İkinci Kavimler Göçü: Türkiye 2 Milyonu Aşkın Kişi İle En Çok Mülteci Kabul Eden Ülke

Furkan Temir'in 140journos'ta hazırladığı yazıya göre, Türkiye Eylül 2016 itibariyle 2 milyon kişiyi aşkın kişiyle en çok mülteci kabul eden ülke. Birleşmiş Milletler verilerine göre ise dünya üzerinde 50 milyonun üzerinde insan ülkelerinin dışında mülteci olarak yaşıyor. Bir nevi "İkinci Kavimler Göçü"

"türkiye, eylül 2016 verilerine göre 2,733,655 kişi ile dünyada en çok mülteci kabul eden ülke. geçtiğimiz 10 yıl içinde dünya büyük bir mülteci krizinin içine girmiş durumda. dünyamızda savaşmak ne kadar yasalsa, savaştan kaçmak da bir o kadar yasadışı."

birleşmiş milletler verilerine göre dünya üzerinde 50 milyonun üzerinde insan savaş, yoksulluk, salgın hastalıklar, doğal afetler gibi sebeplerden dolayı ülkelerinin dışında mülteci olarak yaşıyor ve bu sayı önlenemez biçimde her geçen gün artmaya devam ediyor.

açıkça söylemek gerekirse, geçtiğimiz 10 yıl içinde dünya büyük bir mülteci krizinin içine girmiş durumda; belki de kavimler göçü’nden sonraki en büyük göç dalgasını yaşıyoruz. buna “2. kavimler göçü” bile diyebiliriz. 


ortadoğu’da suriye, ırak, ıran, afganistan ve pakistan’dan, arap baharı sonrasında kuzey afrika ülkelerinden, iç savaşlar, kuraklık ve açlıkla mücadele eden afrika’dan avrupa’ya doğru ileride dünya kültürünü kökünden etkileyebilecek ve sonuçlarını tahmin edemediğim büyük bir göç dalgasından bahsediyorum. bu göç yavaş yavaş ve kendini hissettirmeden ilerlemeye devam ediyor.
devletlerin bu krize karşı politikalarının pek umut vaat edici olduğunu söylemekse mümkün değil. bulabildiğimiz en geçerli çözüm ülkelerimize sığınan insanları geçici çadır ve konteyner kamplara yerleştirmek. 


dünya üzerindeki gelir dağılımını eşitlemek, insanların ülkelerini terk etmelerine sebep olan öncülleri ortadan kaldırmak, açlıkla mücadele etmek, salgın hastalıkların önüne geçmek gibi eylemlerden çok uzağız. yaptığımız sadece semptomları ortadan kaldırmak. hastalığa çözüm bulmak mı? hayır, şimdilik öyle bir şey düşünmüyoruz. peki o halde, ne olmasını umuyoruz? bir gün bütün bu kötü şeyler kendiliğinden bitecek ve bu insanlar yıkılmış hayatlarını bulmak için anavatanlarına geri dönecek olmasını mı?
hiç sanmıyorum.


fazla pesimist değilim; sadece gerçekçiyim. yapılan araştırmalara göre bir mülteci ülkesindeki savaş bittikten sonra ortalama 9 yıl içinde ülkesine dönebiliyor. yüzde kaçının geri döndüğüyle ilgili pek sağlam bir araştırmaya rastlamadım zira araştırmayı yapacak kadar ülkesine dönen mülteci bulamamışlar. bu da demek oluyor ki, geçici olarak çadırlara yerleştirdiğimiz ve ülkelerine dönmesi için gün saydığımız bu insanlar dönmeyecekler. bu gerçeği soğukkanlılıkla kabullenmek ve çözüm aramak, yapabileceğimiz en mantıklı şey olur. yerleşim yerlerinin kilometrelerce uzağına plastik tentelerden kamp kurmak, polis ve zabıtalarımızla insanları sokaktan toplayıp; gözden ırak yerlerde biriktirmek inanın bir çözüm değil ve bu sorun görmezden gelinebilecek kadar küçük bir sorun olmaktan çoktan çıktı.

görün, çünkü bu insanlar da bunu istiyor; geceleri sokaklarda yatarak, televizyonlara, gazetelere haber olarak, sınır geçişlerinde susuzluktan ölerek yapmak istedikleri tek bir şey var: “bizi görün” demek. dillerini bile bilmediğimiz bu insanları önce görmek sonra anlamak çok kolay değil biliyorum. hele de devletlerin mülteci krizlerini politik birer avantaja dönüştürmeye çalışmaları sonucu medyadaki haberleri manipüle ederek sorunu kendi istedikleri gibi göstermeye çalışmalarını düşünecek olursak.


