Gökyüzünün, İnsanların Yaşamını Nasıl Etkilediğini Araştıran Bilim Dalı: Arkeoastronomi

Gökyüzü, biraz daha açarsak dış uzayın Dünya'daki şehirlerin yaşamları ve inanışlarını nasıl etkilediğini araştıran bu bilim dalı, kuşkusuz dikkat çekici bir şey.
Gökyüzünün, İnsanların Yaşamını Nasıl Etkilediğini Araştıran Bilim Dalı: Arkeoastronomi
iStock

Nedir?

arkeolojik çizimlerden yola çıkarak, çizimlere konu olmuş (veya ayrıntı olarak sunulmuş) gök olaylarının gerçekleşme zamanlarını tahmin etmeye, deliller sunmaya yardımcı olan alt bilim veya disiplin.

örnek vermek gerekirse; bir tabloda arka fondaki gökyüzünde halley kuyruklu yıldızı varsa bundan yola çıkarak olaya konu olan zaman hakkında fikir yürütebiliriz.

Sukhothai Tarih Parkı, Tayland

Çıkış noktası

bu bilimin çıkış noktası, tüm eski uygarlıkların (hatta tek tanrılı dinlerin) mitlerinin birbiriyle inanılmaz uyumlu oluşu, tanrıların gökcisimleriyle özdeşleştirilmesi, astronomların aynı zamanda din adamı olması ve gökyüzüne fazlasıyla önem vermiş olmalarıdır.

"bu insanlar astronomiyle bu kadar ilgiliyse, bir zamanlar gökyüzünde bazı sıra dışı olaylar gerçekleşmiş olmalı", arkeoastronomların temel düşüncesidir.

Detaylı inceleyelim

görece yeni bir bilim dalıdır arkeolojik astronomi ve gökyüzü ile doğrudan ilişki içinde olan toplumların dünya görüşlerini şehirlerine nasıl yansıttıklarını ele alır, inceler, tarihi ve mitolojiyi mercek altına alarak mimari yapısının izlerini sürer. fakat önce mimari-insan ilişkisi üzerine, birkaç kelam etmek istiyorum. mimari bir sanattır ve sanat dediğimizde akla gelen ilk ve temel unsur estetiktir. estetik bir düzenlenme halidir ve insanın hayat karşısındaki tedirginliğini gidermek gibi önemli bir rolü vardır. düzensizlik vahşi ve ilkel zamanlarındaki kaos ve kargaşa halini çağrıştırır insana... tedirginlik ve şiddet güdüleri... öyleyse nizami mimariden nasibini almamış şehirlerimizin, kah daralıp kah genişleyen caddelerinde binaların arasında ilerlerken, adım attığımız her an bilinçaltımızdaki tedirginliğin ve şiddetin açığa çıktığını ve bunun toplumsal şiddetimizin temelinde yatan önemli bir faktör olduğunu iddia edebiliriz... belki de!

şehir yapılanmamıza arkeolojik astronomi'nin ışığı altında baktığımızda bambaşka bir tablonun çıktığını, harikulade bir üslup ile ortaya koyan yazar alev alatlı'dan alıntılarla devam edelim...

dar, dolambaçlı, hatta eğri büğrü sokaklar, kâh birbirlerine abanan, kâh uzaklaşan ahşap yapılar, küçük meydanların ortasında küçük camiler, mescitler, sebiller, çitlembikler, fıstık çamları, ıhlamurlar ve erguvanlar. istanbul, buydu. neden bizim şehirlerimizde yapılar toprağa rastgele serpilen bir avuç darının düştüğü noktalarda yükselmiş binalardan oluşmuş gibidirler? neden, evlerimizi dağların yamaçlarına dikip, ovaları uzaklardan seyretmek ister gibiyizdir?

