İnsan Beyni Gerçekten "Orijinal" Hiçbir Şey Hayal Edemiyor mu?

Bir düşünelim, beynimizin hayal ettiği hemen her şey daha önce deneyimlediği şeylerin bir çeşit varyasyonu ya da geliştirilmişi diyebiliriz. Sözlük yazarlarının yorumlarıyla inceleyelim durumu.
İnsan Beyni Gerçekten "Orijinal" Hiçbir Şey Hayal Edemiyor mu?
iStock


Tespitin kendisiyle başlayalım

sadece düşünerek bir çeşit tanrı olmayı arzulayan bireyler için rezalet gibi rezalettir insan beyninin orijinal hiçbir şey hayal edememesi. insan zihni hiçbir zaman, hiçbir koşulda orijinal bir şeyler hayal edemez. daimi olarak beş duyu organıyla hissettiği olguları kopyalar veya geliştirir durur.

bundandır ki tanrı var olan her şeyi yalnızca düşünerek var ediyorsa şayet birey: “o halde ben de bir tanrı olabilirim” diyemez. zira hep kopyalamakta, hep çalmaktadır.

tamamen orijinal hiçbir şey zihinde var olamaz. yepyeni bir dünya, evren, yer hayal edeyim dersiniz; söz konusu yerde illa ki bir gökyüzü, toprak, atom, hava olur. asla ama asla mutlak orijinali yakalayamazsınız. kim bilir belki yakalarsanız tanrının zihninden kurtuluverirsiniz!
bundan dolayı insan bir tanrı olamaz. sonra da nefret ettiği immanuel kant’a sempati duymaya başlar. hiç şüphesiz ki bu, yaşlanmanın en büyük belirtisidir.


Konunun orijinallik bağlamında ele alınışı

original kelimesinin kökü olan origin kelimesi, bildiğim kadarı ile oriri kelimesinden geliyor ve doğmak anlamı ile birlikte; "doğuştan, özden gelen" / "doğuştan, özden olan" anlamlarını içinde barındırıyor.

eğer ki artık klişeleşmiş deyiş ile "vâroluşun özden önce geldiği"ne inanıyor iseniz, yâni özün de inşâ edildiğine inanıyor iseniz, özden gelen "origin" de sabit bir konum olmaktan çıkarak, değişebilen ve de değişken bir nokta ya da bölge hâlini alacaktır. eğer ki öz, sizin için ezelî ve ebedî ise, diğer bir deyişle teknik anlamıyla idealist iseniz; "origin", sizin için sabit bir nokta ya da bölge olacaktır.

özenli bir şekilde kullandığım kelimeleri, biraz daha vurgulamak istiyorum ki, ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın: sürekli olarak kullandığım "nokta ya da bölge" ifâdesi, rastgele seçilmiş ifâdeler değil. ve az miktarda analitik geometriye giriş yaparak, şu şekilde bir soru ile devam ediyorum: düzlemi, uzayı, uzay-zamanı; kısaca ekseni değiştirmek midir orijinal olana erişmek? yoksa, bu eksenler içerisinde, daha önce tanımlanmamış yeni bir noktalar kombinasyonu kullanarak, "origin"e karşı daha önce hiç tanımlanmamış yeni bir bölge elde etmek mi?

eğer, orijinal ile tanımladığımız, eksenlerin yapısını değiştirici müdahâlelerde bulunabilmek ise, bu orijinal olmayı şüphesiz daha da zorlaştırıyor; ancak, eğer ki orijinal olarak tanımladığımız, "özden gelen" bir noktalar kombinasyonu ise, işler biraz daha değişiyor - her ikisi için de sonsuz olan olasılıklar, birinde "erişilmesi güç olasılık" olarak ideal bir şekilde yer alırken, diğerinde ise tek yapmamız gereken, "öz"ün kendisi ile ilişkiye girmek. (kulağa ne kadar basit geliyor!)

eksenlere müdahâle edilebilirlik, burada, eksenlerin doğası ile düşünmeyi gerekli kılıyor: eksenler bilinebilir mi (bilinebilirlik sorunu) ? bilinen eksen, müdahâle edilerek değiştirilebilir mi (etkinlik sorunu) ? bu iki sorudan birine "hayır" cevabı vermemiz hâlinde, eğer ki orijinali eksenleri değiştirici bir etki olarak tanımladı isek, orijinalliğin mümkün olduğunu savunamayız; eğer ki, ikisine de "evet" cevabını verdi isek, orijinalliği eksenleri değiştirici bir etki olarak tanımladıysak bile, bunun mümkün olduğunu öne sürebiliriz.

yok, eğer ki eksenlere bulaşmaksızın, orijinalliği yeni bir nokta ya da noktalar kombinasyonu olarak tanımlıyor isek, burada ağırlık noktası eksenlerden çok, öz ile ilişkiye kayıyor: "özden doğan", her ne olursa olsun, "orijinal" midir? orijinalin gündelik hayâttaki kullanım anlamı olan benzersizlik, biriciklik yönü, orijinal olanın temel özelliği midir? "öz"den doğanın, biricik olmaması mümkün müdür; mümkün ise, "öz"den doğması, onu orijinal kılmaya yeterli midir?


lafı çok dağıtanları sevmeyenler için, kısaca, şu âna kadar sormuş olduğum sorular üzerinden, altta kendi cevaplarımı derleyip, burada bırakacağım; zâten, düşünmek isteyenler için, üstteki girizgâh bir hâyli yeterli olmuştur.

