İnsanı Durduk Yere Geçmişe Götürüp Hüzünlendiren Fotoğraf: Ocak 2002 İstiklal Caddesi

Son günlerde sosyal medyada 2002 yılına ait bir İstiklal Caddesi fotoğrafı dolanıyor. Öyle fotoğraf deyip geçmemek lazım ama; ülke olarak içinden geçtiğimiz şu zorlu dönemlerde huzurlu günlere dair çok derin izler taşıyan bir kare bu.
Fotoğraf: Murat Sevik


o isikli yildizlar yok mu hala ıstiklal'e gidince bize maziyi hatirlatan o yildizlar. o yildizlarin ustunde de selocanli turkcell reklami olmali tabii, yilbasindan once alisveris yapilmaya gidilmis. 

kar yagiyor, kalabalik ama insanlar bir birine carpmiyor. arap turistler vara vara diye cocuk kovalamiyor, sonra tramvay agaclarin arasindan yavasca geliyor, farlari acik. daha sonra yukari dogru cikiyorsun, kizilkayalar var, hemen 2 tane islak atiyim diyorsun sonra dolmusa gecerim ya da akm onunden otobuslere... 

kizilkayalar'a geldiginde bu adamlar gezi'de bize hamburger vermedi demiyorsun, otobuste bu soforler bizi sopayla kovalamadi demiyorsun, biniyorsun kirmizi beyaz korukluye geliyorsun eve, yilbasi programinda huysuz virjin varmis, hadi bakalim...

o an, birilerine, o halis beyoğlu hanımefendilerinin, 


beyefendilerinin
arz-ı endam ettiği zamanlar için "ahh" çektirdi belki de bu kare. neredeydi değil mi o eski beyoğlu?


ve şu an, bizlere, 8 ocak 2002 için "ahh" çektirdi bu kare. e haklıyız abi. haklıyız çünkü biz istiklal caddesi'ni böyle gördük. asfalt döktükleri yetmedi, kan döktüler!


bence şu anda da şiir gibi. şiir dediysem, öyle turgut uyar dizeleri gibi değil. karanlık, korkunç, siyah bir edgar allan poe dizesi bu abi!

sahi, neredeydi o eski beyoğlu?

sabah sabah beni hüzünlendiren fotoğraf.

çok kar yağdığı için evde mahsur kalmıştık o günlerde. sonra "amaaan nolcak ya" diyerek çocukluk arkadaşımla beraber barcelona pastanesine gidip çilekli tart almıştık, kaç kere düşme tehlikesi geçirdiğimizi, gülme krizlerimizi eve gelip kutuyu açınca tartların tepetaklak halini hatırladım.

sonra da istiklal caddesinin 90'lı yıllardaki halini hatırladım. içim buruldu, üzüldüm yine...

söz konusu fotoğraftan yaklaşık 1 sene evvel, mart 2001'de geçmiştim istiklal'den.

geçmiş zaman, çok da müdavimi olmadığımdan bilemeyeceğim nereleri gezdiğimin fakat uzunca bir süre vakit geçirmiştim. o zamana dair en çok aklımda kalan şey ise; soğuğa, dibine kadar hissedilen ekonomik krize ve onun getirdiklerine, daha pek çok olumsuzluğa rağmen güleryüzlü insanlarıyla cıvıl cıvıl bir istiklal'di. halen daha istiklal caddesi denildiğinde öyle bir hissiyat canlanır kafamda.

düşünün, mart 2001'den bahsediyorum. hani şu bir anda 2'ye katlayan dolar'dan ve bileşik faiz'den insanların belinin büküldüğü, kendi çevremde de tanıdığım 2 kişinin intihara kalkıştığı dönem.

parasız, pulsuz, imkanları cidden daha kısıtlı bir ülkeydik o zamanlar. fakat farklı fikirlerdeniz diye birbirimizden nefret eder hale gelmiyorduk ve en önemlisi de sokağa çıktığımızda yolda yürürken veya otobüs beklerken hain bir saldırı ile canımızdan olmaktan korkmuyorduk.


