İstanbul'un Fethinde Rol Oynamış Olması Muhtemel Kuwae Yanardağının İlginç Hikayesi

İstanbul'un fethi, bir çağ kapatıp yeni bir çağ açmasıyla tarihin en büyük olaylarından biri kuşkusuz. Bu denli büyük bir olay, çok ilginç mitlere de ister istemez ev sahipliği yapıyor. Sözlük yazarı "geven"e bağlanıyoruz.
İstanbul'un Fethinde Rol Oynamış Olması Muhtemel Kuwae Yanardağının İlginç Hikayesi


“bir ada yok olur, bir imparatorluk yıkılır…”

istanbul’un fethi ile ilgili olarak ilginç bir volkanik hikaye de mevcuttur, anlatmazsak olmaz.

şimdi öncelikle biliyoruz ki, bu volkanlar patladıklarında gökyüzüne tonlarca başta kükürtlü gazlar olmak üzere envai çeşit gaz, onunla birlikte de kül, toz filan yayarlar. bu gaz ve toz bulutları, günlerce atmosferde dolanır, kıtalar arası seyahatlere çıkar, güneş ışınlarını kırarak olmadık yerlerde gökyüzünü kızıla, mora boyar, yetmedi iklimi değiştirir, yağmurdu, doluydu, fırtınaydı, artık ne ararsan.. en son işte 1991’de pinatubo patladığında dünyanın çeşitli yerlerinde aylar boyunca acayip güneş batımları filan izlenmişti. dahası sadece volkanlardan çıkanlar değil, misal sahra çölünden çöl fırtınaları ile havalanan tozlar her yıl bizim buraları ziyaret ederler, yetmez, ta amerikalara gidip arıza çıkarırlar vs. vs… neticede dünya, pek affedersiniz, göt kadar yer, osursan sesi olmasa bile kokusu mutlaka her yerden duyuluyor.

Pinatubo patlaması sırasında çekilen bir fotoğraf. / Albert Garcia

neyse, gelelim mevzuya. 1452 yılı sonunda, ya da 1453 yılı başlarında, şimdiki vanuatu sınırlarında bulunan kuwae yanardağı patlıyor, ama ne patlamak.. bu patlama bilinen en büyük patlamalarından biri, 2 milyon atom bombası gücünde, patlamada 32 km3’lük kül ve toz yığını atmosfere fırlıyor, bu 1881’deki meşhur krakatoa patlamasındakinin üç katından, 1991’deki pinatubo’dakinin altı katından daha fazla, belki tambora ayarında –ki çıkan kükürtlü gazlar bakımından ondan da büyük, hatta kimilerine göre santorini ya da mt mazama patlamalarıyla eşdeğer... patlama sonucu kuwae adası ikiye bölünüp şimdiki epi ve tongoa adaları oluşuyor, kuwae de iki ada arasında 72 km2’lik oval bir büyük denizaltı krateri haline geliyor. aha burada (http://en.wikipedia.org/…e:shepherdislandsmap.png).

bu vanuatu da, hani en son araştırmalarda dünyanın en mutlu ülkesi mi ne çıktı ya, orası... kurban olduğum rabbim, zamanında adamlara ne felaketler vermiş meğersem, şimdi adamlar mutluluktan kırılıyorlar. bu işler böyledir zaten, her milletin şu fani dünyada mutlu olduğu, hayatın kralını yaşadığı bir dönem illa ki vardır, ama işte hayatı o zamana çattırmak mesele, yoksa mutluluk sırasındaki uzun kuyrukta geçiyor hayat sıra gelmeden, o kötü işte. umarım tanrı öbür dünyada böyle ultra her şey dahil konseptinde bir program yapıyordur böylelerine, yoksa topluca ziki tutmuşuz demektir, ayrı mesele.

Vanuatu'dan bir manzara.

ve fakat heyhat, ne görüyorlar gökyüzünde? nisan-mayıs sıcağında istanbul’da acayip fırtınalar kopuyor, yağmurlar, karlar, hatta ceviz büyüklüğünde dolular yağıyor, ortalığı seller götürüyor… dahası gökyüzü kızıla boyanıyor, şehrin üstüne kırmızı ve yoğun sisler çöküyor, yetmiyor, geceleri ay kan kırmızısı parlıyor, hayra alamet bir şey yok… tabii tüm bunları bizanslılar bir tür kıyamet alameti, ya da imparatorluklarının sonunun geldiğini gösteren ilahi işaretler olarak görüyorlar, iyiden iyiye moralleri bozuluyor.

