Kendisini Anlamak ve Hayatı Sorgulamak İçin: Immanuel Kant'ın Yaşamı ve En Temel Düşünceleri

Kendisinden sonra felsefenin aynı olmadığını düşünürsek, Kant'ın fikirlerinin ne denli belirleyici olduğuna dair bir fikrimiz oluşur sanıyoruz.
Kendisini Anlamak ve Hayatı Sorgulamak İçin: Immanuel Kant'ın Yaşamı ve En Temel Düşünceleri


immanuel kant
, fakir ve dindar bir ailenin çocuğu olarak 1724 yılında şu anda rusya sınırları içerisinde olan königsberg (kaliningrad) şehrinde dünyaya geldi

doğuştan zayıf ve hastalıklıydı. gençlik yıllarından bahsederken “çok defa hem kendimden, hem de dünyadan bıkmış bir haldeydim” der. sonraları bu konuda, “doğanın kendisine yaşama gücünden ancak küçük bir pay verdiğini” söylemiştir. tüm bu zorluklarla birlikte düşünmeyi hiç bırakmadan yaşamını sürdürmüştür. eğitim yıllarında ardı arkası kesilmez dua ve tapınma seanslarından nefret etmiştir. bu yüzden daha sonra bir eğitimci olarak işe koyulduğunda, çocukların özgür bir şekilde eğitim görmeleri için elinden geleni yapmıştır. ileriki yıllarda kendisinden önce oldukça revaçta olan dogmatik düşüncelere karşı duruşunda, şüphesiz aldığı eğitim sonucu oluşan bu nefretinin de payı büyük olacaktır.

kant’ın erken dönem çalışmalarında takip ettiği sorun alanları arasında bir ikilik vardır: teorik ve pratik akıl

bu ikiliği daha belirgin bir şekilde açıklarsak, doğa metafiziği ve ahlak metafiziği yani doğa sorunları ile insan hayatına şekil veren özgürlük, ahlak, hukuk sorunlarını anlamış oluruz. kant, bu iki alan arasında bir köprü kurulması gerektiğini yoksa bu ikiliğin aşılamayacağını düşünür. kant gençliğinde, çağının akılcı iyimserlik dalgasının epeyce etkisinde kalmıştır. bu dönemdeki görüşlerine göre, evrende bulunan uyumsuzlukların, kusurların tek suçlusu, bizim sınırlı bakış açımızdır. fakat daha sonraları, salt akıl bilgisinden yola çıkarak, tanrının ve onun niteliklerinin, evrenin yapısını ve değerini gösterebileceğine inanan akılcı iyimserlik yolunu tamamen terk edecektir. kant olgunluk dönemi çalışmaları olan üç kritik eseriyle birlikte kendisinden sonra gelecek olan alman idealizmini oldukça fazla etkilemiştir.

kant, zaman ve mekanı, hem algımız için hem de doğa için önkoşul olarak ortaya çıkan ilkeler olarak düşünür

fakat varlığın ilkeleri değildirler. kant’ın, zamanı, varlığın bir ilkesi olmaktan çıkıp algımızın bir formu olarak konumlandırmasıyla birlikte tüm metafizik tarihinin en önemli kırılma noktalarından biri gerçekleşmiştir. zaman ve mekan formları, tüm diğer temsillere zemin oluşturmak bakımından a priori konumdadırlar. varolan şeyleri ben de temsil etmek yoluyla bir fenomenal dünya olarak kavrarım. biz insanlar bilgimizde daima algılara, duyuların bize verdiklerine bağlıyız. bu yüzden ben kendi algım dışında aşkın bir hakikatten söz edemem. bu düşünceyle birlikte kant, kopernik devriminin bir benzerini felsefede yaptığını söyler. kopernik bilindiği üzere gezegenlerin dünyanın etrafında değil güneşin etrafında döndüğünü ispat etmiştir. kant buna dayanarak şimdiye kadar öznenin konu aldığı nesnelere uyduğunu söyler. fakat bu zamana kadar bu düşünce üzerinden herhangi bir sonuca varılamamıştır. kant, nesnelerin özneye uyduğunu düşünmemizi ister. insan zihninin nesnelere bir form kazandıran aktif gücünden bahseder. simsiyah fakat arkası bir şekilde gözüken bir cam, bize görüntüyü nasıl karanlık ve siyahımsı gösteriyorsa, özne yani insan zihni de kendi biliş tarzını nesnelere aktarır.

