Efsane Sarhoş Olup Kendini Japon Dışişleri Bakanı'nın Yanında Bulan Gencin Uluslararası Hikayesi

Kendimizi bulunduğumuz ortamda yabancı hissetmek en pis duygulardan biri. Sözlük yazarı "akira" Japonya'da bulunduğu sırada bu duyguyu uçlarda yaşayarak kendini sağlam bir hikayenin içinde bulmuş.
Efsane Sarhoş Olup Kendini Japon Dışişleri Bakanı'nın Yanında Bulan Gencin Uluslararası Hikayesi
iStock.com


yıllar önce japonyada bir barda başka yabancı arkadaşlarla toplandık içiyoruz. kakara kikiri seksen çeşit ingilizce aksanı arasında neşe içinde muhabbete kah dahil oluyorum, kah kenarda sigaramı içip ortamı kesiyordum ki ortama ingiliz bir hatun geldi ve "500mt ileride şehrin kalesinin altındaki parkta senede bir defa yapılan dolunay gecesi (yaz akşamı) geleneksel japon müziği konserine gidelim" teklifinde bulundu. gayet sevdiğim bir müzik ama kafa olmuş bir milyon, kalk o kadar yol yürü, kesin kuyruk sıra falan vardır derken japonyaya yeni gelen avustralyalı, yeni zellandalı bir güruh öyle bir gaza geldiler ki kendime geldiğimde çimlerde konseri izliyorduk.

yolda alkol de depolamış bir yandan müzik diğer yandan içkileri yuvarlarken konser bitmişti. biz de tam toparlanıp bara dönelim derken nedense konserde çalan grubun yanına gittik. ecnebiler awesome, great, daisuki falan diye adamları övüyor, sarılıyorlar falan ben de yapmayın etmeyin derken ekibin başı amcayla japonca muhabbete başladım. adam seksenlerinde kendi alanında ünlü bir amcaymış. her neyse tam hatırlayamıyorum ondan sonrasını.. ertesi gün öğleden sonra uyandım, telefonda tanımadığım bir numaradan üç tane çağrı var. 


kim ola ki diye arayınca karşıdan gelen sesi uzun bir süre çözemedim, meğer konserdeki grubun lideri amcaymış. öğle yemeği yiyelim diye aramıştım ama herhalde meşguldun falan diyor, ben de diyemedim ki yeni uyandım diye.. neyse evet tez yazıyordum falan diye hikaye sıktım, bir iki saat sonrasına niyeyse sözleştik ve akşam yemeği için buluştuk amcayla. gayet lüks bir otelin en üst katındaki restoranda yer ayırtılmış, amcanın yanında 60larında ve 70lerinde iki tane kimonolu teyze selam vere vere masaya geldiler. meğer ben onlarla da tanışmışım gece hatta avustralyalıların gazıyla sarılıp espri falan bile yapmışım onu anlattılar. acaba dini bir örgüte mi üye yapmaya çalışıyorlar falan diye paranoyakça düşünürken amca elime bir tomar bilet tutuşturdu, iki hafta sonra büyük konserimiz var, arkadaşların gelmek isterlerse hediye etmek isteriz. sen tabii ki geleceksin değil mi? diyor.. tamam deyip aldım, gece turkiyenin konumu, demografisi üzerinde konuşmalarla sona erdi.

iki hafta geçtikten sonra ben toplayabildiğim kadar yabancı öğrenciyle (3 kişi falanız o da) akşam üstü konsere gittik. yerimizi arıyoruz tarıyoruz kimse bulamıyor. meğer protokol gibi bir yere ayırtmışlar, yerimize geçince bir iki kişi geldi beni sordu, ben de evet geldik buradayız falan diye zoraki bir gülümseme ile cevap verdim. yandan da iyi giyimli başka bir amca beni kesiyor gülerek... neyse perde açıldı nerdeyse kırk kişilik bir orkestra, shamisenler, kotolar, shakuhachiler gümbür gümbür türk sanat müziği gibi bir şey çalıyorlar ama sonu falan yok. sürekli çalıyor. kırk elli dakika sonra orkestra lideri amca izleyicileri selamladı sonra anlatmaya başladı müzik evrensel falan diye, işte ilk defa bizim bildiğimiz notalarla bu adam beste yapmaya başlamış onları anlatırken, şimdi size aramıza katılan akirayı tanıtmak istiyorum diye birden beni sahneye çağırdı.