"origin" sabit midir, dinamik midir?

bana göre dinamiktir; kişi, hakîkî hâliyle bir "origin"in varlığını bilemese bile, bir inanç olarak onu kurar ve bunun üzerinden bütün ilgili tanımlamalarını yapar. elimizde hakîkî bir "origin" olamasa bile, üzerinde uzlaşılmış, gerçek ve de inançlarla paralel değiştiğinden ötürü dinamik bir "origin" olacaktır.

sabit ya da dinamik bu "origin" üzerinden tanımlanacak eksenler, bilinebilir mi?

bana göre, en azından hakîkî olan hâliyle, bilinemez; ancak, elimizde bir gerçek olarak vârolan "origin" üzerinden, yine gerçek olarak vârolan eksenlere inanmamız mümkün. kısa hâliyle; bilinemez, ancak inanılabilir ve bu devamını getirmek için yeterlidir.

orijinal olan, bu eksenlere müdahâle ederek onları değiştiren etkiler midir; yoksa bu eksenler üzerinde tanımlanmış bir noktalar kümesi de orijinal olarak tanımlanabilir mi?

eksenleri etkileyecek kadar etkili bir noktalar kümesinin orijinalliğini reddedecek değilim; ancak bu, özden gelen/özden doğan diğer kümelerin orijinal olma özelliklerini yok etmiyor, bana göre. her ikisi de orijinal olarak tanımlanabilir. bunu, bir tür manyetik kuvvet gibi betimleyebilirim sanırım: eksenler üzerinde manyetik etki oluşturmaya muktedir olan her küme, etki eksenleri değiştirsin ya da değiştiremesin, varlığı önemsenmeye değerdir; bana göre.

bir kümenin orijinal olabilmesi için, onun "öz"den gelmesi yeterli midir; yoksa biricik olması gerekir mi? ya da, biricik olmaması mümkün müdür?

"öz"den gelenlerin bir toplam olarak biricikliğine inansam da, kısıtlı bir alanda tezâhür edebilecek her "özden gelen"in biricik olacağını iddia edemem; bu da demektir ki, öz biricik olsa bile, tezâhür her zaman biricik olmayabilir. ancak, bu tezâhürün biricik olamaması, onun orijinal olmasını bana göre zedelemez; zira tezâhür biricik olamasa bile, onun değişim potansiyeli biricikliğini barındırır - şu ân için biricik olamayan, ama biricik olma potansiyelini taşıyan bir tezâhür.

toparlamak için, kısa bir şekilde: "orijinal" olan nedir?

orijinal olan, "özden doğan"dır; diyerek özetleyebilirim sanırım.
(sadece sona bakarak anlamaya çalışan arkadaşları hayâl kırıklığına uğrattı isem, özür dilerim; ancak metni birazcık da olsa karıştırmanız gerekecek.)

tespitin sahibi "yosun amca"nın bu entry'ye cevabı

"jderuan" nickli yazar çok önemli bir konuya parmak basmış. zira bu argümanı yanlışlamak için orijinallik kavramını irdelemek gerekmekte. aksi halde ne chopin’in nocturne’ları ne de schrödinger’in denklemlerini orijinal olarak nitelendirebilir insan.

Zihin-yaratma ilişkisi

yıllarca takıntılı derecede beynimi işgal etmiş konulardan biridir beyin ve orijinallik konusu. evrendeki her şey gibi hayal gücü de, insan zihni de bileşiktir, maddedir. bu konunun yetkili abisi david hume'dur.

zihin, evrenin tasarımını aşamaz çünkü kendisi tasarımdır, adeta evrensel sabit gibi. hayal ettiği her şey izlenimlerinin bileşkesi olacaktır. beyin gördüğü ile aynıdır. uzaylıların hep insan suretinde hayal edilmesi buna iyi örnektir. daha iyi bir örnek ise tanrıların daima suret ve kişilik olarak insanlara benzemesi, bunun zamanla "tanrı insanı kendi suretinde yarattı"ya dönmesi ve tanrı kavramının ilk olarak baba izleniminden ortaya çıkması ve de cennet tasvirleri. bu ilham, esinlenme vb. kelimelerle dilde zaten yer bulmuştur ama fiziksel nedenleri pek düşünülmez. insanlık tarihindeki zihinsel aktarım, "şeylerin" dönüşümü görünenden çok daha sert, sığ ve basittir, bu nedenle farkettikçe acı verici olabilir.

yaratmak eylemi ise oksimoron durumdur. baştan hatalıdır. bilinçli tanrının bir şey yaratması için önce yaratmak eylemini yaratması gerekiyor. paradoksa düşüyor. tanrı kaldıramayacağı bir taş yaratabilir mi gibi. duyuların/izlenimlerin dışında bilgi edinebilen bir beyne sahip olsaydın tüm evrenin bilgisini bir anda edinebilirdin, ama yine edineceğin bilgi bu evrenin bilgisi olduğundan farklı bir şey olmazdı. aslında acayip farklı bir şey olurdu ama maddesel özgünlük boyutunda olmazdı... bu noktada "hiçbir şey yaratılmamıştır" altında toplanan savları incelemek üzere yola çıkıyoruz.

david hume.