şüphesiz var olan her şey zamana ve mekana bağlı değildir, olmaları da gerekmez. fakat insan bilgi ve tecrübesi için kaçınılmaz ilkelerdir. kant’a göre zaman ve mekan, insan düşüncesindeki yasalardır. bu yasaların hakim olduğu bir dünya, saf anlayış alanından, kendi başına var olan dünyadan başka bir bilgi alanıdır. kant’a göre zaman ve mekana bağlılığı olmayan, salt düşünsel bir algılamaya sahip bir tanrı düşünülebilir. bundan yola çıkarak mekan ve zaman dışı şeylerin, duyu koşullarına dayanmadan düşünülmesi ve kavranması gerektiğini söyler. fakat daha sonraları bu görüşü üzerine tekrar düşünmek zorunda kalacaktır. bunun sebebi ise salt anlama yetisinin kavramlarına dayanan bilgide bazı güçlüklerle karşılaşmasıdır. bu şekilde salt aklın kritiği’nde “transendental idealizm” ortaya çıkar. kant’ın bu kritik üçlemesinin bu ilk cildinde, duyularla bilinebilir olanı aşmak isteyen insan bilgisinin sınırları araştırılır. kant’a göre bu yapıt, “metafiziğin bir metafiziğidir”. kant meşhur üçlemesinin ilk cildinde, "ne bilebiliriz?" sorusuna kafayı takmış vaziyettedir. 

Kaliningrad'ta bulunan Königsberg Katedrali'ndeki Kant anıtı.

kant ruhlarla konuşanlara, duyular ötesi dünyadan haber verenlere itibar etmez, dogmatizmden oldu olası nefret eder ve düşünce hayatı dogmatizme bir karşı duruştan ibaret olmuştur

dogmatizm denildiğinde aklımıza sadece kilisenin dogmatizmi gelmesin, aynı zamanda aklın, duyular dünyasının içinde veya dışında, her türden varlığın özünü kavrayabileceğini düşünen rasyonalistleri de dogmatikler olarak görür. bize verilen dünya algı dünyasıdır. kant hem bilgi hem ahlak alanındaki fenomenal olaylara dayanarak çıkarımlar yapar. fakat kant, pozitivistlerin reddettiği metafizik soruları hiçbir zaman reddetmemiştir. metafizik sorulara ilgisiz kalanların da her zaman karşısında yer alır. kant’a göre: “insan aklının ilgisiz kalamayacağı bu tür araştırmalara karşı ilgisiz bir tavır takınmak, boşunadır”.

metafizik sorular karşısında başıboş kalan akıl, tarih boyu bize farklı sonuçlar sunmuştur

bunların bazıları dogmatik tanrı kanıtları, bazıları ise tam tersi tanrının yokluğuna dair kanıtlardır. insan dogmatik önyargılarının ürünü olan düşüncelere, metafizik sorulara duyarsız kalışlarının sonucunda ulaşmışlardır.

kant metafizik soruların, insana bir ödev olarak sunulan sorular olduğunu belirtir. fakat bu sorulara açık ve keskin bir yanıt verilebileceği konusunda şüphe duyar. ayrıca metafizik sorulardan bahsederken sadece büyük hayat sorularını anlamamalıyız. aynı zamanda metafizik denilince, insan aklının sınırlarını araştıran bilgiden bahsederiz. işte tam da bu yüzden bilginin olanak ve sınırlarını anlamak, kant’ın en önemli ödevlerinden biri olmuştur.

