İnsanları Tanıdıkça Kaçınılmaz Olan Olay: Tercih Edilmiş Yalnızlık

Bazı yalnızlıklar mecburi yalnızlıklardır. Bazıları ise tercih edilir. Bunun tadını ise sadece yaşayanlar bilir...
İnsanları Tanıdıkça Kaçınılmaz Olan Olay: Tercih Edilmiş Yalnızlık
iStock

birileri dünyanın bir yerinde herhangi birini dileniyorken sizin çoğu zaman bir filme dahi ihtiyaç duymadığınız bir yaşama biçimidir bu. öyle olmasına zorlandığınız, seçeneksiz kaldığınız ,aslında başka şekilde yaşamak istiyor ama şartlarınız buna imkan tanımıyor diye değil. siz böyle istiyorsunuz diye yaşadığınızdır.

acıtmaz. artık hiçbir şeyin acıtamayacağı kadar acımış olmaktan dolayı oradasınızdır zaten. bir ölüm, bir kaza, bir terk, bir acımasız sözle acıyacak bir yanınız kalmamıştır. onlar olup biterken sadece izlersiniz. kayıtsızca..

dışarıdan bakana zormuş gibi görünen, ama koşullar oluştuğunda kendiliğinden yağ gibi kayarak geçiş yapılan seçimdir.

bakışın sahte, gülüşün yalan, tenin anlık, ruhun ulaşılmaz olduğu bir zaman kesiti denk gelir. dostlukların ne kadar kolay vazgeçilebilen şeyler olduğu, düşmanların bile umursamaya değmeyecek şeyler olduğu dank eder. insana ait her şeyin gereğinden çok, gereğinden kolay, gereğinden ucuz ve gereğinden uçucu olduğu gerçeği surata çarpar ve bütün bunların acıtmak şöyle dursun rahatlattığı farkedilir. bir ay, bir hafta, bir gün, bir dakika önce peşinden koşturulan her tür insan ve onlara ait her şey 'istemez kalsın' statüsüne geçer ve bu, insana önce garip sonra çekici gelen bir güç duygusu verir. o zamana kadar hayatın ve varoluşun tanımı olmuş pek çok şey gülünç, grotesk ve saçma hale gelir ve o ana kadar arkasından yetişilmeye çalışılan dünya bir anda ayakların altına girer. 'vazgeçebileceklerin sana, sense vazgeçemeyeceklerine aitsindir' kuralının farkına varılan an budur.

o anı yaşayana, geçiş inanılnaz derecede kolaydır. vazgeçilen her şeyin bıraktığı boşluğu bağımlılık yaratan bir güç duygusu doldurur. geçmiş zamanda kovalanan, artık kovalayan olur, bağlama sözlerinin yerini alay etme alır, kazanma ve kaybetmenin tanımları değişir, ve dünyayı hiç umursamadan seyretmenin keyfi, kişinin benliğini mutluluk veren bir işgalle ele geçirir.

tercih edilmiş yalnızlığın verdiği mutluluk ve tatmin duygusundan vazgeçmek imkansıza yakın derecede zordur. her insan için dünyada tek olan çok özel olan başka bir insan denk gelmesi, seçilmiş yalnızlıktan feragat etmenin tek yoludur, başka hiç bir şey bu yoldan çevirecek güce sahip değildir.

yalnızlığı bir varlık olarak görebilmektir.

yalnız kalmaktan korkmayıp, yalnızlığa sarılıp bir varlık olarak görebilmeyi başardığında, etrafındaki samimiyetsiz olan her şeye minnet etmeyi de bırakırsın. bu sana öyle bir güç verir ki senin yörüngende hep istediklerin olur. aldığın her karar senin mantığının ürünüdür. arkadaş olduğun herkes senin seçtiğindir. okuduğun kitap senin merakındır. dinlediğin müzik, bir gruba ait olabilmek için değil, kendi zevkin içindir.

asıl korkulması gereken kalabalıklar içerisinde yalnız kalanlardır. çünkü; onlar yalnızlıktan korktukları için istemediği her şeyi yanında tutabilmek adına sahte gülümsemelerle yaşarlar hayatlarını. onlar yontulup istenilen kalıba sığdırılmış hayatlardır artık. mutlulukları başkalarının varlığına endekslidir.

sonuçta yalnızlığı tercih etmek, insan içine karışmamak değil. gerçeği, yani senden başka hiç kimsenin sana senin kadar değer vermeyeceğine ikna olmaktır. böylece, insan olmanın sorumluluklarını yerine getirirken kendini de unutmazsın...

kendi kendini eğlendirebilme yetisine sahip insanların yalnızlığıdır. kişi kendini, yine kendisinden başka birisinin oyalayamayacağı hakikatını öğrenmiştir. lakin alışkanlık hâline getirildiği vakit bir ömür kronik yalnızlık çekme riski taşır. alışmadık götte don durmaz demişler. yalnızlığa uzun süre kendisini alıştıran insan, bir daha sittin sene ayar tutmaz. bir başkasının nefes sesi, yemek sesi, öksürme tıksırma sesi bile cinnet çanlarının çalması için yeterlidir. bu durumdaki insanlar için tercih edilmiş bir yalnızlık vardır evet, lakin tercih edilmiş bir birliktelik söz konusu olamaz bu saatten sonra. birliktelikler minimum süreye indirilir ve bir an evvel yalnız yaşantıya dönmek hedeflenir. böyle sikimsonik bir yaşam biçimidir malesef.

her ne kadar yalnızlık çekmek, toplumlar tarafından çekmek eylemiyle eziyet kisvesine büründürülmüşse de, yalnızlık bazıları için keyiften öte bir şeydir ama arkadaşlar iyidir.

pişmanlıklarla dolu bir farkına varış ile sonuçlanabilir.

"eğleniyorlardı. yaşıyorlardı. ve ben, kafamın içine ve yalnız kendi ruhuma kapanmakla onların üstünde değil, altında bulunduğumu anlıyordum. şimdiye kadar zannettiğim gibi kitleden ayılmanın bir hususiyet, bir fazlalık değil, bir sakatlık demek olduğunu hissediyordum. bu insanlar dünyada nasıl yaşamak lazımsa öyle yaşıyorlar, vazifelerini yapıyorlar, hayata bir şey ilave ediyorlardı. ben neydim? ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu? şu ağaçlar, onların dallarını ve eteklerini örten karlar, şu ahşap bina, şu gramofon, şu göl ve üzerindeki buz tabakası ve nihayet bu çeşit çeşit insanlar hayatın kendilerine verdiği bir işi yapmakla meşguldüler. her hareketlinin bir manası vardı, ilk bakışta göze görünmeyen bir manası. ben ise, dingilden fırlayarak, boşta yuvarlanan bir araba tekerleği gibi sallanıyor ve bu halimden kendime imtiyazlar çıkarmaya çalışıyordum. muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım. hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti. hiç kimsenin benden bir beklediği ve benim hiç kimseden bir şey beklediğim yoktu."

kürk mantolu madonna (s. 124), sabahattin ali

ah be raif efendi.