Paskalya Adası'ndaki Moai heykelleri

bizim yerleşimlerimiz toprağa rastgele serpiştirilmiş bir avuç darının düştüğü noktalarda yükselmiş binalardan oluşmuşlarsa, nedeni yıldızların da öyle yerleşmiş olmalarıdır. evlerimizi dağların yamaçlarına dikip, ovalara uzaktan bakıyorsak; nedeni dağların ölümsüz, göksel ruhların fani ve insanoğlunu dölledikleri kutsal yerler olmalarıdır.

bugün şehircilik anlayışımızın izlerini sürdüğümüzde akrabamız cengizhan ve orta asyalı atalarımız karşılaşırız. moğol orduları, icazetlerini “tengri”den alır, kaderlerini “ebedi mavi gök”e emanet ederlerdi. cengiz han, babası ebedi mavi gök’ün tanrı’sının göksel ideolojisini benimser, onun göksel “yassa”sını eksiksiz uygular.

moğol hanları, dünyayı ebedi mavi gök’ün tanrı’sının himayesinde ve onun göksel ruhlardan oluşan “heyet”inin semaları yönetim ilkelerine, ideolojilerine sadık kaldıkları sürece, tengri, savaşçı moğol soyluları ile birlikte hareket eder, halkı düşmanlarından korur. “mavi moğollar”ın torunları için “mavi” kutsal renktir. imparatorluğu’nun adını “mavi” koyan cengiz han’dır.

dünyanın üçte birini kapsayan imparatorluk’un yurttaşlarının gözünde astronomi, resmi bir uğraştır, çünkü imparatorluk’un dizginlerinin ebedi mavi gök’ün ellerinde olduğuna inanırlar. heyet alimlerinin yani astronomların (osmanlılarda “astronomi”ye “heyet ilmi” denirdi), göksel ruhlar’ın dilek ve niyetlerini izleyebilmeleri, arzularını doğru saptamaları gerekir.

onüçüncü yüzyıl uzay araştırmalarını finanse eden dünya hükümdarı kubilây han’dır. cengiz han’ın torunu, çin’in doğusundaki hainan adası’na kadar 26 gözlemevinden oluşan rasathaneler zinciri kurmuş, en büyük yatırımı astronomiye yapmıştır. bu rasathanelerde gökküre’nin rölevesini çıkarılır.

Kubilay Han

gökküre’nin rölevesi

gökküre’nin rölevesinin çıkarılmasından amaçlanan yeryüzünde kurulacak şehirlerinin plânlamasının, göksel plânlamayı birebir yansıtmasını sağlamaktır. nitekim, atalarımızın şehirleri gökküre’nin rölevesinin yeryüzünde uygulanması şeklinde gerçekleşir.

uygulamanın yaşayan en iyi örneklerinden birisi, mavi moğolların kuzey başkent’i, beijing’dir. efsaneye göre, kubilây han, güneş, su, toprak ve ay tanrılarının arasındaki dayanışmayı onların yeryüzü’ndeki evlerini birbirlerine surlarla bağlayarak güçlendirmeye karar vermiş, böylece oluşan kareyi ufuk çemberinin içine yerleştirmiştir. güneş, su, toprak ve ay tanrıları, aynı zamanda kutsal yönleri, yani dünya’nın dört bucağı olan güney, kuzey, doğu ve batı’yı temsil ederler. çemberin ya da karenin merkezinde “mavi gök’ün tanrısı’nın yeryüzü’ndeki evi” inşa edilir. göksel imparatorluk’un hakanları, “ezeli ve ebedi mavi”nin, tengri’nin, gücünü dünya’ya akıttığı bu evde yaşayacaklardır.

konağın kapısının kayın ağacından oyulmuş olması anlamlıdır. kayın altayların kutsal hayat ağacıdır. bu muhteşem kapının kuzey steplerinin zararlı yin etkilerinden koruyacak, güneş tanrısı’nın cömert yang sıcaklığını içeri alacak şekilde güney’e yerleştirilmesi de tesadüfi değildir. inşaatta madeni çivi kullanılmaz, çatısı masmavi çinilerle örtülür. günümüzde “en mükemmel ahenk sarayı” diye bilinen bu binada, yeryüzü’nün imparatoru kubilây han, mavi gök’ün tanrısı ile birlikte yaşayacaktır.