“bilgi deneyle başlar ama deneyden doğmaz”. işte bu deneyden çıkmayan bu bilgilere kant, a priori bilgiler der. a priori bilgilerin deneysel olanla irtibata geçmeyenlerine ise salt bilgi adını verir. deneyden çıkan duyu verilerinin bilgisinde bir genellik ve zorunluluk yoktur. ama a priori bilginin özellikleri; zorunlu, geçerli ve evrensel olmalarıdır.


immanuel kant, rasyonalizmi terk etmek için yargıları ise sentetik ve analitik olarak ikiye ayırır

bunlardan ilki, mantık açısından çelişkiye düşmeyen, öznenin ve yüklemin açıklanmasından ibaret olan yargılar, analitik yargılardır. analitik yargılar çelişmezlik ilkesine uygun olmalarından ötürü doğru olmak zorunda olan yargılardır. özneden yüklemi çıkarabildiğimiz çoğunlukla totolojik olan önermelerdir. bu yüzden deneye gerek duymaz. ve doğal olarak a priori önermelerdir. örneğin; “cisim yer kaplar” bir analitik yargıdır. çünkü ‘yer kaplama’ niteliği zaten cismin tanımında vardır. bize yeni bir bilgi sunulmamıştır. analitik yargılar, salt mantık ilkelerine göre yapılan kavram çözümlemeleridir.

fakat sentetik yargılar, analitik yargılardan farklı olarak sadece açıklamaz, aynı zamanda bilgimizi genişletir. sentetik yargılarda ise yargı ve yargının değili arasında zorunlu bir çelişki söz konusu değildir. yani sentetik yargı doğru veya yanlış olabilir. deneyimden gelen bütün yargılar, sentetik yargılardır. örneğin; “cisim ağırdır” bir sentetik yargıdır. çünkü ‘ağır olmak’ cismin tanımında yer almaz. bize yeni bir bilgi sunulmuştur.

deney yargılarının hepsi sentetiktir. bilim ancak sentetik yargılar ile iş görebilir. ama bilimler kullandıkları önermelerin genel ve zorunlu olmasını isterler. duyu verilerinin bilgisinde, a priori bilgideki, genel ve zorunlu olma yoktur. hem bilgiyi arttıran hem de genel ve zorunlu olan yargılara, sentetik a priori yargılar denir. kant bilgide kesinliğin ancak sentetik a priori yargılarla ortaya çıkacağını düşünür. matematik bilgi sentetik a priori bilgiye örnektir. matematik bilginin doğa bilimleri üzerinde oynadığı rol göz önüne alınırsa, sentetik a priori yargıların sadece soyut bilimlerde değil, günlük hayattaki anlama yeteneğinde de kullanıldığını görürüz. 

“her değişmenin bir nedeni vardır” önermesini ele alalım. öncelikle analitik ve sentetik yargılardan bahsederken verdiğimiz cisim örneklerini aklımıza getirirsek ‘değişme’ ve ‘neden’ kavramlarının birbirlerini içermediklerini fark ederiz. bu yüzden bu bir sentetik yargıdır. ek olarak deneyden ve duyumdan gelmediği düşünülürse bu önermenin bir sentetik a priori olduğunu anlamamız çok kolay olacaktır.

kant en az üç önemli bilgi alanında sentetik a priori yargılarla karşılaştığımızı söyler

bunlar salt doğa bilimleri, matematik ve metafiziktir. kant’a göre metafiziğin bütün yargıları, eğer güvenli bir bilgi olmak istiyorsa sentetik a priori yargılar olmak zorundadırlar. kant daha sonraları bu konuda büyük zorluklarla karşılaşacak ve başka bir yol izleyerek ulaştığı tanrı kanıtlamalarının ilkini açıklamak için şuna benzer bir soru soracaktır: zaman ve mekan koşulları dışındaki tanrı için insan bilgisi sentetik a priori yargıları nereden bulsun?

kant üçlemenin ikinci cildi olan pratik aklın eleştirisi' için fichte şunları söyleyecektir: “pratik aklın eleştirisi’ni okuduktan beri yepyeni bir dünyada yaşıyorum. bu felsefe sisteminin insanlığa nasıl bir onur ve bize ne büyük bir güç kazandırdığı anlatılamaz”. kant bu eserinde ahlak felsefesini açıklığa kavuşturacak ve meşhur ödev ahlakı düşüncesi üzerinde duracaktır.


