Kafası Karışanlar İçin: Nedenleri, Muhtemel Sonuçları ve Tüm Detaylarıyla Brexit Olayı

Bildiğiniz üzere İngiltere, Avrupa Birliği'nden ayrılma konusunda bir refeeranduma gitti. Referandum bu sabah itibariyla sonuçlandı ve sandıktan %52 ile ''Ayrılalım'' kararı çıktı. Lafı hiç uzatmadan olayın tüm detayları için sözü Sözlük yazarı ''jesus vs mohammed''e bırakıyoruz.
Kafası Karışanlar İçin: Nedenleri, Muhtemel Sonuçları ve Tüm Detaylarıyla Brexit Olayı
iStock.com

sonucu anlamak için biraz nedenleri anlamamız lazım. nedenlerini gördükten sonra bir de referandumun sonucuna değil etkileriyle oluşturacağı toplam sonuçlara bakmak lazım.

ağağıda uzun bir yazı var. isteyen istediği yerden okusun diye de burada içeriği önce madde madde yazıyorum.

-neden referanduma gidildi?
1) ab tarihi açısından
- fransa zamanında ingiltere'yi neden veto etti?
- ingiltere neden kurucu üye değil?
2) ingiltere tarihi açısından
- ingiltere neden birliğe üye oldu?
- birliğin oyun bozanı ingiltere
- bu ayrılığın muhtemel sonuçları ne olacaktır?
1) ab açısından
2)ingiltere açısından

bonus: türkiye açısından

keyfili okumalar.

bırakın neden sonucunun ayrılık yönünde olduğuna önce neden almanya ya da fransa gibi ülkelerde böyle bir konu gündeme bile gelmiyorken birleşik krallık'ta referanduma gidildi?

1) öncelikle ab tarihi açısından bakalım: birliğin kuruluş amacı açık: ikinci dünya savaşından sonra yıkılmış avrupa ekonomisini ayağa kaldırmak ve son yüzyılda iki kere kıtayı yıkıma götüren fransa ve almanya rekabetini bu iki ülkeyi bir araya getirerek ortadan kaldırmak. çoğu kişinin düşündüğünün aksine ingiltere, ab'nin (o zamanki ismiyle avrupa kömür çelik topluluğu) kurucu üyelerinden biri değil. hatta birliğe katılması da öyle kolay bir şekilde gerçekleşmiş bir şey değil. dönemin fransa cumhurbaşkanı de gaulle iki kere ingiltere'nin katılımını veto etmiş. kendisi iktidardan düştükten sonra ingiltere'nin birliğe girişine onay veriliyor.

fransa neden veto etti?
charles de gaulle napolyan dönemindeki gibi güçlü bir fransa inşa etme sevdasında (ama bunu bizim yeni osmanlıcıların öykündüğü ya da hala hayal ettiği gibi fetih ile değil güçlü bir ekonomi ile yapmayı düşünüyor tabi rasyonel bir adam olarak). bunun için gözü karartan de gaulle, almanya ve birliğin diğer ilk üyelerini (italya, hollanda, belçika ve lüksemburg) tarım politikaları konusunda bile elini güçlendirmek için tehdit ederken ingiltere gibi bir ülkenin birliğe katılıp kendi gücünü paylaşmak istemiyor.

peki ingiltere neden kurucu üye değil?
sonuç olarak avrupa'da daha önce eşi benzeri görülmemiş bir süreç yaşanıyor birlik kurulurken. hatta o dönemde siyasi düşünürler ve kimi politikacılar birliğin ileride abd gibi federal tek bir ülkeye dönüşeceğini düşünüyorlar. peki ingiltere o dönemde neden dışarıda kalıyor. 

1) ingiltere ikinci dünya savaşında almanya tarafından kıta avrupa ülkeleri gibi işgal edilmiş bir ülke değil ne de almanya gibi müttefik kuvvetler tarafından paramparça edilmiş durumda. bu açıdan kendini mutlak galip sayıyor ve bununla övünüyor. aynı zamanda ekonomik olarak da diğer ülkeler kadar kötü durumda değil. üstelik o dönemde hala bir dünya imparatorluğu. kraliçe hala hindistan imparatoriçesi ünvanını taşıyor. kıta avrupası ülkelerine bir üstten bakma durumu var yani.

2) o günün şartlarının dışında bir de tarihi bir aidiyetsizlik durumu var. haritaları açarız aa burası avrupa aa burası asya deriz ama gerçeklik tam öyle değildir. ingiltere'nin durumu biraz bize benziyor. biz nasıl ki topraklarımızın çok büyük bölümü asya kıtasında olmasına rağmen kendimizi asyalı diye tanımlamıyorsak (açık bir şekilde ortadoğuluyuz bile demiyoruz, kaldı ki asyalı olmak çok daha ayrı bir fenomen) britanya halkları için de aynı durum geçerli. ingiltere tarih boyunca kendini avrupalı görmemiş. hatta avrupa ingiltere'nin yüzyıllar boyunca savaştığı ve mücadele ettiği bir yer. bir ada ülkesi olarak izole olmanın getirdiği bir kendini özel olarak görme durumu var.

