Dünyada Tek Bir Kişi Kalsaydı "Ahlak" Olur muydu?

Sonradan edindiğimiz bir dürtü ahlak. Ailemizden, çevremizden farkında bile olmadan bir çok şey öğreniyoruz ve bunu kanıksıyoruz bir şekilde. Ancak dünyada tek olduğunuzu düşünün... Sözlük yazarları düşünmüşler ve bu konuya biraz kafa yormuşlar.
Dünyada Tek Bir Kişi Kalsaydı "Ahlak" Olur muydu?
iStock

ahlakın dışsal kaynaklı mı yoksa içsel kaynaklı mı olduğunu sorgulayan ilginç bir sorudur.

birçok örnek aslında ahlakın dışsal referanslı olduğunu gösterse de tek kalan kişinin hayvanları keyfi olarak öldürüp öldürmeyeceği gibi sorular da düşünülmelidir. demek ki tek kalsa da diğer varlıklara karşı olan tutumu da bir ahlaki durum yaratacaktır.

tek kalsam da keyfi olarak diğer hayvanları öldürmek ya da örneğin ağaçlara zarar vermek gibi bir eylem içine girmeyeceğimi düşündüm. demek ki ahlak ben tek olsam da var olacak. hala "doğru" ve "doğru değil" kavramları var olacak.

eğer kasıt toplumsal ahlak ise evet bu yok olacak. ama kasıt etik yani içsel referanslı ahlak ise bu var olmaya devam edecektir.

aslında robinson crusoe'da yani günümüzden yaklaşık 300 yıl öncesinde ayrıntısı ile irdelenmiş bir konu bu. hatta crusoe karakteri için eleştirmenler, "kendi püriten ahlakını da yanında götürmüştür" derler. bu açıdan bir adada yalnız başına yaşayan kişi bile daha önceden kendisine öğretilmiş priori - apriori veriler sayesinde kurar benliğini. 

bu yalnız benlik kurulumu sırasında da, durumun ontolojik imkansızlığından dolayı entelektüel bir hoşgörü beklemek yersiz olur, kişi kendisinde o anki eksik neyse onu tamamlar, eksik neredeyse bilinç oraya yönlenir diye tahmin ediyorum. bundan dolayı da sorunun doğru hali, tek insan kalsa ahlak olur muydu yerine, dünyadaki tek insan kendini bilir miydi, şeklinde olur diyebiliriz. zira insan, kendini fark etmek için bile en az iki kişi olmak zorunda. dil, kadın, öteki, gölge, saye, ikinci, selpak bile buradan türemiş durumda.

ahlak olmazdı ama bir otokontrol mekanizması gelişirdi. 

çevresinde birtakım bitkiler ve hayvanlar olan bir mağara adamını düşünelim. bu adam şimdi x hayvanını aşırı avlayınca, y hayvanını yiyip kendisine arz eden tehlikeyi ortadan kaldıran x hayvanını daha fazla avlamaması gerektiğini anlayacaktır. benzer şekilde bazı bitkileri fazlasıyla tüketince, o bitkilerden beslenen ve avladığı hayvanların göç etmesine tanıklık edecektir. haliyle bunu ortadan kaldırmak için o bitkiden daha fazla yararlanmamaya karar verecektir. tüm bu farkındalıklar ahlakı değil, o adam için hayatta kalma içgüdüsünü geliştirecektir. hayatta kalmak için yaşadığı doğaya karşı kontrollü olacaktır. doğru ya da yanlış ahlak konusu değil, hayatta kalma konusu olacaktır.

ahlak kavramı sonradan öğrenilen davranışları içerdiği için herhangi bir cevabı olmayan sorudur. 

eğer sıfırdan başlayıp bir dünyaya gelmiş olsaydınız, verilen örneklere ithafen, ağaçlara zarar verip vermemenin, hayvanlara nasıl davranılacağının bir kazanımını elde etmiş olmazsınız.
ahlak toplumsal inşalarla ortaya çıkan bir olgudur.

deneyimleriniz ile beraber ağaçlara zarar vermeyi sürdürülebilir bir yaşamı hedef aldığını düşünerek etik bulabilirsiniz. 

bugün ahlak kavramı, tanımı itibariyle geniş alanlara yayılıyor. 

eğer sonradan yok olan dünyada kalan tek adam olduğunuzu varsayarak çıkarımda bulunmak gerekirse, toplumun ve dolayısıyla insanın olmadığı bir dünyada, bir gezegende: bırakın ahlakı, yaşam da olmayacak ve gelişmeyecektir.

ahlak, kavram itibariyle bile toplumsal olarak ortaya çıkar, tek başına anlamsızdır. ahlakın sadece kişisel olduğunu söylemek sosyolojik bakış açısına terstir. 

yaşadığınız toplum, sizi genel itibariyle şekillendirir. güzel ahlak ya da ahlaksızlık kavramını öğretir, ülkelerden ülkeye değişen yaşamlar da buna bir örnek olabilir. 

amerikada yaşayan insanların genç yaşta edindiği tecrübeler size göre ahlaksızca ve kabullenilemez bulunabilir, bu onların ahlaksız olduğunu göstermez. çünkü tanım itibariyle siz zaten öğrenilmiş ve empoze edilmiş ahlak anlayışı ve toplumsal normlara dayalı yaşıyorsunuz. 

ikinci etken, ahlak, din ile şekillenir. edindiğiniz ahlak dinsel öğelerin çoğuyla ilişkilidir. katil potansiyeli olan bir adam, dini gereği günah olduğu için suç işlemekten kaçabilir. (ya da tam tersi)

bir sapık içsel olarak duygu beslese bile, dini gereği sapıklığı eylem haline dönüştürmüyor olabilir. 

üçüncüsü, ahlak hukuk ilkeleriyle de örtüşür. 

aynı sapık, sapık duygu beslemesine rağmen suç olacağını bildiği için göze alamaz ve eyleme dönüştürmez. 

sadece bunlardan dolayı ahlaklı birey görüntüsü sağlayan insanların, tüm bu engeller kalktığında, ahlak duygusunun yerleşip yerleşmediği, kazanım sağlanıp sağlanmadığı ortaya çıkabilir. 

örnekse, bir şehrin başına felaket geldiği zaman, asayiş kalmadığı için, şehirde yağmalama yapan insanlar buna örnek gösterilebilir.

devrilen bir kamyonun taşıdığı içecekleri alıp gitmek yahut. bu daha manidar çünkü küçük bir alana dahi etkisi yokken bunu yapabilmek esas.

bu durumda, o zaman ahlak her halükarda bireyseldir diye düşünüyor olabilirsiniz.
çünkü adam toplumsal düzene uymayacağını ilk fırsatta göstermiştir.