Konuyu felsefe bağlamında ele alırsak?

kant öncesi döneme ait bir önermedir bu.

immanuel kant hayal gücü (imagination, einbildungskraft) kavramını 3. eleştirisi olan yargı yetisinin eleştirisi'nde ele alıyor ve anlamını bütünüyle yeniliyor. kant'tan önce düşünce tarihi yaratıcı hayal gücü gibi bir kavram tanımıyor. hayal gücü her zaman yeniden üretici bir yeti olarak ele alınıyor. sözgelimi david hume'a göre hayal gücünün işlevi duyu izlenimlerini yeniden üretmek ve daha silik bir biçimde de olsa istendiği zaman yeniden zihne temsil etmek. kant'la ve özellikle romantiklerin hayran olacağı üçüncü eleştiriyle birlikte hayal gücü kavramı güçlü bir düşünsel devrimle dönüştürülüyor. bundan böyle hayal gücü ikiye ayrılacak; yeniden üretici hayal gücü ve şematize edici, sembolize edici, düşünümleyici hayal gücü (schematizing, symbolizing, reflexive imagination)...

yeniden üretici hayal gücünün işlevinden söz ettik; duyu izlenimlerini yeniden üretmek. ki bu imgeleri istendiği zaman geri çağırabiliriz. peki yaratıcı hayal gücünün işlevi nedir? o nasıl işler? onun edimi nedir? yaratıcılık kavramı (dolayısıyla orijinal olan kavramı) burada yeni bir anlam kazanır. romantik dönemde bu deha'ya has edim olarak ele alınmıştır. o hiçbir şeyi sıfırdan yaratmaz; ama beklenmedik, şaşırtıcı bağlantılar kurar. şematize etmek ne demektir? peki ya sembolize etmek? bu kavramların kant'tan başlayan karmaşık tarihlerinin önavlusuna dahi burada girmemize imkan yok. ama şunu söylemek mümkün ki, bu yaratıcı işlemlerin yaratıcı olmaları için sıfırdan başlamalarına gerek yok: düşünümleyici hayal gücü, verili izlenimlerin üzerinde işler kuşkusuz, fakat bunu öyle bir tarzda yapar ki izlenim kümeleri arasında daha önce keşfedilmemiş yeni bağlantılar kurulmasına vesile olur. şematize etmek, şekiller arasında benzerlikler kurmak değil, bağıntılar arasında benzerlikler keşfetmektir. yaratıcı tahayyül gücü bu noktadan başlayarak daha soyut, daha eşsiz bağlantılara doğru ilerler. masumiyet idesi ile beyaz bir zambak arasında başlangıçta hiçbir görülebilir bağlantı yok gibidir; fakat şiirsel deha birini diğeri aracılığıyla sunmayı başarır. giderek, fenomenal alanda hiçbir karşılığı olmayan tanrısal ideleri sembolize etmenin bir yolunu bulan da yaratıcı tahayyüldür.

immanuel kant.

romantikler kant'ın üçüncü eleştirisine tutunmuşlardır. onların sonsuzluk özlemlerini gideren bir şey vardı yaratıcı hayal gücünde. ama bu durumdan hiç hoşnut olmayan muhafazakar duyguları seslendirmek de martin heidegger'e düştü. kant üzerine yazdığı kitapta (kant and the problem of metaphysics) kantçı yaratıcı tahayyül gücünün insanın sonsuzluğunu (eşdeyişle tanrısallığını) vurgulamadığını, bu yanlış anlamadan kaçınmak gerektiğini üzerine basarak ifade etti. heidegger hayal gücü kavramından hoşlanmıyor; "hayal gücü, şu vatansız yeti" diyordu.

bu hikayeden benim çıkardığım sonuç niteliğindeki fikir şudur

batı avrupa yaratıcılık kavramının yeni bir anlamı üzerinde az çok anlaşmıştır. onlar daha mütevazı, sıfırdan başlamayan, var olanlar arasında yeni bağlantılar keşfeden bir yaratıcılık ve tahayyül gücü kavramını kabul ederler. sanatta veya bilimde yaratıcılıktan söz ettiklerinde de, tanrısal yaratımdan, hiçten var etmeden değil, yeni keşifler yapmaktan söz etmekteler. ex nihilo nihil fit. bu yeni formülasyonla avrupa uygarlığı yaratıcılığın daha insani, mütevazi bir kavranışına ulaşmış, böylece daha yaratıcı bir kültür inşa edebilmiştir bana göre.

Bu içerik de ilginizi çekebilir