3) güçlü gelenekler bir diğer etken. birlik kurulurken az önce söylediğim gibi avrupa genelinde bir federasyon olacağız havası güçlüyken, ingilizler bu düşünceden deli gibi korkmuşlardır. onlar için uğrunda küçücük bir ada içerisinde pek çok savaş verdikleri egemenlikleri çok önemlidir, devredilemez ve bölüşülemez.

ingiltere neden birliğe üye oldu?
peki ne oldu da bir kaç sene içerisinde birliğe bu nedenlerden uzak olan birleşik krallık katılım için can atmaya başladı. üstelik de gaulle'nin vetosuyla gururları kırılmışken buna rağmen uğraşmaya devam ettiler.

savaş sonrasından işler birleşik krallık için pek de iyi gitmedi. savaş öncesinde gücü biraz kırılmış olsa da ingiltere hala dünyanın en güçlü ülkesiydi. oysa savaş sonunda dünya yeni iki gücün etkisi altına girdi: sovyetler birliği ve abd. ingiltere'nin ne ekonomik ne de askeri olarak bu iki güçle baş edebilecek etkisi kalmamıştı. çünkü imparatorluk artık çöküyordu. ikinci dünya savaşı sonrasında dünya ikinci büyük bir milliyetçilik dalgasının etkisi altına girdi. bu sefer olay avrupa'da değil yüzyıllar boyunca avrupa tarafından sömürgeleştirilmiş asya ve afrika ülkelerinde gerçekleşti. ingiltere'ye bağlı sömürge devletler tek tek ve hızlı bir şekilde bağımsızlıklarını ilan ettiler. eski sömürgeleri üzerinde hala kültürel ve ekonomik ayrıcalıkları devam etmesine rağmen ingiltere elinde kalan bir kaç ada ve ufak tefek toprak parçalarını saymazsak (-ki bunlardan falkland adaları ülkeyi arjantinle savaşa gibraltar ise ispanya ile çıkmaza sürüklemiştir) yeniden başa dönmüş ve küçük bir ada ülkesi olarak kalmıştır. eskiden olduğu gibi güvenliğini sağlamak ya da sözünü geçirebilmek için toplayacağı büyük orduları artık yoktur. üstelik imparatorluklar parçalanırken ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkileyen sorunları tek başına da çözememektedir (buna en bilindik örnek kıbrıs adasının ingiltere'den bağımsızlığı kazandıktan sonra içine düştüğü durum, türkiye ve yunanistan'ın savaşın eşiğine gelmesi, türkiye'nin 74 harekatı ve sorunun hala çözülmeden günümüze kadar ulaşmasını gösterebiliriz). bu durumda ülke siyasi olarak kendini yalnız hissediyordu.

ekonomik olarak da izole olmuştu. ab güçlü bir ekonomi yaratmış ve üye ülkeler bunun faydalarından yararlanmaya başlamıştı. almanya hızla kendini toparlıyordu ve çok yakındayeniden avrupa'nın en güçlü endüstrisi olacaktı. ingiltere buna karşılık kuzey avrupa ülkeleriyle birlikte efta isimli bir ekonomik birlik kurdu ama efta hiçbir zaman ab kadar güçlü bir etki yaratamadı. geriye tek bir seçenek kalıyordu. ya o birliğe katılacak ya da yavaş yavaş sıradan bir ülke konumuna düşecekti.

ab'nin oyunbozanı olarak ingiltere
nihayetinde karşılıklı tüm engeller kalktıktan sonra 1973 tarihinde ingiltere artık birliğin bir üyesi haline geldi. ama yukarıda yazılan tüm faktörler birer gerçek olarak da kalmaya başladı. ingiltere birliğe katıldıktan sonra bile birliğe olan şüpheci ve uzak tavrından hiçbir zaman taviz vermedi. birliğin getirdiği ekonomik faydalardan yararlandı. buna bir itirazı da yoktu hatta ekonomik bütünleşmenin daha ileri safhalara geçmesini de destekliyordu ama siyasi birlik ve egemenlik haklarının paylaşılması ingilizlerin hiç hoşuna giden bir durum değildi.

(ilgilenenler için burada ab'nin siyasi işleyişi ile ilgili biraz bilgi var. istemeyenler parantez sonrasına direkt geçerek hikayeye devam edebilirler.

ab üye ülkelerin egemenlik haklarını nasıl paylaşır?
ekonomik bir birlik olarak kurulan avrupa birliği işleri ilerletmek ve daha güçlü bir birlik haline gelmek için özellikle 80li yıllardan itibaren hızlı bir siyasi bütünleşme sürecine girmiştir. bizim yıllardır altından bir türlü kalkamadığımız birlik müktesebatı üye ülkelerin uymak zorunda olduğu binlerce kuraldan oluşur ve bu kurallar sadece ekonomik işleyişi değil sosyal, siyasi, idari, kültürel tüm konularda gıdadan spora, enerjiden finansa kadar aklınıza gelebilecek büyük konulardan en küçük işleyişlere kadar her alanı belirlerler. (örneğin doksanlı yılların sonunda bizim ülkemizde tartışılacak başka bir konu yokmuş gibi ab üyesi olunması durumunda kokoreç yiyemeyeceğimiz aylarca konuşuldu; bu iki şeyi çok net bir şekilde gösteriyor: bizlerin her ciddi olayın suyunu çıkarmamız [millet ayağa kalkıp hop lan hani egemenlik kayıtsız şartsız benimdi demek yerine kokoreç sevdasına düşüyor]ikincisi de evet ab'nin kokorece bile müdahale edecek kadar net kurallarının olması). bu durumda belli bir konuda çıkacak kararlar öncesinde üye ülkeler tarafından tartışılır ama çıktıktan sonra da tüm ülkeler buna uymak zorunda kalır. ülkelerin kendi halklarınca seçilmiş parlamentoları bu üst kararların aksine bir yasa çıkaramaz. bu şekilde egemenliklerini ab ile paylaşmış olurlar. tam da burada ilginçtir ki bir demokrasi açığı vardır. çünkü ab işleyişinde yasa yapıcı halkın seçtiği ab parlamentosu (lizbon antlaşması ile yetkileri artmış olmasına rağmen hala oldukça zayıf bir parlamento yapısı vardır) değil (bizim de üyesi olduğumuz avrupa parlamentosu ile de karıştırmamak lazım bu arada), halkın seçmediği, konuların uzmanlarından (diplomat ve teknokratlardan) oluşmuş olan avrupa komisyonu'dur. bu açıdan ab'ye en temel ilkesi olan demokrasiden uzak yarı teknokratik bir yönetim olduğu yönünde gelen eleştirilerin açıklaması tamamen ayrı bir konu olduğu için es geçiyorum. sadece şunu belirtmek lazım ab yasaları üye ülkelerin uymak zorunda olduğu yasalarsa ve bu yasalar da ne halkın seçtiği kendi ulusal meclisleri ne de yine halkın seçtiği ab parlamentosu tarafından yapılamadığından üye ülke haklarının egemenliklerini dolaylı bir yoldan olsa kaybetmiş oldukları bir gerçektir.)