kant'ın yaşamı üzerine bilmemiz gereken diğer bir konu ise oldukça dakik bir insan olmasıydı

her gün aynı saatte yürüyüşe çıkar ve yine belirlediği saate evine dönerdi. hayatı boyunca bu dakikliğinden bir gün bile ödün vermemiştir, ta ki düşünce dünyasında büyük devrim yaratan jean-jacques rousseau’nun emile isimli eserini okuduğu güne kadar. eseri o kadar fazla önemsemiştir ki defalarca okur ve hayatı boyunca bir dakika bile aksatmadığı yürüyüş saatini unutur. kant için rousseau’nun önemi, felsefesinin odak noktasına insanı almasından ötürüdür. rousseau, zamanının eğitim sistemlerinin, insanın sadece akıl ve anlayış yetilerine önem vermesine karşı çıkar ve duyum teorisini savunur. ona göre vicdan, sadece iyiyi ve kötüyü ayıran yanılmaz bir yargı organı değil, insanın eylemlerindeki ahlaklılığın kaynağıdır. ahlak, insan varlığına doğa tarafından verilen bir varlık amacı olarak görülmelidir.

kant, rousseau’da vicdanın büyük bir heyecanla yüceltildiğini gördüğünde oldukça etkilenmiştir. notlarında rousseau’nun üzerindeki etkisini şu cümlelerle anlatmıştır: “ben doğuştan araştırmacıyım, bilgiye karşı büyük bir susuzluğum var. bilmek için, içimde beni bunaltan bir hırs duyuyorum. ileriye doğru attığım her adım da beni sevindiriyor. bir zamanlar, bilgili olmanın, insanlığın bir onuru olduğuna inanıyordum. bilgisiz halk takımını aşağı görüyordum. rousseau benim gözlerimi açtı, bendeki aldatıcı üstünlük duygusu kayboldu: insanlara karşı saygı duymayı öğrendim. eğer felsefe araştırmalarının başka insanlara, ‘insanlığın haklarını’ yeniden duyurmak için bir anlam taşıyabileceğine inanmasaydım, kendimi gelişigüzel bir işyapardan daha yararsız bulacaktım”. kant newton’dan, zaman ve mekan içindeki evrenin düzen ve uyumundaki yüceliği öğrenmiştir. rousseau’nun etkisiyle ise insanın kendi ahlaki varlığının yapısında yer alan insan olma onurundaki yüceliği görmüştür. kant’ın düşünce dünyasını açıklarken sıklıkla başvurulan bu cümlesi ise bu etkilenmelerinin bir sonucu gibidir: “beni üzerimde düşünüp araştırdığım zaman hayranlık ve yücelik duygusu ile dolduran iki şey var: üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası”.

kant, rousseau ile tanışmasının ardından düşünsel odağını, evrenden ve doğadan, insan varlığı alanına kaydırır

kant teorik alandan yönünü pratik alana doğru çevirir. pratik akıl, kant’ın ahlak felsefesinin temeli olan akıl, bilgi yapan akıldan ayrı bir yapıya sahiptir. rousseau’nun kant üzerindeki etkisi bu kadarla da sınırlı kalmamıştır. kant’a göre içimizde, kendimizi başkalarına iyilik yapmaya yönlendiren bir yasa vardır. rousseau ise bu yasanın insan doğasının derinliklerinde yattığını düşünmüştür. fakat kant’ın insan varlığı hakkındaki fikirleri ile rousseau’nun fikirleri arasında fark vardır. kant, kendi çağının akıl iyimserliğinin ve rousseau’nun, insan doğasının özünde iyi olduğuna, uygarlığın onu bozan şey olduğuna yönelik düşüncelerinin karşısında yer alır. insan doğasının özünde iyi olduğu görüşünü savunan düşünürler hakkında yaşlılığında şu cümleyi kurar: “bu, seneca’dan rousseau’ya kadar bir sürü iyi kalpli ahlak düşünürünün peşin bir düşüncesidir. gerçekte tarih her çağda bütün gücüyle bunun tersini ortaya koymaktadır.” kant kendisinden önce fazlasıyla dile getirilmiş olan ‘kötülüğün, iyiliğin bir eksikliği sonucu ortaya çıktığı’ görüşüne de oldukça sert bir biçimde karşı çıkar. kant’a göre kötü, ışık azlığından ortaya çıkan bir gölge falan değildir. aksine kötü ve iyi arasında tam bir karşıtlık vardır. bunun tersini düşünmek ahlaka aykırı bir görüştür.

