Hayır Kelimesini Neden Dolu Dolu Kullanmamız Gerektiğini Anlatan Bir İsyan

Günümüzde bir şeyi istememek veya o şeye karşı hoşgörülü davranmamak sorgulanır oldu. Bu gizli mecburiyete karşı bir görüş belirtmiş Sözlük yazarı "parasite".
Hayır Kelimesini Neden Dolu Dolu Kullanmamız Gerektiğini Anlatan Bir İsyan


hayır, güçlü bir kelimedir

"hayır" insanın reddetme gücü, güvenli limanı, en doğal hakkıdır. kullanın! bu kelimenin güçten düşürülmesine, ısrarla sorgulanmasına da izin vermeyin. diğer yandan ne olur artık şu kelime ve anlamıyla barışın. kabullenin. lütfen!

geçen gün birinden çok basit bir aktiviteyi birlikte yapma teklifi aldım. "şu an istemiyorum, belki başka zaman." dedim ve aldığım karşılık "neden?" oldu. abartısız 10 dakika boyunca yetişkin bir insana "istemiyorum"un ötesinde bir neden belirtmek zorunda olmadığımı, "istemiyorum"un ötesini sorgulama hakkının olmadığını ve dahası "istemiyorum"un ötesinin olmadığını anlatmaya çalıştım.

genelleme yapayım. "ben ısrar sevmem bir kere" ile başlayan süreç "bunun neresi ısrar?" reddiyle devam edip "nedenini merak etmeye hakkım yok mu?" isyanıyla sonlanıyor. size bir teklifle gelen insan sırf bir teklifte bulundu ve hayır cevabını aldı diye saçma sapan bir sorgulama hakkı talebinde bulunuyor. belirtmek zorunda dahi olmadığınız, sadece karşınızdakini önemseyip ciddiye aldığınız için belirttiğiniz nedeni aldıktan sonra bu nedenin suyunu çıkarma motivasyonuyla sonsuz bir sorguya girişiyor. ısrarda zorbalık seviyesine ulaştığını belirttiğinizde de alınıyor, bozuluyor, abarttığınızı söyleyip saldırganlaşıyor ve sizi "garip" olmakla suçluyor.

oysa kronik ısrarcıların soruları almak istedikleri cevapları almak için soruyor olmaları sorunun muhatabını zerre ilgilendiren bir durum değil. gerçek bir insanla kurulan iletişimde her şeyin kişinin beklediği gibi gitmeyebileceğini, tekliflere "hayır" cevabı alınabileceğini öngörüp bu durumu kabullenmek kişinin kendi sorumluluğu. en ufak konudan en büyük olaya kadar alınan her olumsuz geri dönüşle başa çıkmak dönüşü alanın kendi işi. reddedilişini ederinden fazla büyütüp başa çıkamayacağı bir hale getirdikten sonra karşısındakine yansıtıp saldırganlaşmak da hastalıklı bir tavır.


çevremin sokakta yanımdan geçen insandan en yakın arkadaşıma kadar zorbalarla dolu olduğunu bazen büyük şaşkınlıkla fark ediyorum. daha korkuncu hiçbiri zorbalığının farkında değil.

basit bir "bir tabak yemek daha" teklifi bile düpedüz tacize evriliyor. "hayır" cevabının gücünü geçtim anlamına dahi saygı yok. o kadar uzun bir süre bize tekliflere ilk önce "hayır" demenin kibarlık, olması gereken olduğu pompalandı ki kimse bir hayır'ın gerçek bir hayır olduğuna inanmak istemiyor. hayır birçok insan için ya "istemem yan cebime koy" demek, ya "biraz daha ısrar etmeni istiyorum" ya da "ilk seferde kabul etmeyi ayıplıyorum". bu algı insanları hayır'ın ötesine en az bir adım atmak zorunluluğuna itiyor. hızını alan duramıyor.