bunun neticesinde ingiltere, birliğin oyunbozan üyesi olarak ortaya çıktı. ekonomik gücü onu söz sahibi ülkelerden biri yapıyordu. aslında de gaulle'un korktuğu şey gerçekleşmişti. önemli kararlar alınırken almanya ve fransa diğer küçük avrupa ülkeleri üzerinde etkili olabiliyorlardı ama ingiltere'ye söz geçiremiyorlardı. bu da uzun müzakerelere neden oluyordu. ingiltere, birliği daha yakın bir siyasi yapıya götüren maastricht, nice, amsterdam ve en sonunda lizbon antlaşmalarında hep eleştirel bir tavır ortaya koydu. engelleyebildiklerini engelledi, engelleyemediklerinden ise opt-out olarak uzak durdu ki bunlar schengen gibi euro gibi çok önemli konulardı. düşünün birliğin en güçlü ve siyasi etki olarak en önde gelen ülkelerinden biri birliğin en önemli adımlarından uzak duruyor. ben kendi paramı kullanırım diyor ya da sizin vize verdiğiniz kişiler elini kolunu sallayarak benim ülkeme giremez diyor.

bu durum tabi hem ab işleyişini hem de ingiltere'nin kendi içinde işleyişinde hep büyük sorunlar doğurdu. ab üyesi ülkeler ingiltere'yi sürekli kendi ulusal çıkarlarını birliğin çıkarlarından öne çıkarmak ve birliğin işleyişi ile uluslararası düzlemde etkisini düşürmekle suçladılar. ingiltere kendi içerisinde de ab önemli bir konu olarak kaldı. yıllar içinde eurosceptic dediğimiz birlik karşıtı kişiler ve birliği destekleyenler olarak ülke ikiye bölündü. ab öyle önemli bir konuydu ki hem ab'den nefret eden margaret thatcher'ı hem de aşırı ab yanlısı diye john major'u koltuğundan etti. tony blair de aynı şekilde aşırı avrupa yanlısı olmakla suçlandı. ülke içindeki bu gerilimin elbette bir sona ermesi lazımdı. bu da şu anda başlığına yazdığımız referandum ile sonuçlandı. tüm bu nedenler ve olaylar bu referandumu kaçınılmaz hale getirmişti. bir gün mutlaka gerçekleşmesi gerekiyordu. hem ab'nin kendi yoluna bakabilmesi hem de ingiltere'nin artık kararını vermesi gerekiyordu. ve karar verildi. ingiltere, birlikten ayrılma kararı verdi. bundan sonraki etkileri biraz futurizm biraz da gerçeklik içeriyor olacak. ama çok önemli bir nokta ve sadece ingiltere'yi etkilecek bir durum değil.

zamanı olanlar için bir de bu etkilere bakalım:

1) ab açısından bu ayrılık ne ifade ediyor?

öncelikle belki de şunu sormak lazım: madem bu kadar birliğin başını ağrıtıyordu birlik neden bu referandumu verdi? neden kendisi ingiltere'yi birlik dışına atmadı?

