Esaretin Bedeli, Onca Film Arasında IMDb'de Neden Yıllardır İlk Sırada?

1994 yapımı Esaretin Bedeli (The Shawshank Redemption) filmi nasıl oluyor da yıllardır IMDb'nin "Top 250" listesinde ilk sırada olmayı başarıyor? Bu filmi diğerlerinden ayıran şey ne?
Esaretin Bedeli, Onca Film Arasında IMDb'de Neden Yıllardır İlk Sırada?


neden onca film arasında bu film imdb listesinde birinci sıradadır, hiç düşündünüz mü? 

düşündünüz elbette. kendimi bildim bileli bu film listenin tepesinde. az çok sinemayla ilgilenmeye başladığım yıllar üniversitenin ilk yıllarıydı ve o günlerden beri hemen hemen on yıl geçmiş. on yıl önce de bu filmin ilk sırada olduğunu hatırlıyorum. muhtemelen çok daha önceden ilk sıraya yerleşmişti. peki bunca sene bu filmi insanlar için özel kılan sebep neydi? kullandığı sinema teknikleri mi? entel sinema yazarlarının hiçbir listesinde yer almaz the shawshank redemption. şaşırtıcı sonu mu? olabilir ama kurtuluşun incil'in içinde çıkması yeterli bir nedenmiş gibi görünmüyor bana. kaliteli oyunculuklar? olabilir ama hala yeterli değil. senaryosu? bu mu yoksa? zannetmiyorum, bu da değil bence. peki ne o zaman?


shawshank redemption'ı, fight club'dan bahsetmeden anlatamayız

şimdi ne alaka dediğinizi duyar gibi oldum. aslında çok alaka. şöyle ki... fight club, shawshank redemption'ın tapılırcasına beğenilmesinin alt metnidir. şu repliği hangimiz hatırlamaz. "bizler tanrı'nın istenmeyen çocuklarıyız. ne büyük savaşlar ne de buhranlar gördük". falan da filan... devamını biliyorsunuz zaten.


şimdi asıl filmimize gelelim

filmimizde neler anlatılıyor? bankacı dostumuz haksız yere hapse atılır. burası onun alışık olmadığı bir yerdir. burada hayatı boyunca karşılaşmayacağı pislikte insanlarla karşılaşır. ama aynı şekilde o suçluların arasında müthiş dostluklar da edinir. bu arada bir grup mahkum tarafından sürekli olarak tecavüze uğrar, gardiyanlar tarafından aşağılanır, dayak yer, hapisteyken daha iğrenç odalara hapsedilmekten kurtulamaz, yapmak istemediği işlere zorlanır, hapishane müdürü için köle gibi çalışır, sürekli onun saçma salak muhasebe işlerini halleder, ve tüm bunları her gün aynı saatte yapmak zorundadır. yatacağı ve kalkacağı saatler önceden belirlenmiştir. nereye işeyeceği, nerelerde gezeceği, nerede çamaşır yıkayacağı, nerede arkadaşlarıyla muhabbet edeceği, her şey ama her şey başkaları tarafından onun adına belirlenmiştir. o sadece bunları yapmak zorundadır. bu arada hikaye size de birazcık tanıdık gelmeye başlamadı mı? ve sonunda istemediği bu pislik hayattan yirmi yıl sonra, kelimenin tam anlamıyla tırnaklarıyla kazdığı bir tünelden kaçarak kurtulur. ve sonunda yirmi yıl boyunca küçücük odasında kurduğu o basit hayalini gerçekleştirmeyi başarır. kamera kadrajına arkadaşı ve kendisi harici hiçbir insanın takılmadığı o uçsuz bucaksız maviliğin içinde kendisine ait basit bir sandalla uğraşmakla meşguldür.


aslında az çok anlaşılmıştır ama yine de biraz daha anlatmaya çalışayım

bizler (çoğumuz) artık büyük dertleri olmayan bir toplumuz. ayağa kalkmayı başardığımız ilk andan itibaren en büyük derdimiz hayatta kalmaktı. vahşi hayvanlara yem olmamaya çalışarak binlerce yıl katettik. şimdi en vahşi hayvan biziz. hiçbir canlıdan korkmuyoruz. savaşlarla ve katliamlarla geçen yüzyılları atlattık. bizler tüketim toplumuyuz. tek derdimiz daha fazla şey tüketebilmek. sevmediğimiz işlerde çalışarak adını zar zor söylediğimiz kahvelerden içiyoruz. zerre değer vermediğimiz insanlarla öğlenleri yemek yiyoruz. bizi sevmediğine adımız kadar emin olduğumuz kişilerle evleniyoruz. her sabah kalp krizi geçirtmediğine sevindiğimiz alarmlarla uyanıp yine her akşam belli saatlerde yatmak zorundayız. sevmediğimiz insanlara her gün günaydın, iyi günler ve akşamlar diliyoruz. öğlen yemeklerinde afiyet olsun demeyi ihmal etmiyoruz. iş yerinde (mavi, beyaz, turuncu, pembe yaka fark etmeksizin) bizden üst dediğimiz insanlardan emirler alıyor, onların karşısında ceket ilikliyoruz. karakterimize, kişiliğimize, benliğimize, doğuştan sahip olduğunuz o saf duyguların hepsine tecavüz ediliyor ve bizler sesimizi çıkaramıyoruz. çünkü bu hapishanede (pardon hayatta) derdimizi anlatabileceğimiz kimse yok. kendimizle baş başayız. sürekli düşünüyoruz. bu hapishaneden (pardon yine yanlış yazdım) bu hayattan nasıl çıkabileceğimizi her gün düşünüyoruz. hayal kuruyoruz. bir yerden para çıksa diyoruz, bu kadar yıl para biriktirsem diyoruz, belki daha basit ve sade bir hayata kavuşabilirim diye hayaller kuruyoruz. fakat ne yazık ki çoğumuz bu hayattan kaçamıyoruz. çünkü filmdeki gibi hapishanede duvar kenarında bir odaya düşecek kadar şanslı ve andy gibi cesur değiliz.

şimdi anladınız mı bu filmin neden bu kadar çok sevildiğini? çünkü bu film insanlara umut veriyor. istemedikleri hayattan çıkabileceklerine dair azıcık da olsa onlara ışık gösteriyor. aslında bu yüzden aynı zamanda çok tehlikeli de bir film. belki bizler de bir karga yavrusu bulup onu beslemeye başlasak daha mutlu olamaz mıyız?

The Shawshank Redemption, Özgürlük Üzerinden Yozlaşma ve Ahlaksızlığın Mesajını mı Veriyor?