Her Şeyi Sınırda Yaşama Durumu: Borderline Kişilik Bozukluğu

Tam anlamıyla her şeyi uçlarda yaşama rahatsızlığı diyebiliriz Borderline için. Lafı fazla uzatmadan bu rahatsızlığa sahip ya da bu rahatsızlık konusunda tecrübeli yazarlara bırakıyoruz sözü.
Her Şeyi Sınırda Yaşama Durumu: Borderline Kişilik Bozukluğu
iStock.com / KatarzynaBialasiewicz

Borderline'a sahip kişiler nasıl hissederler?

bir bilgenin sabrini ta$irabilecek kadar saldirgan, bir kediyi sakinle$tirebilecek kadar uysal, bir toplulugu gulmekten kirip gecirebilecek kadar pozitif, yanindakileri intihara surukleyebilecek kadar negatif, butun gece dansedebilecek kadar enerjik, butun gun uyuyabilecek kadar yorgun, bir haftalik i$i yarim gunde bitirecek kadar hizli, yarim gunluk i$i bir haftaya yayabilecek kadar yava$, bir gelincik kadar narin, bir cam agaci kadar guclu...

sevildiğine bi türlü ikna olamayan, dünyanın kendi etrafında dönmesini isteyen, seansı bitip de psikoloğun başka hastayla görüşmesini kabullenemeyen ve bu durumda bile kendini aldatılmış hisseden kişilik.

bu psikolojik rahatsizliga sahip olan kişiler, siddetli ve denetlenmesi oldukca zor heyecanlar ve baskalarina ya da kendilerine yonelen yogun ofkelenme nobetleriyle yipranirlar. ofke cogu kez yerini, bir bosluk ve sikinti hissiyle birlikte depresif bir mizaca birakir. kisilik problemleri olanlar arasinda intihar orani en yuksek gruptur.

borderline kisiler sectikleri insanlari veya kendilerini once gozlerinde asiri buyuturler sonrada inanilmaz degersiz bulurlar.ofkelerine hakim olamaz, boslukta hisseder,zaman zaman kendilerine zarar verilecegi duygusuna kapilirlar.duygular an ve an degisebilir.self destruction ve intihar girisimleri soz konusu olabilir.kimlik karmasasi yasanir.

başıboş büyük bir topsun! duygusal anlamda degilmisin? ruh halin dagilmi$ durumda, probleminin ne oldugu insanların kafasını karıştırıyor..ama bu kadar basit; sen herseyi siyah ve beyaz olarak görüyorsun! ruhsal ı$ıgının yüksegini ve alcagini tutkuyla yasiyorsun...diger insanlar gibi kucuk seylere gıcık olmak yerine, sinir ve öfke nöbetlerine egimlisin ama cogu zaman öfkeni kendine zarar vererek kendinden cıkarıyorsun...kapsamlı bir psikolojik yardıma ihtiyacin var ama deluzyonal olmadıgın icin yada kendini camdan atmadıgın için kimse farketmiyor..kötü dimi?

ileri düzeyde olanlar için söylüyorum bunu, yeryüzündeki cehennem. kendileri de kendi cehenneminin hem zebanisi hem odun taşıyıcısı hem kurbanı hem katili.

yalnız kalamazlar, mümkün değil. kendileri ile başbaşa olamazlar, başkalarında kaybolmaları gerekir. başkalarının yanında ne kadar mutsuz olduklarının önemi kaybolur, hatta bu başkalarının beş para etmez kişiler olmaları da mühim değildir, yeter ki hoşlarına giden birkaç söz çıksın ağızlarından.

uç noktada ölüm korkuları vardır, seks hayatları inanılmaz karmaşıktır, es kaza sevgili oldunuz diyelim ve onun arkadaş ortamına girdiniz, tanıştığınız kişilerin çoğu ile yatmıştır. onu geçtim, sizin arkadaş ortamınızdaki çoğu insanla da yatabilir, şanslıysanız sizden ayrıldıktan sonra.

aldatma çok sıradan bir durumdur. şimdi şöyle düşünebiliriz, kim aldatmıyor ki? ya da tabi ki sevgi, saygı ve sadakat barındıran ilişkiler de var bunun aksine. aldatmak konusuna dönelim, aldatmak var aldatmak var. yurt ya da şehirdışından biri ile aldatmak, ex'lerden biri ile aldatmak, iş arkadaşı ile aldatmak, çiftin yatağına başka birini alarak aldatmak var, sosyal çevreden insanlarla aldatmak var, arkadaş çevresinden ve çevrenin de bildiği bir şekilde aldatmak var. bu sıralamada her hangi bir şıkka uzaklık hissetmeme gibi bir durum da vardır.