aslında zaman zaman eminim bunu üye ülkelerin yöneticileri istemiştir. euro ve ardından gelen yunanistan krizinin ardından üye ülkeler nasıl toparlanacaklarını paris'te tartışırken, david cameron her zamanki ingiltere tavrıyla çıbanlık yapmaktadır. en sonunda dönemim fransa cumhurbaşkanı nicolas sarkozy (kendisinin de bir başbelası olduğunu kanıtlarcasına, cameron'a deli gibi bağırır: siz ingilizkerden bıktık artık. bu birliğin başbelasısınız. hem euro'ya katılmadınız hem de kalkmış euro hakkında ne yapmamız gerektiğini utanmadan bize söylüyorsunuz. defolun gidin de hepimiz rahat edelim. sarkozy belki tüm siyasi etiği ve nezaketi yıkmıştır ama eminim yıllardır söylenemeyen bir şeye de sözcülük etmiştir. yine de ab hiçbir şekilde resmi olarak ingiltere'nin birlikten ayrılmasını istemedi. çünkü en nihayetinden bu birlik için çok büyük bir çatlak. daha kendi içinde bir birliğe ulaşamışken, bir siyasi aktör olarak abd ve rusya gibi ülkelerin karşısında nasıl duracak? bundan sonra şimdiye kadar çok iyi yürütmüş olduğu ikiyüzlü stick or carrot politikasını ukrayna gibi, balkan ve kafkasya ülkeleri gibi, afrika ülkeleri gibi ve en de önemlisi türkiye gibi ülkelere nasıl uygulayacak? ingiltere birlikten ayrılan ilk ülke değil. grönland 1985 yılında yine bir referandumla birlikten ayrılmıştı. ama o grönland bu ingiltere. ne dünya üzerindeki etkileri, siyasi güçleri, kültürel becerileri ne de ekonomik büyüklükleri aynı değil. evet ingiltere eurozone içerisinde değil ama birliğin ekonomisi üzerinde çok büyük bir etkiye sahip. ingiltere sayesinde birlik aslında commonwealth üyeleri ve ingiltere'nin eski sömürgeleriyle iletişime geçerek büyük bir global ekonomik işleyiş yaratmıştı. ingiltere'nin birlikten ayrılması bu güçlü ticaret ağını elbette olumsuz etkileyecektir ya da gelecekte bu ülkelerle iletişim güçlükleri yaşayacaktır. çünkü tüm dünyaya yayılmış ticaret ağında ab'nin sözcüsü ingiltere'ydi. parasal birliğin içerisinde olmamasına rağmen birliğin finans başkenti londra olarak kabul ediliyordu. bu değişimin ab açısından ekonomik anlamda acısız olacağını kimse iddia edemez. 

bunun yanında siyasi ve askeri değişimler var. evet ingiltere, birliğin siyasi ve askeri bütünleşmesine karşıydı ama yine de birliğin bir üyesiydi ve dış politikasını birlikten ayrı oluşturmuyordu. bir orta yol bulunuyordu ve ingiltere'nin güçlü imajı birliğin çok işine yarıyordu. şimdi birlikten ayrılıp yalnızlaşacak olan ingiltere'nin yapabileceği tek bir şey var: abd ile daha da yakınlaşmak. e abd ile avrupa zaten müttefik bunda bir sıkıntı yok dersek gözlerimiz sadece siyah ve beyazı ayırt edebiliyor diğer renkleri göremiyor demektir. başını fransa'nın çektiği ve diğer tüm avrupa ülkelerinin de hemen hemen desteklediği bir abd bağımlılığından avrupa'yı kurtarmak ülküsü var ki birliğin en başta kurulma nedenlerinden birisi de bu. (türkiye'nin ab'ye katılımı konusunda abd ile birlik arasındaki gerilimi hatırlayın. abd kendi çıkarları için yıllardır birliğe tr'yi üye yapın diye baskı yapıyor, birlik ise bu bizim kendi iç meselemiz diye ayak diriyor). ingiltere bu tabloda balansı sağlayan ülkeydi ama artık yok ve o da abd tarafında olacak çünkü başka bir şansı yok. ingiltere'nin birlikten ayrılmasıyla nato yeniden eski önemine geri dönebilir. doğu avrupa ülkeleri hala rusya'dan korkuyorlar ve bu konuda batı avrupa ülkelerinden çok abd'ye güveniyorlar. dolayısıyla fransa ve almanya'nın bir ab askeri birliği kurma hayalleri neredeyse imkansız. bu açıdan nato'ya bağlılar ve artık bu bağlılık daha da artacak. bir de uzak bir ihtimal olsa da bir gerçeklik de yine ab'nin karşısında duruyor: ingiltere - rusya işbirliği. enerji kaynakları açısından rusya, ingiltere için çok önemli bir opsiyon olabilir. öyle de zaten. rusya ise uluslararası arenada kazanacağı prestij açısında ingiltere ile işbirliğini havada kapar zaten. emin olun referandum kararından sonra putin ve vekilleri bir votka sofrası kurmuşlardır zaten. ab onlar için artık abd'den bile önemli bir belaydı ve artık eskisi gibi kendi eski sovyet cumhuriyetleri üzerinden rusya'nın üzerine yürüyemeyecek. haritada taşlar fena yer değiştiriyor.

2) ingiltere açısından bu ayrılık ne ifade ediyor?

farkındaysanız birlikten ayrılmak isteyenler bunu kutlarken şunu söylüyorlar: we are free now! bu ilginç bir yaklaşım. ülkenin yarısından fazlası ab'yi bir tutsaklık kendilerini de esir olarak görüyorlardı. egemenlikleri ellerinden alınmıştı şimdi onu geri kazandılar. elbette bu ifade de bir mübalağa olmadığını söyleyemeyiz. ama şunu da ekleyelim: popülist söylemin ardında da ne var? ingiltere'yi gerçekten ne bekliyor olabilir? jean jack rousseau'nun dediği gibi: kişi kendini özgür zanneder, ama çoğu zaman bir köleden daha esir durumdadır. aradaki fark şudur. kölenin zincirlerini köle görür ama diğeri görünmez zincirlerle bağlanmıştır. bunlar onu daha güçsüz ve kurtulunması daha zor bir durumda bırakmıştır. çünkü önce gözlerin görmediği o zincirleri fark etmek gerekir. biraz mübalağada mı bulunuyorum acaba?