kant’ın bu karşıtlık görüşü, onu ahlak felsefesinin ilkesine “olması gereken” e götürür. kant, iyi ve kötünün insan varlığındaki bu gerginliğinin sebebini merak eder. insanın ihtiyaç duyduğu asıl bilginin, insan olmak için ne yapması gerektiğini öğreten bilgi olduğunu söyler. ona göre insan aklının son amacı teorik gücünü sonsuz ve mutlak olan alanlara kadar uzatmak değil, insan hayatına ahlak bakımından biçim vermektir. “ne bilebiliriz?” sorusunun yanına “ne yapmalıyız?” sorusunu da eklemek gerekir. kant, “inanca yer açmak için bilgiyi kaldırdım” der. teorik akıl ile pratik akıl arasındaki bir uyum sağlanmalıdır. terk edilen bilgi ise dogmatik önyargıların ürünü olan metafizik bilgidir. buradaki inanmanın dinsel inanma ile bir alakası yoktur. buradaki inanma ahlakın özyasallığına inanmadır. buradaki özyasallık kavramı, insanın kendi iradesinin yasasına uyması anlamı taşır. insan aklının son amacı, kendisini ancak rahatlığa kavuşturabilecek olan bilgide değil, hareketlerinde ve istemesinde gerçekleşir. 

Jean Jacques Rousseau.

“aklını kendin kullanmak cesaretini göster!” diyen kant'ın ödev ahlakı düşüncesine göre en yüksek iyi, mutluluk değildir

mutluluk için hareket eden birinin ahlaklı olduğunu söylemek oldukça yanlış bir çıkarım olacaktır. faydacı bir temel üzerine kurulu olan mutluluk ahlakını reddeder kant. savunmasını ise iyiyi isteyen insanların karşısına sürekli çıkan güçlükleri örnek gösterir. insanın eylemlerini ahlaklı yapan şey, bu eylemlerin ödeve saygıdan doğmuş olmalarıdır. bizi harekete geçiren şey içimizdeki saygı duygusu olmalıdır. kant örneğin acıma duygusundan kuşku duyar. çünkü acıma dışarıdan gelen bir etkinin ürünüdür. saygı ise kendini a priori olarak bizde bulur. saygı ahlak yasasının uyandırdığı bir duygudur. derin ve ümitsizce acılar içinde kıvranan bir kimse hayatını sonlandırmayı düşünebilir. fakat buna karşıt bir duruş sergilemelidir. insan eylemlerinde kendini bir araç değil, bir amaç olarak görmelidir. viktor emil frankl gibi auschwitz cehenneminde ayakta kalmayı başarabilmeliyiz. eğer kendisini bu acılar yüzünden yok etmeye kalkarsa kişi aslında kendi varlığını mutluluk için bir araç olarak görmüş demektir. gerçek ahlaklılık, ödeve dayanan eylemdir. kant kısaca der ki: "öyle hareket et ki, bu hareketinde, insanlığa, hem kendinde hem de başka insanların her birisinde, her zaman bir amaç olarak alasın; fakat asla salt bir araç olarak kullanamayasın".

dipnot: bu yazının yazılmasını sağlayan ise bir kant uzmanı olan heinz heimsoeth abimizin kant'ın felsefesi isimli muazzam eseridir. felsefe tarihinde büyük bir devrim yaratan kant'ın düşüncelerine hakim olunması için okunmasının gerektiğini düşünüyorum.