bir bakıma şimdiki yunanistan'a benzetiyorum o günkü durumumuzu. adamların intihar oranı kaç yıldır süren krizlerine rağmen bizim intihar oranımızın yarısı kadar. niye, çünkü kardeşim adamlar cebinde kalan son parasıyla bile eğlenmeyi biliyor, bu hayatın üzüntü, keder, nefret gibi olumsuzluklara yer verilemeyecek kadar kısa olduklarının farkındalar. bunu birçok yunan ile konuşup, rahatlıkla farkettim. adamlar hurda arabaya biniyor fakat içinde oyun havası çalıp şen kahkaha atıyor; bizimkiler ise sırf komşusu, kardeşi vs aldı diye altta kalmamak için ucu ağzından çıkacak kazık kredilerle son model araba veya sıfır ev alıp onların borcunu düşüne düşüne somurtkan kalıyor, stres sahibi oluyor.

neyse, 8 ocak 2002'de en büyük derdim; fenerbahçe'deki ikinci sezonunda sıçıp sıvayan mustafa denizli'ye neden bu kadar sabredildiğiydi. şimdi ise neler neler var.

para pul geçici şeyler, önemli olan ağzımızın tadıyla birlik içinde yaşayabilmek. isteyen yenikapı ruhu der, isteyen bir orman gibi kardeşçesine; bu ülkenin bir gemi gibi hepimizi birden taşıdığını unutmayalım yeter.

tam istanbul'da universite ogrenciligimi gecirdigim yillar.. alt kemanci, hayal kahvesi... taksicilere abi hisarustune gunduz acar misin diye yalvarirdik... of of.. ne guzel yillardi...

2002 aslında ne kadar yakın tarihmiş gibi geliyor insanın kulağına ama şöyle bir düşününce tam 14 sene olmuş bu fotoğraf çekileli.

(bkz: huzurlu insan)

bu fotoğrafta korku yok, huzur var. belki de bana öyle geldi bilmiyorum. hani o istanbulluların telaşı, sanki herkes birbirinden nefret ediyor duruşu yok.. kar tüm pisliklerin üstünü örtmüş gibi.. oysa şimdi o kadar pislikleştiki dünya bırakın karı, çığ düşse örtemez hiç bir şeyi. başta o döktüğünüz kanla kirlenir ki zaten..

güzel günlerdi. yokluk vardı fakirlik vardı imkanlar kısıtlıydı ama insanlar daha çok gülüyordu. insanın o zamanlara bakıpta üzülmemesi içten bile değil. hey gidi o zamanlar ekşi bile ne haldeydi ben yazar değildim ama komikli biyerdi hoşuma giderdi internet cafe de bakabildiğimiz kadar. itiraf edelim lüks bizim hayatımıza girdi bişeylere kolay ulaşabildik
peki bizim aradığımız bumuydu hayır.

telefonlar o zamanlar çaldığında çaldırıp kapandığında aklımdasın demekti
şu an menfaatten başka bişey için çalmıyor.

hele o whatsapp ın ta aq
ne zaman girdiğini kapatsan nolcak okuduğun belli çevrimiçi olsan belli.
boğuluyoruz teknoloji yüzünden.
özgürlük yok.

eskiden telefon mu vardı aq.

şuraya giderken şu berberin orda yaşlı bi adam var ona deki teyze evdeymiş köyden gelmiş. samimiyet vardı. yine söylüyorum mutluyduk imkansızlık içinde bile.

şimdi bu fotoğrafa bakıpta hüzünlenmemek eldemi acaba. işin özü zor ya hakkaten ne bilim kafam karışık. 30 yaşıma girdim 24-25 lere kadar mutluydum bu hayatta tesadüfen geldik zorla yaşıyoruz işte. imkansızlık değil özgür olmamak boğuyo belkide bizi. özgürlük derken devlete filan isyandan bahsetmiyorum. güzeldik be o zamanlar kardeşim. tsubasa huga ya karşıydı daha ne diyim derdimiz güzeldi:)