Kendimizi Özgüvenli Olmaya Zorlamak Bir Süre Sonra Gerçek Bir Özgüven Yaratır mı?

Özgüven hakkında ufkunuzu artırabilecek bir yazı için sözü ''immanuel tolstoyevski''ye bırakıyoruz.
Kendimizi Özgüvenli Olmaya Zorlamak Bir Süre Sonra Gerçek Bir Özgüven Yaratır mı?
iStock.com

hayatım boyunca en sık duyduğum tavsiye özgüven ile alakalıydı.özellikle bir erkek olarak bundan kaçış yok. beyin, biseps, penis ve özgüven dörtlüsünden “hangisi en büyük olmalı” diye bir anket yapsak erkekler arasında, “hepsi”den sonraki en popüler cevap özgüven çıkar herhalde.

“türk erkeklerinin mangalda sorumluluğu üstlenmeleri çok çekici” -alman turist helga

halbuki “kendine güven”, özellikle yolun başındaki bir insana verilecek en anlamsız tavsiye. “başarılı ol” demek kadar anlamsız. zaten çocuk onun yolunu arıyor.

16–17 yaşındaki bir gencin kendine güvenmesi için ne sebebi olabilir ki: parası yok, becerisi az, hayatıyla ne yapacağını bilmiyor, vücudundan utanıyor, zevkleri gelişmemiş, dünya’ya yabancı…böyle bir insanın güvensizlik hissetmemesi için ruh hastası olması lazım.

bir gencin sahip olduğu tek şey, hata yapma ve rezil olma lüksü. kalıcı maliyeti olmayan ufak hataları bolca yaparak özgüven inşa edecek. rezil olunca dünya’nın başına yıkılmadığını, sürekli olarak sahne ışıklarının altında olmadığını anlayınca bir daha denemeye gücü olacak.

***

buraya kadarki kısım klasik tavsiye kısmı. kişisel gelişim için beni takip etmiyorsunuz inşallah. bu arada beni takip ediyor musunuz şaka maka? paranoyak olmam, o arkadaki siyah minibüste olmadığınız anlamına gelmez.

konunun asıl ilginç kısmı dunning-kruger etkisi ile başlıyor. bu pek meşhur çalışmanın çıkış noktası aslında, şimdiki yaygın kullanılan haline biraz ters: bir konuda becerikli olan insanlar, kendilerini ortalamaya fazla yakın görüyorlar (underestimation).

fakat çalışmanın odak noktası sonradan şuna kayıyor: ortalama ve ortalama altı insanlar, kendilerini olduklarından daha iyi görüyorlar (overestimation). bunu zekaya uyarlarsak: “aptal olduğun için aptal olduğunu anlayamıyorsun”.

dunning-kruger’ı bir ara etraflıca yazarım, epey ilginç deneyler var. şimdilik bir tanesi konumuzla alakalı: bir matematik sınavına giren bir grup düşünün. çoğunluk kendi notunu fazla yüksek tahmin ediyor (overestimation). ama erkeklerde bu oran daha fazla. yani, benzer notlar almalarına rağmen, matematik konusunda erkeklerin özgüveni kadınlardan daha fazla.

tamamen yersiz bu özgüven yüzünden erkekler daha motiveler. kadınlarsa bu konuda yeteneksiz olduklarını sandıklarından devam etmiyorlar veya çalışmıyorlar. ve hakkaten de bir süre sonra geride kalıyorlar. yani neden-sonuç ilişkisi tersine çevriliyor.

***

en son girdiğiniz toplantıyı düşünün. bir masanın etrafına toplanmış farklı farklı insanlar. bir süre sonra hemen herkes aynı el hareketlerini yapmaya başlıyor. aynı konuşma alışkanlıkları, baş sallama şekilleri masaya yayılıyor. hatta konuşanların göz kırpmaları ve nefes alış verişleri dahi senkronize oluyor. ve toplantı bitene kadar, muhtemelen bunların hiçbirini farketmediniz.

sürekli olarak etrafımızdan ipuçları alıp ona göre adapte oluyoruz. özümüzde konformist yaratıklarız kısacası. bu o kadar otomatik biçimde oluyor ki, karşımızdakinin farkında olmadan yaptığı microexpressionları dahi, yani milisaniyelik mimikleri, farkında olmadan taklit ediyoruz. “farkında olmadan” kısmı önemli, zira microexpressionları bilinçli biçimde o hızda yapmak biyolojik olarak imkansız.

karıncaların feromonlarla sinyalleşmeleri gibi, bu mimikler de birbirimize anlık duygular sinyalliyor: sıkıntı, sürpriz, şehvet, hayranlık, “osurdum, farketmezsin umarım”, vs… bu sinyallere göre senkronize oluyor.

bunu konumuza bağlayalım:

tıpkı o matematik sınavına giren ortalama erkekler gibi yersiz bir güveninizin olduğunu düşünün. bu sizin mikro seviyedeki sinyallerinizi de düzenleyecek ve karşınızdakinizde de aynı sinyallere yolaçacak.

işte tam bu noktada, müthiş bir şey oluyor: karşınızdaki kendini gerçekten güvende hissediyor. mimikler, duygulara sebep oluyor. klasik neden-sonuç ilişkisi yine tersine dönmüş oldu.

bu etkiye, makro ölçekte rastlamak daha kolay. yapay biçimde gülümsemek insanın stres hormonlarını azaltıyor. ama burada bahsettiğim daha da inanılmaz: farkında olmadan yansıttığımız anlık mimikler, duygusal halimizi değiştiriyorlar ve bir süre sonra o mimikleri, gerçekten de o duygu haline sahip olduğumuz için yapmaya başlıyoruz. ve karşıdakine bunu tekrar yanısıtıyoruz. yani karşımızdakilerle sürekli bir feedback loop (geri besleme döngüsü) içindeyiz. birbirine bakan iki ayna gibi.

***

kendimizi özgüvene zorlamak, birkaç yansımadan sonra, gerçekten de dipten gelen sağlam bir özgüvene dönüşebilir mi? sanırım kısa süreliğine bu mümkün. ama bu madalyonun öteki yüzü de var: karşıdakinin endişeleri ve korkuları da bizi etkileyecek.

kalıcı bir özgüven için, sanırım başta bahsettiğim “maliyetsiz hatalar” en iyi yol. belli bir baz özgüvene sahip olduktan sonra, herhangi bir dönüm noktası için gereken o ekstra özgüveni de (mülakata gitmek, birine çıkma teklif etmek, zam istemek, sahneye çıkmak, vs), etrafımızı güven verici insanlarla sararak elde etmek mümkün. buna bir isim bulalım: mikro-gazlama nasıl?

[daha uzun olan orjinali ve medium hali.]