benim üzerimde kot pantolon, gap yazılı tshirt var, bir de hayır niye çağırılıyorum ne yapacam lan ben orda derken alkış kıyamet ehehe diye gülerek sahneye çıktım. spot ışıkları benle amcayı aydınlatıyor sadece öyle yani belli ki ayarlanmış bir şey dönüyor. rosemary'nin bebeğinin bir üst versiyonu dönecek kesip atacaklar beni sahnede. ben de çok güzel konser, umarım bir gün türkiyeye de gelirsiniz bu müziği hep beraber tanıtırız müzik barıştır falan diye klişe ne varsa yardırıyorum. ama nasıl alkış alıyorum anlatamam görseniz sıra sıra başlık açardınız, as bayrakları as diye durum güncellerdiniz... yaptığım tek şey zırvalamak halbuki...

konser bitince kulise çağrıldık, anglosakson ekip biz konuşamıyoruz bir şey anlamıyoruz diye kaçtılar ama benim öyle bir şansım yoktu. sonra kulise bir az önce bana gülerek bakan iyi giyimli bey de girdi, herkes el pençe selam duruyorlar. bu bey geldi ne güzel konuştun dedi, senin gibi daha çok gencin japonyaya gelmesi gerekiyor diye elimi sıktı... bırakmıyor. ulan ben de yıllardır japonyadayım pek alışkın değilim el sıkmaya falan bu bildiğiniz elimi tuttu bana bakarak övüyor beni. meğer adam o şehrin milletvekili üstüne üstlük dışişleri bakanıymış. yanında koruma falan olmayınca anlamadım tabi ama adamın duruşunda bir "bende iki kilo tşk var" havası gözden kaçacak gibi değildi. beni elimden tuta tuta dışarıya çıkarttı, orkestra liderine birazdan görüşürüz dedi.. adamın arabasına bindik ve yine iyi bir otelin toplantı salonu gibi kokteyl salonu gibi bir yere girdik. tekrar ediyorum, altımda kot üstümde gap yazılı tshirt var ve yanımda japonya dışişleri bakanı duruyor.


mekanda bir sürü kravatlı takım elbiseli japon amca, arada gezen fotoğraf çeken tipler, şarap servisi masada envayi çeşit yemek... ben en ortadaki masanın çevresinde bakan ve ekibi ile birlikte şarap içip milletle muhabbet ediyorum ama ne yaptığımdan kendim bile emin değildim. sonra orkestra şefi de dahil oldu, belli duş almış temiz pak yanımıza geldi. usulca, ya ben bir projeye başvurdum sen geçen gece kabul etmiştin ya ben de yardımcı olurum diye, işte o proje kabul edildi. onu kutluyoruz şimdi dedi... hassktrr ya ne dedim ben? neyi kabul ettim ne projesi... demeye kalmadı bakan mikrofonu aldı, uluslararası kültür tanıtım fonuna başvurulardan iki proje destek almaya hak kazanmıştır bir tanesi burada aramızdadır, kutlarız falan diye bizim amcayı çağırıyor. meğer konser projesiymiş önce polonyaya gidilecekmiş o gece kafa tşk gibiyken ben türkiyeye gelmezseniz olmaz aaa diye davet etmişim bunlar türkiyeyi de ekliyor beni de projeye dahil ediyorlar. tabi ben bunları hatırlamıyorum. ne işim var lan burda derken, hayvan gibi bir işin içine girdiğimi farkettiğim anda o gap yazılı tshirtün her bir yanının terden sırılsıklam oluşunu tam olarak anımsayabiliyorum sadece.

sonuç: yirmibeş kişilik bir orkestra türkiyede iki konser verdi. ben de hem türkiye ile olan yazışma çizişmeleri, hem de konser öncesi tanıtım konuşmalarını yaptım. fena mı oldu hayır, ama proje sonuna kadar "ne yapıyorum lan ben burada hissi" hiç gitmedi.