herhangi bir pişmanlık duymadan her türlü suçu işleyebilirler, hırsızlık yapmaları onlar için çok doğaldır. işin içinde adrenalin de varsa ne ala.

sevilen bir insan olmak isterler ve bu yüzden tam bir sosyal bukelamundurlar, onlar için bu da çok doğaldır. iyicil ve hümanist bir izlenim yaratmak isterler ama "kullan at" yaşam mottolarıdır. herkesten ilgi beklerler ama dünyada tek bir insan bile onlar için önemli değildir, buna aile de dahildir. burada yatan "terkedilme korkusu"nun doğal sonucudur, yaşamak ister ve mevcut koşullarda zaten bir şekilde terkedileceğinin az buçuk farkında olduğundan, yaklaşımını bu şekilde gerçekleştirir. duygusal boşlukları muazzam boyuttadır, bir bütün ile beraber olabilme arzusu çarpık seks hayatlarına bir açıklama olabilir, ki etkisi büyüktür, ölüm korkusu da işin tuzu biberi olur bu konuda. yine benzer şekilde bir bütünü hissetme arzusu ile uyuşturucu kullanımına meyillidirler zira ilk başta dediğim gibi kendilerinin cehenneminde tek başınalardır.

"hayatı yalan" denilen insanlardır, sık yalan söyleyen tanımından daha uygundur bu durum zira inanılmaz bir savunma ve inkar mekanizmaları vardır. inkar mekanizmasının hayrete düşüren yanını gözlemyebilirsiniz, hatta hasta olduğunu daha iyi anlamanızı sağlar, pek tutarlı bir örnek olmayacak hatta çok uç nokta ama daha iyi anlaşılsın diye şöyle söyliyeyim, herkesin apaçık ortada gördüğü bir gerçeği inkar ederken o kadar saldırgan o kadar yırtıcı olurlar ki ağzınız açık kalır. hani aldatırken yatakta bassanız kalkıp sizi döverler ve bu konuda kesinlikle haklılardır. * aslında dönüp dolaşıp başta bahsettiğim cehenneme denk düşer, öfke, hiddet, kendilerine yöneliktir ama ilginçtir kendisine öfkelenip başkasını öldürebilecek insanlar bu hastalıktan muzdarip insanlardan çıkar. tabi kendi hayatlarını sonlandıranlar da vardır.

yakın çevrelerinin dışında, kendilerinin gördükleri zarar da azımsanmayacak boyuttadır, iş ilişkileri sendeler, ikili ilişkiler hep yorucudur, her türlü madde bağımlılığına sonuna kadar açıktırlar. yatkınlıkları da varsa eğer, alkolizm diğer yandan pençeyi atmıştır, karaçiğer iflas sinyalleri gönderir sıklıkla, sağlıklı karar alma mekanizmaları çökmüştür, gölgelerle boğuşurlar.

şeytanlar görürler hep, karşıdaki insanda her hangi bir art niyet bile olmayabilir fakat hasta kişinin kafasındaki şablonda durum böyledir. kafalarının içine fısıldanılan vesveselerin kurbanıdırlar, halbuki vesveseler kendi özlerinden kaynakladan bir yansımadan ibarettir, o yüzden sevemezler. hatta bu yüzden karşı taraftan gelen birkaç kötülük onlar için biraz rahatlatıcı sayılabilir, bahane misali, "ben onu berkcan ile aldattım ama o da geçen gece son tek sigaramızı habersiz içmiş." gibi... *

anne faktörünün etkisi büyüktür, ki anneleri bu hastalıktan müzdarip kızların çok ama çok büyük bir kısmı aynı hastalığın ya da daha doğrusu lanetin taşıyıcısı olarak ömürlerine devam eder. anne ile ilişkilerde nefret, kin gibi duygular ile şefkat, sevgi gibi duygular arasındaki hızlı geçişler üstlerine siner ve duygular ölür. üstüne erken çocuklukta travmalar ve belki cinsel istirmar, ilk gençlikte de çocukluk döneminde yaşananların ve anne ile ilişkinin yarattığı algının dolaylı etkeni olduğu olaylar ile, kişilik gelişiminin en önemli çağlarında hastalığın sağlam temeli atılır.

