Metaforlarla Dolu Etkileyici Netflix Filmi The Platform'un İncelemesi

İspanyol yönetmen Galder Gaztelu-Urrutia tarafından yönetilen ve geçtiğimiz gün Netflix'te yayınlanan The Platform (El Hoyo) filminin incelemesi.
Metaforlarla Dolu Etkileyici Netflix Filmi The Platform'un İncelemesi

aşağı yukarı çeyrek asır önce vincenzo natali’nin “cube” filmini izleyip beğendiyseniz, zimbardo deneyi gibi psikolojik vakalar ilginizi çekiyorsa ve ispanyol sinemasına da ilginiz varsa doğru yerdesiniz.

cube, saw ve (filmin çıkış noktası olan zimbardo deneyi’nin ele alındığı) das experiment filmlerinden oldukça benzerlikler taşıyan “the platform”; her katta iki mahkumun olduğu bir hapishane olan “delik”te geçer. mahkumlar, kaç kat olduğu bilinmeyen delikteki herhangi bir katta uyanırlar. hangi katta oldukları her ay rastgele değişmektedir. deliği her gün boydan boya kat eden ve üstü yemeklerle dolu bir platform vardır ve platform her katta birkaç dakika kadar durmaktadır; bu süre zarfında mahkumlar istedikleri kadar yemek yiyebilmelerine karşın basit de bir kural vardır: platformdaki yiyecek o kata aittir, yani yemek, platform o kattayken tüketilmelidir. hal böyleyken, platformdaki yiyecekler asla belirli bir kattan daha aşağısına ulaş(a)maz, aslında ulaşması üzerine tasarlanmıştır ancak ulaş(a)maz.


delik’te geçirecekleri süre boyunca, her mahkuma bir adet eşya getirme hakkı da tanınmıştır. gönüllü olarak orada yer alan ve yanına aldığı nesne cervantes’in don kişot’u olan bir mahkum bu gidişatı değiştirmekte kararlıdır ancak bu kararlılığında, tıpkı don kişot’un çobana hakkını vermeyen toprak ağası ile olan mücadelesi gibi baş etmesi gereken etik, psikolojik ve toplumsal kodlarla karşılaşır.

katlar değiştikçe mahkumların kendi vicdan ve ahlak stratejilerinin de büyük ölçüde erozyona uğrar. önceleri “imkansız” gözüken şeyler, hayatta kalma motivasyonunu tetiklemek adına gündelik hayatın bir parçası haline gelir.


yönetmen urrutia, katlar arasındaki yolculukları acımasız bir verimlilikte aktarır. bu yolculuklarda seyirciyi aşağı-yukarı gezdirerek, yer yer sınırları zorlayan vahşete tanıklık ettirir. bu tanıklıkla, sosyo-ekonomik hiyerarşinin arasındaki mesafenin, kapitalizm vahşileştikçe ne denli derinleştiğini anlamamızı sağlar.

filmde, hapishane ve platformun ayrı ayrı kapitalizm için bir metafor olduğu çok açık. bu düzende herkesin beslenebilmesi için mahkumların sosyal demokrat bir ortamda rasyonel şekilde hareket etmeleri gerektiği tezini savunur. bu aşamada alttaki insanları ikna etmek (bir şekilde) mümkün olabilirken, üsttekileri ikna etmek ise imkansızdır.

spoiler'sız yazmaya çalıştım, konuyu açarsak biraz daha yazılabilir üstünde, ama temelde bir sistem eleştirisi olduğu zaten ilk 5-10 dakikasından itibaren anlaşılıyor.


