Ekonomik Kriz Ortamında IMF'den Yardım Almak Mantıklı Bir Hamle Olur mu?

2019'un ilk çeyreğinde daha güçlü hissedilmesi beklenen ekonomik krize çözüm yolları arasında IMF var mı? Devletler ekonomik büyüme için neden yatırım değil de borçlanmayı tercih eder? Bu ve dahasının cevabı içeriğimizde.
Ekonomik Kriz Ortamında IMF'den Yardım Almak Mantıklı Bir Hamle Olur mu?
iStock

2018 ekonomik krizi, imf olmadan içinden çıkılması daha uzun sürecek olan krizdir

öncelikle artık adını ne koyarsanız (şu an stagflasyon ama 2019'un ilk çeyreğine dair büyüme rakamları açıklandığında slumpflasyon olacak ama genel olarak kriz de diyebiliriz) yaşadığımız krize yol açan sistem özünde verimsiz ekonomik yapının neden olduğu bir krizdir.

genel ekonomik verimlilik düzeyi düşük olan bir ekonomi cari açık yaratmadan büyüme emaresi gösteremediği zamanlarda önemli olan bu cari açığı hangi alanda kullandığıdır. bu cari açığı sabit sermaye yatırımları vasıtasıyla genel ekonomik verimliliği artırmak için kullanırsa orta ve uzun vadede ekonominin yapısı değiştiğinden dolayı cari açık vermeden büyüyebilme becerisi gösterdiğini fark ederiz. dillere pelesenk olmuş olan yapısal reform ismi de zaten buradan gelmektedir.

peki hükümetler neden yatırım harcamaları yerine tüketim harcamaları üzerinden ekonomiyi büyütmek isterler?

bunun temel nedeni çarpan etkisidir. bildiğiniz gibi bir ülkenin milli geliri,

gdp=c+i+g+nx

formülü ile hesaplanır. cari açık bir ülkenin dış dünya ile yaptığı ticaretteki eksi bakiyesidir. yani 50 milyar dolar cari açık veren bir ekonomi, o seneki döviz açık pozisyonuna ve rezerv kaybının toplamına 50 milyar dolar eklemiştir denebilir. hükümetler, bu paranın tüketime harcanmasını isterler/tercih ederler çünkü tüketime harcanan dış kaynak piyasada daha çok dolaşır. özellikle vergi gelirleri tüketim üzerinden alınan vergilere dayanan bir devlet ise bütçesini denkleştirebilmek için bu paranın tüketime harcanmasını, bu mümkün değil ise paranın dolaşımını en kolay hızlandıran sektör üzerinden dağılmasını ister, ki tahmin edeceğiniz gibi bu sektör inşaattır.


ekonomik yapının verimini artıracak yatırıma harcanan para neden daha düşük çarpan etkisine sahiptir?

bunun nedeni aslında paranın dolaşım hızında saklıdır. yatırıma harcanan para ilk anda ekonomide varlığını milli gelirin yatırım kalemi dışında hissettirmez. şöyle ki, toplam milli geliri toplam m2 emisyonuna bölünce bu bize paranın dolaşım hızını verir. dolaşım hızı artan paranın gelişmekte olan bir ülkede enflasyon üretmemesi için o zamana kadar o ekonomide yapılmış yatırımların ekonomik verimlilik yapısındaki etkisi dikkate alınmalıdır.

bir ülke ekonomisinin yatırım talebi, tüketim talebinden düşükse faizler düşürüldüğünde artan şey tüketim olur yatırım değil. tüketim artışı yatırım yokluğunda ekonomik yapının verimliliği sabitken paranın dolaşım hızını artırdığından dolayı enflasyon üretir. bu enflasyon talep artışı nedeniyle yaşandığı zaman bu süreç para politikası ile yönetilebilir ama bu enflasyon maliyet enflasyonu ağırlıklı olarak üretildiği durumlarda yaşanan krizler uzun soluklu olur ve ekonomik yapının verimliliğinin artırılması gerektiğini gösterir.

sorunun cevabına dönecek olursak, diyelim ki 50 milyar dolar cari açık verdiniz. bu 50 milyar doları, yatırım kalemine değil de tüketim kalemine harcadınız. çarpan etkisinin en hızlı işlediği tüketim üzerinden kullanılan bu 50 milyar dolar çarpan etkisi nedeniyle milli gelire belki de 150 milyar dolarlık katkı sağlayacak. öte yandan bu 50 milyar dolar tamamen ekonomik yapının verimliliğini yükseltecek yatırımlara harcansaydı, bakın burası çok önemli alelade yatırımlardan değil ekonomik yapının verimliliğini yükseltecek yatırımları kastediyorum, o yıla ait milli gelire daha düşük çarpan etkisiyle belki de sadece 60 milyar dolar katkı yapacaktı.

bu nedenle, türkiye'de verilen cari açık en kısa yoldan paranın devir hızını artıracak yatırımlara ve tüketim teşviklerine harcandı.

imf ile krizden çıkma süresi neden daha kısa olur?