önce ekonomiye bakalım: ingiliz ekonomisi 2000li yılları çok da iyi geçirmedi aslında. işçi partisi iktidarı sonrası david cameron'u zafere taşıyan programını hatırlayın: en başta ekonomiyi toparlamak ifadesi vardı. bugün istifa ettiğinde de kendi döneminde ekonomiyi yeniden canlandırdıklarından bahsetti. ülke, euro kullanmasa da 73 yılından bu yana finansal ve ticari olarak ab'ye oldukça bağlı durumda. şimdi tüm yapıyı yeniden düşünmeleri lazım. en kötü ihtimal, birlikten ayrılmasıyla üstte saydığımız tüm kötü olasılıkları birliğin önüne seren ingiltere'den geride kalan 27 üyenin resmi olmayan bir şekilde intikam alması olacaktır. gururu kırılmış, itibarı zedelenmiş ve özellikle yarı yolda bırakılmış olan birlik, geleceğin faturasını ingiltere'ye yükleyecektir. özellikle almanya ve fransa'da alttan alta zaten ukala buldukları ingilizlere karşı olumsuz duygularının artması pek sürpriz olmaz. şu andan itibaren başlayacak olan ayrılık müzakerelerinin üç yıl kadar devam etmesi bekleniyor (muktesebatın ağırlığı ve ilişkilerin karmaşıklığını buradan anlayın). bu durumda ingiltere her türlü serbest dolaşımdan ihraç edilebilir. malların ve hizmetlerin serbest dolaşımının kaldırılması ya da kısıtlanması ab açısından sıkıntılı olabilir, ama emin olun 27 adet avrupa ülkesine serbest dolaşım hakkını kaybedecek ingiltere çok daha büyük bir sıkıntı yaşayacaktır. bu ingiliz ürünlerinden alınacak ekstra vergiler demek, bu da ingiliz şirketlerinin kıta üzerindeki rekabetini oldukça güçsüzleştirecektir. elbette ingiltere burada bu haklarının devamı için mücadele edecektir ama asıl kararı verecek olan ab tarafı. şimdiden politikacılar tarafından değil ama geride kalan ab ülkelerinin vatandaşları tarafından şu açıkça dile getiriliyor: england will suffer! bunu ayrılığın sonucu olarak okumak da mümkün bir dilek olarak görmek de mümkün. madem gittiler o zaman günlerini görsünler. evet belki zaten ingilizleri sevmiyorlardı ama şimdi kendilerini beğenmeyip resmi olarak ayrılan bir ingiltere var. e o zaman...?

bu durumda ingiltere'nin yapacağı şey geride kalanlarla daha güçlü iktisadi ittifaklar kurması : mesela abd ile bir ticari birlik anlaşması olabilir. ama burada ingilizler uzun uzun düşünürler. çünkü abd'nin ekonomik devasılığı ile eşit değiller. geriye kimler kalıyor: mesela çin. pek mümkün değil; ucuz çin malları ülkeye sokulması değil kısıtlanması gereken bir konu. ingiliz ürünlerinin de fakir çin halkı için bir seçenek olmayacağı çok açık. peki ya rusya! rusya ile birliktelik az önce dediğimiz gibi abd ile işbirliğinden çok daha mantıklı. o rusya'dan enerji alır; üstelik rusya'nın ingiliz piyasalarını domine edecek bir sanayisi de yok. ama ingiliz ürünleri tüm rusya'da oldukça rahat bir şekilde hakim olabilir. çünkü rusya'nın zaten ab ile de bir anlaşması yok ve anlaşmaya niyeti de yok. siyasi güç elde etmek için rusya pazarlarını ingilizlere açabilir. ama bu da ingiltere'yi tamamen avrupa dışına iter bunun da tüm dünyada inanılmaz bir değişimi getireceği kesindir. diğer seçenekler norveç, isviçre, geride kalan balkan ülkeleri, kendi eski sömürgeleri ve ortadoğu ülkeleri. örneğin efta ile eskiden kurduğu birliği güçlendirmek isteyebilir ama o ülkelerin çoğu artık ab üyesi. bu durumda uzun vadede neredeyse sırf ingiltere ab'ye girdiği için ab üyesi olan bu ülkelerin yine kendi yolunu izleyerek ab'den ayrılmasını bekleyecek ve belki bu yönde kulis yapacaktır. şurası kesin; politika konusunda uzmanlığını yüzyıllar boyunca dünyaya kanıtlamış olan westmisnter, artık yeni baştan bir dış politika üretecek ve büyük olasılıkla rusya ve türkiye gibi ülkeler üzerinde daha etkin bir politikayla taşları yerinden oynatacak.

peki ekonomi ve dış politika böyle de içeride ne olacak: referandum sonuçlarını okuyan herkesin gördüğü iki önemli faktör var: birincisi demografik sonuçlar ikincisi coğrafi sonuçlar.
referandum bize gösterdi ki orta yaş ve üstü ingilizler ayrılık derken genç nesil ab'yi savundu. alın size yine bir demokrasi çıkmazı! kırmızı tuğlalardan yapılmış yüzyıllık klasik bir ingiliz mimarisi evinde, doksanlı yıllardan kalma televizyonundan haberleri beş çayını süt katıp içerek takip eden ve "hayır birlikte kalmayalım" kararını belki de çok sevdiği ingiliz kraliçesinin, kendisinin hiç görmediği hindistan ve daha bir sürü başka egzotik ülkelerin imparatoriçesi ünvanını taşıdığı zamanları hatırlayarak vermiş aklına ulus devlet virüsü çocukluğundan beri yerleştirilmiş ve şurada çocukları alınmasın ölümüne beş ya da on sene kalmış kırmızı yanaklı ve tontoş yaşlı ingilizler, bunun tam aksi yönde karar vermiş olan genç neslin geleceğini belirlemiş oldular. demokrasi bazen böyle çuvallıyor işte. bundan 10 ya da 20 sene sonra ingiltere'nin yeniden ab üyesi olması frodo'nun tek yüzüğü hüküm dağında yok etmesi ihtimalinden bile çok çok daha düşük (bu örnekte ki gibi evet bir gün yeniden olabilir ama aslında pek de olamaz). şimdi onlar kısa bir süre sonra bu dünyadan göçecek olsalar da, bu referandum da ab üyesi olarak hayatlarını yaşamak isteyen gençler geriye kalan uzun yıllarda bu isteklerinden mahrum ve bu sonucun getireceği sonuçlarla yüzleşerek yaşayacaklardır. bu olayın duygusal yanı.

