Kendi Halinde Dört Müzisyen İngiliz Gencini "The Clash" Yapan Albüm: London Calling

1976'da kurulan ve punk denince akla ilk gelen gruplardan biri olan The Clash'in 14 Aralık 1979 tarihli üçüncü albümü London Calling, kült olmanın da ötesinde bir zamanın anlayışını özetlemeyi haiz bir albümdü.
Kendi Halinde Dört Müzisyen İngiliz Gencini "The Clash" Yapan Albüm: London Calling

bob dylan'a sormuşlar; "kendinizi bir müzisyen mi yoksa bir şair olarak mı görüyorsunuz?" diye. şayet megaloman bir insan olsaydı yine de kızamazdık dylan amcaya, ancak bakın kendisi soruya nasıl yanıt vermiş: "ben kendimi sadece bir gitarist olarak görüyorum". eminiz the clash'in beyni joe strummer da bu soru kendisine sorulsaydı aynı cevabı verirdi. ancak dylan gibi tevazu göstermiş olmazdı, çünkü kendisi gerçekten de genç bir kızgın gitaristten fazlası değildi.

Joe Strummer

peki nasıl oldu da the clash'i rock tarihinin en büyük gruplarından biri haline getirmeyi başardı?

1977'de punk kuşağında ortaya çıkan the clash'in kendi adını taşıyan ilk albümü çoğu insanın sandığının aksine sex pistols'ın "never mind the bollocks..."ından önce çıkmıştı. bu albümün verdiği gazla hemen bir yıl sonra "give 'em enough rope"u yayımladı grup. "london calling" the clash'in 3. albümü. grubun ilk iki albümü çok iyi eleştiriler almıştı ve hatta ikisi de hala başyapıt olarak kabul edilir. ancak "london calling" gerek melodileri, gerekse bir isyan çığlığı gücündeki sözleriyle öylesine üstün bir müzikal anlatıma sahipti ki, başyapıt tanımlamasına yeni bir açılım getirmek durumunda kaldı eleştirmenler.

açılış şarkısı "london calling" basit ve etkili bir giriştir ve ilk albümlerinde yer alan, konserlerinin mars şarkılarından london's burning'i gölgede bırakacak seviyededir. "jimmy jazz" her zaman reggae ve blues gibi siyahi kaynaklı müziklere açık olmuş olan the clash'ten çok da beklenmedik bir parça değildir; solist joe strummer'ın (rip) bu şarkıdaki vokalleri çok funky'dir. albüm asıl hateful'la başlar. ardından gelen "rudie can't fail" ise çok basit akorlara sahip harika bir rock'n'roll şarkısıdır. artık albüme iyice ısınmışsınızdır; çalan kapı zilinin veya cep telefonuna gelen bir mesajın bir süre daha beklemesinin hiç sakıncası yoktur. spanish bombs gayet pop bir şarkıdır, ama bu clash pop'udur, michael jackson veya madonna pop'u değil. the clash'in ulaştığı basit yetkinliğin belki de dinleyici tarafından en rahat hissedilebildiği parça olan the guns of brixton albümün en melodik şarkılarından biridir ve bu satırların yazarının da favorisidir.

The Guns of Brixton

çok tatlı bir ska parçası olan wrong 'em boyo neye uğradığınızı şaşırtır size: evet, buna kadar dinlediğiniz hiçbir punk albümü bu kadar kolay dinlenebilir değildi, değil mi? aynı atmosfer death or glory ve koka kola'da da devam eder. gelelim the card cheat'e, albümün en hüzünlü şarkısına. joe strummer'ın bu parçadaki vokal performansı şapka çıkarılacak cinstendir. adeta ağlayarak söyler sarkıyı ve siz artık "london calling" ile ilgili nihai ve en doğru kararınızı verirsiniz: bu albüm, basit bir punk çalışması olarak tanımlanamayacak kadar karmaşık, hisli, düzenli ve hatta düzeylidir!

çok özel insanlar değillerdi the clash üyeleri

ne gitar virtüözüydüler, ne de şiirsel şarkı sözleri yazabildiler. ancak bu, onların müziğinin etkileyiciliğini azaltmadı, aksine bu sıradan insanların müziğini bir şekilde kendimize daha yakın hissettik hep. rock star olamayacak kadar basit, ortalama olamayacak kadar hisli ve kötü denemeyecek kadar samimiydi onlar. the clash üyeleri "insan"dı, egosu şişkin rock star bozuntuları değil. ve onların ulaştığı en üst nokta olan "london calling" punk denilen müziğin en güzel haliydi ve hala da öyle. yayımlanışının 37. yılında "london calling" sizin için ne ifade ediyor? sadece punk mi? rock 'n' roll mu? reggae mi, blues mu, soul mu, funk mı?

"london calling" adı geçen tüm türleri içinde birleştiren bir klasik. bana ifade ettiği şey "müzik"ten daha ötede, daha soyut bir şey ve bir rock dinleyicisiyseniz, sizin için de öyle olmalı. the clash'i çok grup taklit etmeye çalıştı ama hiçbiri onların hissettirdiği şeyleri veremedi insanlara. nedeni çok basitti: the clash üyeleri çok iyi müzisyenler değillerdi. daha dürüst olayım: başlangıçta hiçbir aleti doğru dürüst çalmasını bile beceremiyorlardı. ancak müzik yapmak konusunda gerçekten istekli ve tarihte belki de hiçbir grubun olmadığı kadar samimiydiler. çöküşlerine sebep olan son stüdyo albümleri cut the crap'ı bir kenara bırakırsak asla kendilerini tekrar etmediler. bu yüzden bu kadar çok insanı etkilediler.

Bu içerik de ilginizi çekebilir