İnsanların Hep Daha Fazlasını İsteyerek, Düzeni Sorgulamadan Yaşamasının Bilimsel Sebebi

Düşününce daha da saçma gelen bu davranış şeklinin nedenini, çok satan "Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi" kitabının yazarı Yuval Noah Harari'den bir alıntı aracılığıyla öğrenelim, zihinleri açalım.
İnsanların Hep Daha Fazlasını İsteyerek, Düzeni Sorgulamadan Yaşamasının Bilimsel Sebebi
iStock.com


sapiens a brief history of humankind kitabının ikinci kısmındaki lüks tuzağı bölümü ufuk açıyor. şöyle ki; tarım devrimi öncesinde insanlar avcı ve toplayıcı gruplar halinde yaşıyorlardı. günde 5-6 saat doğada mantar meyve vb. toplayıp, avlanıp hem hareketli hem de çeşitli beslenebildikleri bir hayat yaşıyorlardı. bu gruplarda küçük çocuklar ayak bağı olduğu için insanlar çocukları belli bir yaşa dek emzirerek sık sık hamile kalmanın önüne geçiyordu. sonrasında buğday, pirinç, patates gibi ürünleri evcilleştirip bunların yetişebileceği tarlaların yanına kalıcı kamplar kurdular. hayatları tamamen değişti.

ve bu değişimle ilgili yuval noah harari şunları yazdı:

"...insanlar bu kadar hayati öneme sahip bir konuda neden yanlış hesap yapıyorlardı? tarih boyunca neden hep yanlış hesap yaptılarsa, o yüzden. insanlar kararlarının tüm sonuçlarını tahmin edemezler. ne zaman daha fazla çaba göstermeleri gerekse -örneğin tohumları toprağın yüzüne serpmek yerine toprağı çapalamak gibi- insanlar, "evet belki daha fazla çalışacağız ama hasadımız çok daha fazla olacak! verimsiz geçen yıllarla ilgili endişe duymayacağız. çocuklarımız aç yatmayacak." diye düşünüyorlardı. aslında mantıklıydı. daha çok çalışırsanız daha iyi bir yaşamınız olur. onların planı da buydu.


planın ilk kısmı iyi işledi. insanlar gerçekten de daha çok çalışıyordu ama çocuk sayılarının artacağını öngöremediler. ürettikleri fazla buğday daha çok çocuk arasında bölüştürülüyordu. aynı şekilde ilk insanlar çocukları daha az anne sütü ve daha fazla yulaf lapasıyla beslemenin onların bağışıklık sistemini zayıflatacağını, kalıcı yerleşimlerin hastalıklar için harika bir üreme alanı olduğunu da anlayamadılar. kendilerini tek bir besin türüne bağımlı kılarak aslında kuraklığın tehlikelerine daha açık hale geleceklerini öngöremediler. keza, ilk çiftçiler iyi geçen dönemlerde gıda depolarını yapmanın hırsızlara ve düşmanları teşvik edeceğini, bunlara karşı savunma duvarları yapmak ve nöbet tutmak gibi şeyler yapmak zorunda kalacaklarını daha düşünmemişlerdi.

o halde neden planları tutmayınca insanlar çiftçiliği bırakmadılar? bunun sebebi kısmen bu küçük değişimlerin birikerek toplumu değiştirmesinin nesiller boyunca sürmesi ve en sonunda kimsenin daha önceden insanların farklı yaşadıklarını hatırlamamasıydı. kısmen de nüfus artışının insanların geri dönüş ihtimalini ortadan kaldırmasıydı. eğer tarla sürmek bir köyün nüfusunu 100'den 110'a çıkardıysa hangi 10 kişi diğerlerin eski güzel yaşamına dönebilmesi için kendini feda edecekti?

geri dönüşü mümkün değildi artık, insanlar tuzağa düşmüştü.


daha kolay bir yaşam arayışı pek çok zorluk çıkarmıştı ve bu sonuncusu değildi. bugün aynı durum bizim için de geçerli. kim bilir kaç üniversite mezunu genç çok çalışıp iyi paralar kazanacaklarını düşünerek büyük firmalara giriyor ve ancak 35 yaşından sonra bu işlerden ayrılarak gerçek istediklerini yapmaya çalışıyor? öte yandan bu yaşa gelinceye dek kredi ödemeleri, okul yaşına gelen çocukları, ödemeleri gelen arabaları ve yurt dışı tatilleri veya kaliteli şaraplar olmadan yaşamın çok da anlamlı olmadığına dair geliştirdikleri anlayışları oluyor. ne yapabilirler? geriye dönüp kök bitkilerini mi eşelesinler? elbette öyle yapmayıp daha büyük bir çabayla köle gibi çalışıyorlar."

işte kapitalizmi yaşatan budur. insanların stabil durumu terk etmeye meyilli olmaması ve lükslerin ihtiyaca çok kolay dönüşmesi. hayatımızı haftanın 55 saati işte, 15 saati yolda, kendimize bir şey katmadan birilerine kazandırmak için harcıyoruz. karşılığında uğruna günlerce çalışmamız gereken bir iphone'a internetten bakarak motive oluyoruz.


sanayi devriminden beri üst üste evlerde, tıklım tıkış şehirlerde küçük bi sahil kasabasına yerleşme hayaliyle yaşıyoruz. en özgür halimiz dağda bayırda avlanıp, ağaçlardan meyve toplayıp, bir toprağa ve çok fazla eşyaya sahip olmadan yaşadığımız zamanlardı. sadece acıkan karnımız ve bozulmaması gereken sağlığımızın kölesiydik. sonra buğday tarlalarının kölesi olduk, sonra bankaların. her büyük devrim konforla beraber köleliği de arttırdı.

sefil insan hayatının bug'ı işte.