örneğin; fransız başbakanı manuel valls, bu sene yaptığı bir açıklamada fransa’nın mülteci krizi ile ilgili üzerine düşeni fazlasıyla yaptığını belirterek 2012’den bu yana ırak’tan 5.000, suriye’den ise 4.500 kişi kabul ettiklerini söyledi. yani toplamda 9.500 kişi. sıradan bir anadolu kenti olan gaziantep bile fransa’nın tam 30 katı mülteciyi tek başına ağırlıyor. sizce de fransız başbakanı rakamlardan haberdar olmayan fransız halkını manipüle etmeye çalışmıyor mu?

peki türkiye bu krizin neresinde?

fransa 9.500 mülteciyi büyük bir kriz olarak görüp “üzerimize düşeni fazlasıyla yaptık” derken, bırakın türkiye’yi, 280.000 sığınmacının yaşadığı gaziantep, bu soruna fransa’dan daha mı uzak sanıyorsunuz? açıkça nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. bize gösterilmeyen ile gerçekler arasındaki uçurumu gördüğünüzde hayretler içinde kalmanızdan korkuyorum. çünkü en eğitimlimiz bile konu mülteciler olunca afallayıp kalıyor, vicdani düşünmekten yoksun inandığı ideolojinin tarafından ne düşünmesi gerektiği söylenilen bir kuklaya dönüşüyor. konuya yakından ilgi duyanlarımızsa sadece “türkiye’de ‘çok’ sığınmacı var” diyebilecek mesafede yakın. evet söylüyorum; türkiye bu sorunun tam merkezinde, birleşmiş milletler verilerine göre dünyada en çok mülteci kabul eden ülkeyiz. 26 eylül 2016 itibariyle 2,733,655 sığınmacı ülkemizde yaşıyor; türkiye’yi 1.03 milyon kişiyle lübnan takip ediyor.


2012 yılında suriye’de başlayan iç savaş sorunun merkezinde olmamızın en büyük sebebi. 911 km’lik kara sınırıyla türkiye, suriye’deki sivil insanların gözündeki tek kurtuluş umudu. istanbul’da tanıştığım bir mülteci, bozuk türkçe’siyle bana “başka istanbullar da varmış, doğru mu?” demişti. asıl sormaya çalıştığı başka umutların da olup olmadığıydı; başka istanbul yok, o da biliyordu. belli ki aradığını bulamamıştı burada. nasıl bulsun ki; bizim bile açlık sınırında yaşadığımız bu şehire 5 çocukla birlikte çalışma izni olmadan, hiçbir yardım almadan, dil bilmeden, tüm bu karmaşanın içinde bambaşka bir kültürden, savaşın içinden kopup gelmişken nasıl bulacaktı istanbul’da istediğini. o zaman belki de avrupa’ya gidebilirdi, orası istanbul’dan daha iyi olmalı.

istanbul’a muhtemelen şanlıurfa’dan gelmişti. oradan önce de kilis’teki sınır kampına yerleştirilmiş. belki bir dönemde ankara’daki akrabalarının yanında kalmıştı. şimdi ise aklında avrupa hayalleri dolaşıyordu. önce bulgaristanı dener, oradan italya’da yakalanır ve mülteci kampına götürülür; almanya’ya geçerek, mülteciler için yaşamın çok iyi olduğunu duyduğunu, hatta bir iki tanıdığı kişinin orada yaşadığını bildiği isviçre’ye bile gidebilirdi. işte mültecilerin hayalleri bunlardan ibaret. dünya üzerinde bir anda serbestçe dolaşan mülteci sayısı 30 milyon. yani 30 milyon insan tam şuanda kendine daha iyi bir yuva bulmak amacıyla bir şehirden diğer bir şehire ya da yasadışı yollardan başka bir ülkeye geçiyor.


türkiye bu krizin tam merkezinde diyordum ya, aynı zamanda avrupa’ya gidiş için hem kara hem de deniz sularından bir köprü görevinde. köprü dediysem, legal bir köprü değil. dünyamızda savaşmak ne kadar yasalsa, savaştan kaçmak da bir o kadar yasadışı. mülteci olmak demek, mayın döşeli sınırları gözünü karartıp aşmak, yüzme bilmeden seni taşıyacak şişme teknede günlerce denize açılmak demek. her sene binlerce insan bu tehlikeli umut yolculukları sırasında, kara mayınları ve güvenli olmayan deniz yolculukları nedeniyle hayatını kaybediyor. çünkü kendimize itiraf edemesek de bu insanları ülkemizde istemiyoruz. gelmelerini önleyecek her türlü önlemi alıyoruz. sınırlarımıza teller çekiyoruz, donanmalarımızı denizlere salıyoruz; bir şekilde insanların savaştan kaçmalarına engel oluyoruz. amacımız ne, gerçekten çok merak ediyorum. yetmezmiş gibi bu operasyonların adına kurtarma operasyonları diyoruz; suçluluk psikolojimizden olsa gerek.

dünya üzerindeki yerleşik kültürleri kökten değiştirebilecek bir göç dönemi içindeyiz. kamuoyu olarak içinde bulunduğumuz durumun ciddiyetini anlamamız ve devletlerimizin politikaları üstünde baskı kurmamız gerekiyor. ayrıca çözüm için bize gösterilenlerin arkasındaki gerçekleri araştırıp ideolojimiz ne olursa olsun mülteci krizine yaklaşırken vicdan temelinde düşünmemiz gerek. bakarsınız, senelerdir biri biriyle çatışma içinde olan ideolojik düşüncelerin ateşli savunucuları bile bu kriz ile ilgili birlikte adım atabilir noktaya gelebilir ve belki bu sorun bizi birleştirebilecek bir güç halini alır.

furkan temir'in 140journos için yazdığı yazının tamamı ve fotoğraflanan röportajın yüksek çözünürlüklü fotoğrafları 140journos web sitesinde: https://haber.140journos.com/78ebe6285951