han’ın sarayının yerinin saptanmasından sonra sıra imparatorluğun askeri ve sivil erkânının hüküm sürecekleri malikhanelerin yerlerini tesbit etmeye gelir. önce gökyüzü’nün güneş ve ay’dan sonra en parlak yıldızı olan büyük tazı (canis major) kümesinin en görkemli yıldızı sirius’den bir şakül sarkıtılır. “cebbar avcı” dediğimiz orion’un “betelgeuse” ve “rigel” yıldızlarına kanca atılır, böylece ordunun sol ve sağ kanat kumandanlarının karargâhlarının yerleri saptanır. “arabacı” kümesi augira’nın oğlağı capella’nın izi düşürülür. küçük arslan, leo minor’ın “regulus”unu, küçük köpek’in “procyon”unu, boğa takım yıldızı taurus’un “aldebran”ını indirirler. canopus, kentaurus, arcturus, vega, archernar, hadar, acrux, altair ile devam ederler. doksan dokuz yıldızın yeryüzündeki doksan dokuz evini işaretlerler. kubilây han'ın yeryüzü şehrinin mimari plânı, gökyüzü’nün mimari plânının tıpkı basımı olur.

Betelgeuse / Görsel: Kozmik Anafor

teoman’ın büyük oğlu mete

bir diğer akrabamız, hun yabgusu teoman’ın büyük oğlu mete’nin, “ezeli ve ebedi gökyüzü’nün biricik kızı” olarak bilinen, çift-bileşkenli süperdev polaris yani kutup yıldızı evlendiği anlatılır. efsaneye gore, “polaris gülse, mavi gök güler, polaris ağlasa mavi gök ağlardı. mete han, kutup yıldızı polaris’i gebe bıraktı, oğuzlar, göksel ruhlar divanı ile akraba oldular. göksel gelinleri yeryüzündeki yaşamını yadırgayıp mahzun olmasın diye atlarını maviye boyadılar. mavi atlarını polaris’in yurtunun etrafında dolaştırdılar, takımyıldızları aratmadılar.”

anadolu türkçesinde kutup yıldızı’na “demirkazık” deriz ve sadece bizim topraklarımızdan beşten fazla “demirkazık” tepesi ya da dağı vardır. kutup yıldızı, mete han’a oğulları gün, ay ve yıldız’ı doğurduğunda, göksel akrabaları ona doğum hediyesi olarak gök tüylü, gök yeleli, masmavi bir kurt armağan ederler.

sonuç olarak arkeolojik astronomi bize ezeli ve ebedi gökyüzü ile doğrudan ilişki içinde olan toplumların, dünya görüşlerini şehirlerine yansıttıklarını söylüyor. kendilerini kâinata/gökyüzüne bağlayan toplumların doğayı fethetmek, samoderjets’lerin (hükümdarlarının) gücünü cismanileştirmek için yola çıkmadıklarına, şehirlerinde geometriye, yada “regulyarnaya” itibar etmediklerine işaret ediyorlar. bizim yerleşimlerimiz toprağa rasgele serpiştirilmiş bir avuç darının düştüğü noktalarda yükselmiş binalardan oluşmuşlarsa, nedeni yıldızların da öyle yerleşmiş olmalarıdır. evlerimizi dağların yamaçlarına dikip, ovalara uzaktan bakıyorsak; nedeni dağların ölümsüz, göksel ruhların fani ve insanoğlunu dölledikleri kutsal yerler olmalarıdır.

Arkeologların Sizleri Çok Şaşırtacak Çalışma Hayatından Bir Kesit