şimdi kriz bizi iki noktadan vurdu. bunların ilki cari açık veremez hale gelince paranın devir hızını düşürerek tüketimi kısmak zorunda kaldık. bu da milli gelirdeki büyüme temposunu düşürdü hatta tersine çevirdi. en az iki çeyrek negatif büyüme rakamlarıyla yüzleşeceğimizi düşünüyorum. bu da ekonomik yapının verimini sabit alırsak işsizlikte artış anlamına geliyor.

ikinci nokta ise, ekonomik yapımızın verimliliğini artıracak yatırımları yapabileceğimiz bir finansman kaynağı bulmamız mümkün gözükmüyor. aslında şu son 2-3 aylık ihracat tempomuzu sürdürebileceğimizi bilsem, imf olmadan krizi aşabileceğimizi düşünürdüm ama sürdürebileceğimize inanmıyorum.


neden?

buradaki temel etken, hala 50'nin oldukça altında kalan pmi verilerimiz, düşen sanayi üretimi ve reel kesim güven endeksidir. kur avantajıyla ihracatta yaşadığımız avantaj şu an mevcut kur düzeyiyle aralık ayında terse dönmeye başlayacak. tamam iç tüketim kısıldığından dolayı sanayi üretiminde bir miktar gerileme çok absürt sayılmayabilir ama düşüş ivmesinin hala korunuyor olması bize bir şeyler söylüyorsa o da şudur: cari fazlaya dönmenin bir nedeni kur etkisi ise diğer etkisi ise stoklardaki ara mamulün eritilmesinden kaynaklanan ithalat düşüşüdür. siz bakmayın milletin telefon, araba vs. alımını kısmasına, nihai tüketim mallarının bizim toplam ithalatımız içindeki payı %15 bile olmamıştır. bizi asıl sıkıntıya sokan enerji ithalatı ile sanayide kullanılan ara mamuldür. mesela yerli bir firma akıllı telefon yapar ama işlemcisini dışarıdan ithal eder. bu işlemci direkt olarak bir tüketiciye satılmadığından dolayı ara mamuldür.

işte yatırımların, ekonomik yapının verimliliğini artırması gerekliliğiyle vurgulanmak istenen şey budur.

bu nedenle stoklar eridiğinde, ihracat yapabilmek için tekrar ara mamul ithal etmek zorunda kalacağız ve stoklardakinin aksine bu mamul güncel kurdan ithal edileceği için de kur avantajı kaybolmaya başlayacak.

sonunda ne olacak?

bir süre sonra sert düşmeye başlayan ihracat ve onun kadar sert olmasa da düşmeye devam eden ithalat. yani günün sonunda artan dış ticaret açığı ve turizm gelirlerinde coşma yaşanmazsa artan cari açık. bu işsizlikte yeni bir çarpan daha yaratacak, dolayısıyla tüketim düşecek, vergiler düşecek, bütçe açığı artacak, faizler yükselecektir. takvim olarak özel sektörün stok durumunu bilmediğim için, zira bir ekonomi eğitimim yok ve mevcutta başka bir işim var yani vaktim de yok, mevcut dış ticaret temposunun nereye kadar sürdürülebileceğini de öngöremiyorum.


bu krizden nasıl çıkılır, bu çıkışta imf'nin rolü ne olabilir?

oldukça enteresan gelse de, verimsiz ekonomide artan borçlanma nedeniyle yaşamak zorunda kaldığımız bu krizi borçlanmadan aşamayız. takdir edersiniz ki bu borçlanma da türk lirası değil dolar cinsinden olacaktır.

neden borçlanmalıyız derseniz şunu derim. krizin vurduğu ilk nokta düşen tüketim üzerinden geldi. burada bir tuhaflık yok. hem tüketim düştüğü için hane halkı, hem de gelirleri azaldığı için devlet kemer sıkmak zorunda kalacak.

krizin arka plandaki nedeni ise, verimsiz ekonomik yapıdır. bu ekonomik yapıyı yatırım stratejisini tamamen değiştirerek regüle etmemiz lazım. ekonomik yapının verimini artırmak için yapısal reformları gerçekleştirmek zorundayız, bunda bir beis yok. ama aynı zamanda ekonomik yapının verimini yükseltecek yatırım harcamaları da yapılmak zorundadır.