asıl sonuç coğrafi farklarda. birleşik krallık'ta daha çok değil iki sene önce büyük bir kazan kaynadı: iskoçya halkı bağımsızlık için referanduma gitti. sonuç var olan durumu değiştirmedi, bugün hala iskoçya birleşik krallık'ın bir üyesi ama bu sonuç tüm suları da dinginleştirmemişti. iskoç ayrılıkçılar bu referandumu sadece bir başlangıç olarak gördüklerini ifade ettiler çünkü çok büyük bir hezimet de ortada yoktu: iskoçların sadece %55'i hayır deyip ayrılığı desteklemediler. %45 ayrılıktan yanaydı. bu kadar fark kısa sürede ve tek bir olaya bağlı olarak tam tersine şekilde değişebilir. mesela şunu hatırlayalım: bağımsızlık referandumu öncesinde iskoçların aklındaki en önemli sorulardan birisi avrupa birliği'ydi. bağımsızlık kararı veren iskoçya, ab üyesi olarak kalabilir miydi yoksa hayır en baştan başlamak ve üyeliğe başvurmak zorunda mı kalacaklardı? müktesabat bunun tam bir yanıtını vermiyordu. ingiltere burada karını iyi oynadı. açık bir şekilde iskoçya'nın ab üyesi sayılamayacağını söyledi, resmi bir şekilde olmadan da aba altından sopayı gösterdi: evet yeniden başvurabilirsiniz ama bizi böyle terk ederseniz biz sizin üyeliğinizi veto etmez miyiz? ab'den kopmuş, ingiltere'den ayrılmış, yüzyıllardır milli egemenliği olmayan iskoçya tek başına ayakta kalamaz. iskoçlar en çok bundan korktular. gelecek onlar için karanlıktı. buna bir de ab'den darbe geldi. ab de resmi olmadan ama açık bir şekilde iskoçya'nın ingiltere'den ayrılırsa en baştan müzakerelere başlaması gerektiğini söyledi. o dönemde ab için ingiltere'yi savunmak daha önemliydi? evet ingiltere, ab'den ayrılma referandumu düzenleyeceğini o zaman zaten ilan etmişti ama daha düne kadar kimse bunun ayrılık yönünde bir kararla sonuçlanacağını pek düşünmüyordu. şimdi ise durum şu. haritaya baktığımızda birleşik krallık'ta tüm iskoçya ve kuzey irlanda'nın ab lehine oy verdiği ortaya çıktı. oysa ingiltere, birleşik krallık olarak yanında iskoçya ve kuzey irlanda'yı da alarak birlikten ayrılıyor. e ama iki sene öncesinde kendisi ab silahını iskoçlara karşı kullanmıştı. iskoçya'nın bu durumda yeni bir referandum düzenlemek isteyeceği aşikar. zaten birleşik krallık'tan ayrılmayı savunan snp orada iktidarda. buna bir de kuzey irlanda'da da eklenebilir. ıra dönemi bitti ama o köprünün altından çok da sular akmadı. şu açıdan bakalım: irlanda hala ab üyesi. kuzey irlanda ab üyesi olmak istedi ama ingiltere yüzünden artık değil. bu oradaki ayrılıkçıların elini de kesinlikle güçlendirecektir. tüm bunlara ingiltere'nin yaklaşımı nasıl olur? 2014 referandumu illegal değildi elbette; bu bize tuhaf gelecektir ama ayrılmak isteyen iskoçların talepleri bizzat birleşik krallık hükümeti ve westminster tarafından verildi. ama şimdi ab'den ayrılmış, tek kalmış ingiltere bir de muhtemel sonuçları ayrılık olacak yeni bir iskoç ve kuzey irlanda bağımsızlık referandumlarına bu kadar kolay karar verebilecek mi? üstelik ab referandumunda böyle bir sonuç çıktıktan sonra? yoksa gözlerini ve kulaklarını bu taleplere eskiden yaptıkları gibi yeniden kapayacaklar mı? şüphesiz yeni bir denge ve dış politika kuracak olan ülke öncelikle kendi iç politikasını bir düzene koymak zorunda. iç politikasında sertleşmek ihtimalini değerlendirecek olan ingiltere, dış politikada aynı türkiye'nin en başta örnek olması için ideolojik olarak rusya iktidarına yakınlaşması gibi dolaylı yoldan böyle bir yola girmeyeceğini kim söyleyebilir? yine de demokrasinin beşiğinden daha mantıklı bir tavır bekliyor olacağız ama burada tüm dünyada artan milliyetçiliği ve sert politika yöntemlerini de unutmamak lazım.

