri gene eleni karaindrou tarafından yapılmıştır.

1917 devrimi’nin ardından odessa’dan göç ederek 1919’da selanik yakınlarına yerleşen yunan göçmenlerle başlayan hikaye ikinci dünya savaşı’nın sonuna kadar sürmekte ve 30 senelik bir dönemi konu almaktadır.

takva - 2005, özer kızıltan

96 dakikalık versiyonunu izledikten sonra gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki ele aldığı konuya ön yargısız, ayrıntılar konusunda alabildiğine titiz ve oldukça gerçekçi yaklaşan; oyunculuklar, müzikler ve görüntüler konusunda son derece başarılı bir film olmuş takva. ne "bu tarikatlar da böyle işte, pislik yuvası" gibi bir söylem içine girmeye çalışıyor ne de bunun tersi bir yücelteme çabasına giriyor ki ele aldığı konunun hassasiyeti düşünüldüğünde bu objektifliği muhafaza edebilmesi cidden takdire şayan bir başarı.

codayi-i nadir ez simin - 2011, asghar farhadi

izlediğim en gerçekçi film. bak en diyorum. filmlerden biri demiyorum. bundan daha gerçekçi bir film izlemedim. sıkılma korkusuyla izlemedim ben bunu ne zamandır bana yazıklar olsun. ilk 20 listeme girdi. hala etkisindeyim.

se7en - 1995, david fincher

baştan aşağı sepya ambiyansıyla soluk sarı-kahverengi tonlarıyla ve morgan freeman babanın harika tripleriyle dolu gerçek bir gerilim. "beyler yedi tane ölümcül günah vardır" derken o nasıl bir duruştur morgan baba ya!!!

ida - 2013, pawel pawlikowski

her karesinin ibadet olduğu polonya filmi. hikaye anlatımı, renk ve kompozisyon yönünden zirve filmlerden biri olmuş. eğer zvyagintsev, mungiu veya nuri bilge gibi yönetmenleri seviyorsanız, kaçırmayın derim.

ayrıca, cazın filmde günahı ve arzuyu nasıl temsil ettiğini görmek için bile izlemeye değer.

Bu listeyi Sözlük yazarı "kendinikoyduguyerdedahibulamayanadam"ın güzel iki entry'sinden derleyerek oluşturduk.

Bu içerikler de ilginizi çekebilir