700-800 milyar dolarlık türkiye ekonomisi'nin ekonomik verim yapısını iyiye götürecek olan yatırımları yapabilmek için ise borçlanmaktan başka bir çare hemen hemen yok gibi. dediğim gibi, dış ticaret temposu böyle devam ederse bunu borçlanmadan yapmayı deneyebiliriz ama bunun mümkün olup olmadığını pek yakında yani 2019 ilk çeyrek cari denge rakamlarında göreceğiz.

eğer bu durum benim dediğim gibi çıkarsa, bize yatırım için 50-100 milyar dolar arası bir kaynak lazım. bu miktar bu parayı ne kadar doğru yatırımlarla değerlendirebildiğimize ve toplam ihtiyaç duyulan süreye bağlı olarak oynayabilir. bu durumda da, imf'den başka bir seçenek pek mümkün görünmüyor.

neden? bunun birkaç nedeni var

ilki bu kadar borcu bize tek kalemde verebilecek imf'den başka bir uluslararası mekanizma yok.

ikincisi böyle bir mekanizma olsa dahi türkiye, mevcut durumuyla böyle bir borcu ödeyeceğine/ödeyebileceğine inanılan bir finansal konumda değil.

üçüncüsü, imf dışındaki kurumlar kar amacı güttüğünden dolayı bu borç için bizden çok daha fazla faiz isterler. hatırlayın, %7.5 faizle 1.5 milyar dolar borçlandı hazine hem de daha geçen ay. global faizlerin de yükselme trendinde olduğu bir ortam da aleyhimize işleyecektir.

dördüncüsü, imf ile anlaşılarak yani yeni bir standby anlaşması imzalayarak borç alınırsa bu uluslararası arenada da türkiye'ye dair bir güven algısı oluşturabilir. bunun da planlanan borcun daha az bir kısmını imf'den alıp başka bir kısmını dışarıdan alabilme şansı doğuracağı ve imf'siz seçeneğe göre daha uygun faizli bir borç imkanı sağlayacağı açıktır.


imf'li çözümün ise benim aklıma gelen iki dezavantajı var

ilki, imf ile standby anlaşması imzalandığı zaman para ve maliye politikası üzerindeki tam kontrol kısmen bir uluslararası kuruluş ile paylaşıldığı için bu biraz ekonomik bağımsızlığa aykırı bir durum oluşturuyor. özellikle güvenlik harcamalarından kısamayacağımız bir politik ortamda bunun devletin sosyal transferlerinde kısıtlamaya giderek sosyal tansiyonları yükseltme ihtimali ciddiye alınmalıdır. ayrıca yetkilerini paylaşmak istemeyen bir hükümet ile imf nasıl uyum içinde çalışabilir bu da ayrı bir merak konusudur.

ikinci nokta ise, krizin çıkmasının nedeni olan ekonomik yapımızdaki verimsizliğin üstesinden gelmemiz için gereken yatırımlarda harcanacaktır/harcanması gerekecektir alınan kredilerin. daha önceki krizlerden farklı yanı, 2001'deki bankacılık krizinde yaşanan sorunlar ilgili reformlarla çözülmüştü. 1994'teki ve 2001'deki kriz gibi bu krizlerde de devlet bütçesini sıkmış ve alınan kredi ile borçlar ödenmişti.

bu krizde toplam borç stoku kadar kredi almamız ise imkansızdır. imf bile bize 400 milyar dolar kredi veremez. bu nedenle borçların ödenebilmesi için alınacak borç yatırım kalemlerinde harcanmak zorundadır. yatırım dediysem aklınıza osmangazi köprüsü gibi yatırımlar gelmesin tabii. ekonomik yapıdaki verimliliğin artmasını sağlayacak olan yatırımlar ve bunlara eşlik edecek reformlardan bahsediyorum. aslında bunu yıllar evvel yapmalıydık ama olmadı. bu yönüyle alınan bu kredinin cüzi bir kısmıyla borçlar ödense de, daha büyük bir kısmı ile sabit sermaye yatırımları ile ekonomik yapının verimliliğini yükseltmeye çalışacağız. bu nedenle, şu an türkiye'nin yaşadığı ekonomik kriz, gelişmekte olan ülkelerin makroekonomisi dalında sıradışı bir kriz olabilir. zira ilk defa bir krizde; kemer sıkıp, alınan kredilerle borç ödemek yerine sabit sermaye yatırımı yapıp cari fazlaya büyümeye çalışarak borçlarımızı ödeyebilir hale gelmeye çalışacağız. açıkçası imf böyle bir standby anlaşmasına yanaşır mı ondan bile emin değilim ama ülke olarak ekonomi adlı bilim dalında literatüre geçeceğimizden emin gibiyim.

Türkiye Ekonomisi Son Zamanlarda Nasıl Cari Fazla Verebiliyor?

İyisiyle Kötüsüyle Türkiye'nin 2001 Sonrası Ekonomisinin Mimarı: Kemal Derviş