bir de şunun altını çizmek lazım: bahsettiğimiz taraflar yani hem ingiltere hem de ab oldukça güçlü iki aktör. ben ne ab'nin tamamen bu ayrılıktan sarsılıp çok zayıflayacağını ya da çökeceğini ne de ingiltere gibi bir ülkenin sağlam yeni politikalar üretemeyip güçsüzleşeceğini ya da yalnız kalacağını düşünüyorum. yani ab'yi kaybetmek, bizim rusya'yı kaybedip anında turizm sektörümüzün yıkımın eşiğine gelmesi gibi bir etkisi olmayacak ingiltere açısından. burada görülmesi gereken şey şu: bu öyle "vayy be ingilizlere bak adamlar ab'yi sildi geçti" anından çok daha öte bir anlam taşıyor: denge bozuldu. artık boşa çıkmış bir birleşik krallık var! şimdi tüm dünya yeni bir strateji kurmak zorunda çünkü ingiltere'nin vereceği kararlar sadece avrupa'yı değil tüm dünyayı etkileyecek. bunun öyle kolay bir süreç de olmayacak; çok yeni gerilimleri ve çatışmları (çatışma derken hemen savaşı düşünmemek lazım; ama çok zayıf da olsa savaş ihtimalini de realizm teorisyenleri gibi asla aklımızdan çıkarmamalıyız) beraberinde getirecek ve yeni bir tarih yazılacaktır. eminim ingilizler de karakterleri itibariyle en çok bundan gurur duyacaklardır. dünyanın gidişatına bir anda öyle bir etkide bulundular ki uzun bir süredir britpop haricinde unutulmuş ingiltere yeniden herkesin aklına kazılmış oldu.

son not: türkiye açısından bu ayrılık ne ifade ediyor?

bilindiği üzere ingiltere, abd ile aynı görüşe sahip olarak türkiye'nin ab'ye üyeliğini çok uzun yıllardır savunmuş ve desteklemiş olan bir ülkedir. burada ingiltere'nin ab'den her zaman bir oranda ayrı tutmaya çalıştığı dış politikasının etkisi, bu politikayı inatla ab ile değil abd ile uyumlaştırması, yaşadığımız bölge üzerindeki tarihsel bağları, ekonomik bağlantıları, stratejik niyetleri ve en nihayetinde türkiye'nin ab'ye olan üyeliğinin etkilerini kıta avrupa ülkeleri kadar hissetmeyeceğini düşünmesi, bu mozaiğe kendi kozmopolit demografisi ile daha tanıdık olması ve hatta daha az ciddiye alması gibi nedenleri sayabiliriz. isterseniz devam da edebiliriz; işi şakaya vuranlardan ilham alarak ingiltere'nin zamanında 4 milyon türk'ü ülkesine sokup bizleri gündelik hayatlarımız açısından almanlar kadar yakından tanıyamamış olması yani henüz sütten ağzının yanmamış olmasını da söyleyebiliriz, karanlık teorisyenleri sevenler açısından bakıp zaten ab'nin üyesi olmasına rağmen çok da güçlenmesini istememesinden türkiye'yi üye yapıp birliğin işleyişini ve siyasi birliğe doğru gidişatını engellemek istediğini de sayabiliriz. neden her ne olursa olsun ayrılıkçı ingiliz politikacıları süreç içerisinde türkiye'nin muhtemel olarak birliğe katılmasının kendi ülkeleri üzerinde kültürel ve ekonomik olarak nasıl yıkımlar getireceğini kıta avrupasındaki meslektaşlarından esinlenerek gerçekçi olmayan bir şekilde abartıp ingiliz vatandaşlarının kalbine nasıl korku saldıklarını izledik. ingiltere açısından bizlere karşı bu kadar ırkçı söylemleri hiç duymamıştık. bu söylemlerin orta yaş ve üstü ingilizler üzerinde etkili olduğuna şüphe yok. ingiltere'nin bir taşra şehrinde müslümanlar gelecek ve ben işimi kaybedeceğim diye üzülen ve buna inanan bir rahibin gerçekliğine inebiliyor toplumlar çoğu zaman. bu tür manipülasyonların nasıl işe yaradığını en çok biz türkiyeliler özellikle son on yıldır sürekli olarak tecrübe etmekteyiz zaten. ama artık sonunda ingiltere bir ab üyesi değil dolayısıyla bu korkular ve nefret söylemleri artık ne bizleri ne de ingilizleri dolaylı yoldan etkileyebilir.

asıl önemli olan türkiye'nin bundan sonra ab üyeliğinin nasıl işleyeceği? bakalım neler olabilir?

1) en başta olacak şey zaten (artık geyik oldu) ab ekseninden uzaklaşmış olan türkiye'nin ab üyelik sürecinden bu ayrılığı da bahane ederek daha da uzaklaşacağıdır. şu anda iktidarda olan partinin ve liderinin zaten ne ideolojik olarak ne de kendi çıkarları açısından böyle bir üyeliğe ihtiyaçları ve istekleri yok. üyeliğin aleyhinde konuşmak için artık ellerinde çok da güçlü bir silah var: ingiltere birlikten ayrıldı. iyi bir şey olsa ingiltere gibi bir ülke orada kalırdı. kendi üyesini kaybetmiş, zayıflamış bir birliğin türkiye'ye bir faydası olmayacaktır.
ama yine çok iyi bildiğimiz bir şekilde türkiye bunu açıkça yapmayacak: üyelik müzakerelerini sözde devam ettirmeye devam edecek, ama meydanlarda bas bas ab aleyhine konuşmalar yapılacak. zaten sürekli yıllık raporları ile gerçekleri yüzümüze vuruyorlardı; onlar artık kalksın kendi işlerine baksınlar. açık ve net: ab'nin türkiye üzerinde olan etkisi zayıflayacak.