insanın hayatında önemli, yaralayan ve hayal kırıklığına yol açan reddedilişler olur. bunlara karşı gücenmiş, üzülmüş ve hatta kızmış insanı bir yere kadar anlıyorum. ancak "sinemaya gidelim mi?" teklifinin reddi ne ara insanları bu kadar travmatize eder oldu? bu küçük hayır haklarımız ne ara insanları aşırı rencide edip nedenlerimizin suyunu çıkarıp sonsuz bir neden sorgulama döngüsüne girmeye sevk etti onu anlayamıyorum. istenilen şeyi önce reddetmenin kibarlık olduğu yerde reddedilmeyi anlayamıyor olmak kafama yatıyor da insanların ısrarla arkasında durdukları hayır cevaplarını zerre ciddiye almama saygısızlığının doğal karşılanıyor oluşunu hiçbir yere oturtamıyorum. 

romantik ilişkilerde türlü zehirli fikir üretilmiş durumda

birçok insan "peşinden koşulması" gerektiğini düşünüp kabulüne ret süsü veriyor, birçok insan her reddi gizli kabul sanıyor. karşılıklı birbirini besleyen boktan bir düzen bu. konunun reddedilmeyi abartıp ve dahi karşı tarafa ret hakkı tanımayıp kırılgan egolarla saldırganlaşılan romantik ilişki kısmı dinamikleri biraz daha değişik, tümüyle olmasa da belli ölçüde başka entrynin konusu. ben günlük hayat ısrarcılarını çok daha anlaşılmaz ve başa çıkılamaz buluyorum.

ebeveynler çocukları üzerinde, çocuklar ebeveynleri üzerinde, sevgililer/arkadaşlar/akrabalar birbirleri üzerinde hadlerinden ve işin olurundan kat kat fazla bir hakları olduğunu düşünüyor. herkes kendi kırılgan egosunun başkaları tarafından sarılıp sarmalanmasını, her şeyin kendi istekleri doğrultusunda ilerlemesini, istediklerinin anında yapılmasını, herkesin onların doğrularına göre yaşamasını istiyor ve herhangi bir ters tepkinin kendilerine mantıkları alana kadar açıklanmak zorunda olduğuna, yaptıkları şeyin taciz olup olmadığına kendilerinin karar verebileceğine, kuralların onlara uygulanmaması gerektiğine, kişilerin prensiplerini kendilerine özel olarak görmezden gelmesi gerektiğine, çok özel olduklarına, reddedilemez olduklarıNa, reddedildiklerinde reddedilme nedenlerinin kendilerine ikna edici ve kaliteli bir sunum ile açıklanması gerektiğine vs. inanıyor. kişisel sınırmış, farklılıkmış, "dünya senin etrafında dönmüyor"culukmuş, özel hayatmış zerre aklı almıyor toplumun çoğunluğunun.

böyle günlük hayat ısrarcılarına sırf onlar hayırdan anlamıyor diye yalanlar uydurarak, bizi sıkıştırdıkları köşeden çıkmak için çareyi onlara uyum sağlamakta bularak bu kanserin büyümesine yardımcı oluyoruz. o yüzden hayırımıza sahip çıkmamız hayati önem kazanmış durumda.


yani kardeşlerim

artık kibarlığı, çarpık saygı anlayışını, orta yolculuğu falan bırakıp hemen bugün "bir tabak daha yemeden bırakmam" diyen teyzeye bas hayırı. iki kere meşgule atmana rağmen ısrarla arayan arkadaşına gür bir sesle "hayır!" de.

yapmak zorunda olmadığım, sadece karşımdaki insanı ciddiye alıp saygı duyduğum için gerekli gördüğüm ölçüde yaptığım açıklamaları zerre umursamayıp baskısını devam ettiren kronik ısrarcılara artık açıklama falan yapmıyorum. hepsinin zorbalığını yüzüne vuruyorum. biraz üzülsünler!

Ütüyü Neden Bir An Önce Hayatımızdan Çıkarmamız Gerektiğine Dair Haklı Bir İsyan

İnsanlardaki Çocuk Yapma Merakına Aşırı Yabancılaşan Bir Sözlük Yazarının Nitelikli İsyanı