yardıma ve sevgiye muhtaç haldelerdir, öyle midirler? bu görüntü bir terkedilme korkusunun yan ürünüdür, vicdana oynarlar bazen, ağlama nöbetlerinden sonra ilk iş yapılacak yeni yamuğu tasarlamaktır. yine de, herşeye rağmen, aslında muhtaç haldelerdir fakat ne yazık ki iyileşme şansları çok ama çok azdır. zaten ilerleyen yaşlarda topluma biraz daha uyum sağlayan, kendilerine ve başkalarına daha az zarar veren bireylere dönüşürler, (eğer herhangi bir aşırılıktan ölmediyseler.) kısaca daha iyi bir maske ve buna daha uyumlu bir kişilik yapısına bürünürler. kısaca, iyileşme ihtimalleri yok denecek kadardır, sevginin iyileştiremeyeceği birşey yok diyenlerdenseniz, sizi canı yürekten kutlarım fakat.. psikologların bile tahammül edemediği vakalarda hayalperestliğin lüzumu yok, kaldı ki ben herkesin illa tedavi edilmeleri gerektiğini düşünen bir insan değilim hatta bazıları için daha kötü sonuçlar getirebileceğini, ne olursa olsun tedavi mantığının sağlıklı olmadığını düşünenlerdenim.

belki kendi şeytanlarını kontrol altına almaya odaklanabilir, geçmişlerindeki acı dolu travmatik anılarla yüzleşme cesaretini gösterebilirler, belki başkalarını affedebilirler, vesveselerinin gerçek olmadığını anlayabilir ve normal bir insan nasıl davranırdı gibi sorularla kafalarını meşgul edebilirler. meditasyon ve biraz maneviyat kesinlikle önerilir. cehennem bile sonsuz değildir. ha buarada ahiret inancı olan bir insan değilim ama metaforun hastasıyım.

Yaşayanların ağzından Borderline

bunları yazarken dahi zorlanıyorum..

aslında bu konuda konuşmaktan, okumaktan, yazmaktan kaçıyorum ya da kaçıyordum.

tam 5 senedir borderline'ım. 

daha öncede tanı koyulmuştu ciddiye almadım.
bir süredir psikotik ataklarım öyle sıkıntılı bir hal aldı ki görmezden gelemez oldum.
bu zor, bunu anlatmak zor yaşamaksa imkansız.
biri var, o siz değilsiniz bazen de tamamen sizsiniz.

öyle öfkeli ki hayata.. her şeyi yakıp yıkabilir, herkesi silebilir, zaman tanımaz insan ayırmaz..
her daim gırtlağınızda eli, ne zaman boğacak beni tekrar diye tetikte olmaktan yorgun düşmüşsünüz.

boğuyor da sık sık, ama öldürmüyor kelimenin tam anlamıyla süründürüyor.
bir kelime, bir bakış, bir fotoğraf bile yetiyor karşınızdaki insandan nefret etmenize.
temelinde kaybetme korkusu var..

öyle korkuyorsunuz ki sevdiğiniz birini kaybetmekten, kaybetmemek için varınızı yoğunuzu ortaya koyuyorsunuz. oysa bazen kimsenin gittiği falan olmuyor. paranoyalarınız sizi avucunun içine almış adeta esir ediyor.. 

zihniniz bildiği tüm işkenceleri uyguluyor üzerinizde..
kafanızda hep aynı şey ''uyursam geçecek, içersem geçecek''..
kaçmaktan başka hiçbir yolunuz yok gibi, tüm evren bomboş gibi..
çığlık çığlığasınız ama kimse duymuyor gibi.

ne kadar para, başarı, kalabalık olursa olsun bu yetmiyor..
öyle çok duyulmak istiyorsunuz ki dinlemeyi unutuyorsunuz.
o kırgınlıklar, üzüntüler öfkeye dönüşüyor.

benim ağzımdan mı çıktı bunlar - bunu ben mi yaptım diyeceğiniz şeyler söylüyor ve yapıyorsunuz.

pişmanlık duyuyorsunuz, gerçek sizi buluyorsunuz derken fısıldıyor kulağınıza o elin sahibi..