2) ab türkiye'nin peşinden koşacak1()? ab, ingiltere'nin ayrılığı ile azalan gücünü türkiye ile dolduracak? bu bugün oldukça çok konuşuluyor. kimileri bunu "aha bize ihtiyaçları var" diye dile getiriyor kimileri ise artık ab üyesi olabileceğiz belki de diye sevinerek dile getiriyor. oysa bu nasıl bir teori, nasıl bir gerçekliği yansıtıyor hiç anlayabilmiş değilim. ekonomik açıdan mı türkiye, ingiltere'nin boşluğunu dolduracak. tüm ekonomisini toki'ye yüklemiş, tarımı yok olma noktasına gelmiş, sanayisi kendi milli trenlerini, metrolarını, arabalarını, uçaklarını yapmakla övünen ama aslında tek yaptığı ileri düzey teknolojiyi üretmeyip satın alan ve sonra da gelip burda monte eden yani bir nevi montajcılıktan ileri gidememiş, arge konusunda zavallı, üniversitelerinde mezun olunca kpss'den memur olurum, sırtımı devlete dayar oh mis gibi yaşarım diyen öğrenciler güruhu olan türkiye mi ab'nin ağzını sulandırıyor?

3) yalnız şöyle bir durum var: ingiltere'nin ayrılığı sonrasında daha önce de yazıldığı gibi ab uluslar arası düzeyde itibar kaybına uğrayacaktır. türkiye'de bunu ab'ye karşı büyük olasılıkla kullanacaktır. türkiye'yi yanında tutmak için ab ne yapabilir? politikacılarının aptallığı yüzünden yıllarca türkiye, avrupalıların gözünde bir canavara dönmüş durumda. bunda bizim canavarlığımızın da elbette bir etkisi yok değil. bu durumda ab, kendinden yavaş yavaş uzaklaşacak bir türkiye görmek istemez. e bu ne perhiz bu ne lahana turşu di mi? hem bizi istemediler, e az önce yine istemeyeceklerdir dedin, peki neden türkiye ile yakınlığı daha da kaybetmek istemesinler o zaman? şu anki durumdan ab çok memnun. türkiye'nin üyeliği mümkün gözükmüyor ama hali hazırda olabildiği kadar devam eden müzakereler var. her iki taraf da birbirlerinden bir şey koparmak için bu müzakereleri birbirlerine karşı kullanıyorlar. bazen kapatarak bazen açarak. ama olur da türkiye'nin bir iç politika aracı olarak üyelik müzakerelerinden tamamen ayrılmasını istemezler. aslında bizim yapmamamız gereken şey de bu. madem girmiyorsun, girmeye niyetin de yok belli ama gel müzakereler açık kalsın. ama şimdiye kadar yürüttüğümüz dış politikaya bakarak bir anlık iç politika zaferi için tüm üyelik adaylığından vazgeçebilir türkiye. öyle çılgın türkleriz biz. tarih boyunca atılmış yanlış adımlarımızı tek tek saymaya gerek yok. bir gözünüzü kapatıp son beş yılı düşünmeniz yeterli zaten. bu durumda sadece ab ve türkiye arasındaki uçurum ayrılmayacak aynı zamanda (yine geyik oldu artık ama) doğu ile batı arasındaki uçurumda artacaktır.

4) ingiltere, türkiye ile yeniden farklı bir siyaset kuracaktır. bakmayın siz referandum sürecinde ayrılıkçıların söylediğine... ne dedik referandum yapıldı artık ne onlar için ne bizler için sorun edilecek bir şey kalmadı. ingiltere, türkiye ile daha yakın bir ilişki kurmaya çalışacaktır. gidişata göre resmi olarak türkiye'nin ab üyeliğini hala da idestekler gözükecektir ama bunun sadece de facto bir yol olduğunu onlar da biliyor. bu durumda ingiltere yeni düzeninde türkiye'yi ab'ye kaptırmak istemeyebilir. burada ingiltere ile olan yakınlık elbette ingiltere'nin abd ve rusya ile kuracağı dengeye göre değişkenlik gösterecektir. burada olay biraz da türkiye'ye düşüyor. elindeki kartları iyi oynarsa son zamanlarda düştüğü yalnızlıktan kurtulabilir.

5) ab'den uzaklaşan ingiltere'ye yakınlaşan ve dolayısıyla da abd ve rusya'ya yakınlaşan türkiye dış politikada güç elde etse de içeride ne halde olacak? beni asıl düşündüren şey bu. ab tamamen önemini yitirdiğinde, türkiye iktidarının insan hakları ve demokrasi gibi konularda zaten isteksiz olan tavırları daha netleşebilir. müslümanlara bir böcek gibi bakan donald trump'ın olası başkanlığında abd, türkiye ile müttefik olmaya elbette devam edecektir ama bu yeni iktidar da türkiye'nin giderek muhafazakarlaşmasını pek dert edecek bir yapı sunmayacaktır. çok fazla iç karartmak istemiyorum. sadece kartları iyi okuyalım. dedik ya ingiltere'nin ayrılığı tarihi açıdan önemli bir adım. biz bu dünyadan ve onun tarihinden kopuk değiliz. her şeyi kendi içimizde olan şeyler olarak nitelendirip dış faktörlere pek kafayı takmıyoruz. oysa kendi geleceğimizin karanlığı da parlaklığı da bu olaydan çok bağımsız değil. gözler sonuna kadar açık ve ruhlar her an tetik de olsun lütfen.