nisan başlarında osmanlılar hücuma başlıyorlar. 22 mayıs’ta gökte ay tutuluyor, ayın tutulmayan küçük bir kısmı bir hilal, yani osmanlı hilali gibi parlarken kalan kısmı kan kırmızısına boyanıyor, yani içi kan dolu bir hilal görüntüsü, ki zaten kendilerinden kat kat güçlü osmanlı’yla savaşmaktan yılmış bizanslıların bunu görünce morallerinin bozulduğunu söylemeye gerek yok.


bundan birkaç gün sonra ise tanrıdan yardım dilemek için kutsal bir tören alayı düzenlemeye kalkıyorlar, sen misin bunu yapan? bir fırtına kopuyor, şiddetli bir dolu yağıyor, ortalığı seller sular götürüyor, tören de haliyle yapılamıyor. böylece ikinci ilahi işaret de gelmiş oluyor, tanrıdan beklenen son umut da sizlere ömür… yetmiyor, ertesi gün de kırmızı bir sis kentin üzerine iniyor, öyle ki görenler ayasofya’nın bakır damının alev alev yandığına yemin ediyorlar, bu son işaretle bizanslılar da iyice emin oluyorlar ki “hakkımızda tanrı katında da hüküm verilmiş, kalem kırılmış, kıçımızı da yırtsak –ki zaten yırtmaktayız ne zamandan beri, hem de kaç yerden, sonuç değişmeyecek, bu iş bitti..” böylece moralleri dibe vuruyor, fatih de bunu görüyor ve birkaç gün sonra osmanlı son bir kez hücuma geçip kenti ele geçiriyor.


oysa savaş olmasa, bizanslı bilim adamları da tüm enerjilerini savaşta osmanlı’ya karşı strateji ve teknoloji geliştirmeye harcamak zorunda kalmasalar, bu doğa olayını ölçecekler, biçecekler, inceleyecekler ve muhtemelen “paniğe gerek yok, bunlar kuwae’den kalkan gazlar, al yeşilli beyaz tozlar” diyecekler, belki de “küresel ısınma, iklim değişikliği” geyiklerine ta o zamandan girecekler, ama işte, yanlış zaman, yanlış mekan. dahası bu kızıl gökyüzü olayı, fetihten 3 yıl sonraki 1456 halley geçişinde bile devam etmiş, kuyrukluyıldız dünyadan altın kuyruklu kızıl bir yıldız gibi görünmüş, ki artık buna “istanbul düştü diye tanrı geçiyor” diyen mi istersiniz, şimdi de belgrad’ı kuşatmış olan fatih’e bakıp “türklerden gelecek yeni belaların işareti” deyip tırsan mı istersiniz, “ne tanrısı kardeşim, o kızıl şey şeytanın temsilcisi, tanrı bizi şeytandan, türklerden ve kuyrukluyıldızdan korusun” diye vaaz veren mi istersiniz…

hikayenin sonunu biliyoruz. ancak hikayenin böyle bitmesinde kuwae’nin küllerinin, bu kadar doğrudan, hele hele “bir ada yok olur, bir imparatorluk yıkılır” dedirtecek kadar büyük bir etkisi gerçekten olmuş mudur, yoksa olaylar birilerinin kaos teorilerine ilginç bir katkı olsun diye abartılmış mıdır, bilemiyoruz, muhtemelen bilemeyeceğiz de. zira tarihin çivisinin çıktığı böylesi civcivli dönemlerde yaprak kımıldasa tanrının işareti sayıldığı, olayların kulaktan kulağa bire bin katılarak aktarıldığı, gerçeğin nerede bitip söylencenin nerede başladığının belli olmadığı malum… en son 17 ağustos depreminde bu türden zilyon tane hikaye dinlemedik mi, 20. yy.ın sonunda bile böyle oluyorsa 15. yy.’ın ortalarını düşünün artık… ama, eğer bütün bunlar doğruysa, saha ve seyirci avantajının yanı sıra bütün hakemleri, fifa ve uefa gözlemcilerini de yanına alıp var gücüyle yüklenen osmanlı’ya karşı, kalelerini, umarsızca, ölümüne savunmaya çalışan bir avuç bizanslıya, üstelik adamların yegane umudu da kendisiyken, böyle acımasız göksel şakalar yapmayı tanrıya hiç yakıştıramadım, onu da söyleyeyim…


işbu yazıda yukarıda verilenlere ek olarak şu adreslerden de yararlanıldı:

http://www.tughranet.f2s.com/kuwae.htm
http://www.findarticles.co/…1/is_n4_v15/ai_14935032