''ama seni sevse şöyle yapmazdı, hak etti - canı cehenneme''
az önce özür dilemişken birden kin kusar hale geliyorsunuz..
karşınızdaki şaşkın, üzgün, yorgun..
ne olur anlayın, ne olur dinleyin bizleri..
evet zor, evet yorucu ama sadece şunu kendinize hatırlatın ''

bizler sevilmek isteyen çocuklarız..''

bizler siz bizi sevin diye her şeyi yapabilecek olanlarız..
tedavisi zor ve uzun bir süreci kapsıyor..
yakınlarım bendeki dengesizliğin farkındalar ve ellerinden geldiğince yardımcı olmak istiyorlar..

her gün iki kişi uyanmak ve kimin ne zaman neye nasıl tepki vereceğini bilmemek öyle zor ki.
tek istediğim sizler gibi uyanmak.
geçmişi arkada bırakmak,
insanlara kızmamak,
kendimden daha fazla ödün vermemek,
kaçmak için değil de dinlenmek için uyumak..
başklarından bağımsız biri olmak, sizler gibi biri olmak.

size değer verenleri bıktırmak, boğmak, sıkmak ve sizden nefret etmelerini sağlamak borderline'lı hastaların en iğrenç özelliğidir. size en yakın kişiler bilir genelde hastalığınızı, diğerleri tarafından sevilen biri bile olabilirsiniz ama bu insanlara çok yaklaşan, onları önemseyen yanar.

bunları bir borderline'lı olarak söylemek ne kadar acı bilemezsiniz. bu hastalığa sahip insanların fark etmeden kötülük yapması, hem de aslında en çok sevdiklerine bunu yapması onları mahvediyor. bu kişilerle ilişki yaşayanlar onlara ağızlarına geleni söylüyorlar. onların ruhsuz, kıskanç, bencil olduklarını düşünüyorlar. kendi açılarından haklılar da zaten ama biz aslında ruhsuz değiliz. biz şanssız insanlarız sadece. bazen küçüklükte bazen de gelişim çağında travmalar yaşamış insanlarız. bizimle ilişki yaşayanlar aslında onları sevmediğimizi düşünürler ama biz aslında fazla sevdiğimiz için öyle davranıyoruz. masumiyetimizi açıklamaz bu gerekçe ama biz doğru şekilde sevmeyi öğrenememiş insanlarız. yeri gelir size öfkelenir, bağırır hatta saldırırız ama bunlar kalbimizin çırpınışlarıdır aslında. "beni sev! ben sevgiye muhtacım! kırma beni, acıtma canımı... zaten çok acıttılar bu zamana kadar, sen de yapma..." demek ister, diyemeyiz. saldırmayı, suçlamayı tercih ederiz. çünkü zayıf noktalarımızın öğrenilmesinden, güvenmekten korkarız ve güvenin sonundan, yani kırılmaktan.

gözlerimiz dalıp gidiyorsa bir yerlere ve yavaş yavaş süzülmeye başlıyorsa yaşlarımız, sevgiye muhtacız demektir. sorun şu ki muhtaç olduğumuz anda asla anlayamıyoruz bunu. boş boş düşüncelere dalıyoruz sadece. "ne oldu?" diye sorsanız "bilmiyoruz". çok sevseniz, mutlu etseniz bile sizden hep daha iyisini bekliyoruz. size bağımlı hale geliyoruz. sonra ağzınızdan çıkan bir kötü sözle bile yıkılıyor, her şey güzel giderken bile bırakıp gitme ihtimalinizi düşünüyor, ölmek istiyoruz. her şeyden herkesten kıskanıyoruz sizi. dayanamıyorsunuz buna, nasıl dayanılır ki zaten, patlıyorsunuz birden, kızıyor bağırıyorsunuz bize. "biliyordum" diyoruz biz de sonra, "beni bırakacağını, beni sevmeyeceğini biliyordum". önceden melek olan bizler o noktadan sonra şeytanlaşmaya başlıyoruz. sinirlenmeler, hakaretler, saldırmalar birbirini izliyor sonra. hep aynı senaryo ne yazık ki. sizi acımasızca dövsek bile hep soruyoruz "neden... neden beni çok sevmedin?"

içimizdeki melek de şeytan da biziz ama biz aslında kötü değiliz ki. öğrenememişiz sadece sevmeyi, sevilmeyi; nasıl değer verilir, nasıl değer verenin kıymeti bilinir anlayamamışız... bu yüzden kızmayın bize artık, sadece bu hastalığa sahip insanlarla tanıştığınızda uzaklaşın onlardan.

biz nasıl olsa alışıyoruz yalnızlığa :)