yönetmen urrutia, zor ve dar çerçevede geçen bir konuyu fena işlememiş aslında, ancak sonunu “doyurucu” bir şekilde getirdiğini söylemek zor. zira, ispanyol sineması; almodovar’in volver’i ve hable con ella’sı, medem’in sex and lucia’sı, kısmen de olsa los amantes del círculo polar’ı, (tam ispanyol değil ama yarı-ispanyol diyelim) amenabar’ın oscarlı mar adentro’su ve carlos saura’nın cría cuervos’u ile karakter/kişilik kompozisyonu açısından müthiş örnekler sunsa da dönem dönem sonunu getirememe ile karşılaştığını söylemek mümkün (elbette juan jose campanella'nın el secreto de sus ojos'unu ayrı tutuyoruz)


bitirirken... az önce de bahsettiğim gibi, neredeyse tüm dünyanın eve kapandığı şu günlerde toplumsal kollektivizm’e giriş 101 adı altında ders olarak gösterilmesi gereken güzel bir ispanyol işi. bilinmeyen sayıda katlardan oluşmasıyla cube filmini, mahkumların bir kısmının gerçekten mahkum, bir kısmının ise bir çeşit takas yönetimi neticesinde orada olmasıyla das experiment’i, tek mekanda geçen ve kat değişiminin yaklaşmasıyla yarattığı gerilimle de saw’u andırdığını söyleyebiliriz.

filmde “dünyada üç tur insan vardır: aşağıdakiler, yukarıdakiler ve düşenler” diye güzel bir replik var, acaba öyle mi, yoksa "tek bir insan mı var; aşağıdan, yukarıdan ve tam karşıdan bakıldığında ayrı gözüken?"

Filmle ilgili birkaç güzel detay

film elbette ki başlı başına metafor. kolaylıkla kapılacak yerler zaten kapılıyor ama önemli detaylar var. 

mesela don kişot kitabını yanında getirmesi... kim böyle bir yere kitap yanında getirir, kestikçe törpülenen bıçak varken? don kişot hikayesini bilmek lazım; ispanyol edebiyatının sevilen hikayelerinden zaten, bir devrimi anlatır. mazlumların yanında don kişot  vardır ama hep yenilir. 

çekik gözlü abla ve hayal ettiğini düşündüğümüz kızı. miharu ismi... japoncada gözünü aç gibi bir anlama geliyor. her seferinde kızının saklandığı 333. kata inerek ona yemek vermesi, her katta hayatta kalmak için savaşması... goreng gözünü açıyor. değişim başlatmak istiyorsan en alt kademeye ineceksin... en çok ezilenlerin yerine... ama neredeyse kimse kalmamış bile. saklanan kızdan başka. mesaj o mu o zaman? mesajın taşıyıcıya ihtiyacı yok. böyle bir bitiş mi olur?

goreng'e ne oldu? don kişot'a ne olduysa o oldu.

Metaforlarla dolu bu filmi başka bir şekilde okumak da mümkün elbette

yönetim tanrı, kusursuz bir dünya yaratıyor. yani filmde delik olarak adlandırılan sistemi. bu kusursuzluğa yapılan atıfı patronun aşçıları bir tatlıda çıkan kıl sebebiyle toplayıp azarladığı sahnede görebiliriz. aşçılar ise tanrının hizmetkârları olan melekler. köpeğiyle deliğe katılan eski çalışan ise daha çok diğer dinlerde gördüğümüz nephilim olarak da adlandırılan bir düşmüş melek. tanrı adaleti sağlamak için bir takım kurallar koyuyor, tıpkı kutsal kitaplardaki gibi. başkasının malına göz dikerseniz yani alttakilere gidecek yemeği kendi katınızda depolamaya çalışırsanız sizi cehenneme atarım diyor. filmde de katınızda, asansör aşağıya inmeye başladıktan sonra yemek kalırsa birden sıcaklık artmaya, ya da düşmeye başlıyor. tabi tanrının koyduğu kurallara kendince çözümler bulan insanoğlu, depolamama yasağına mecbur uyuyor ama sıra kendisine gelince önündeki yemeklere hızlıca dalarak hakkından fazlasını yiyor. böylece alt katlara pek bir şey kalmıyor. tanrının verdiği nimetlerden yararlanamayan alt kesim çözümü birbirini yemekte buluyor. filmde her ay farklı katta bulunulması reenkarnasyonla ilişkili olabilir. küçük kızla verilen mesajın sonucu gösterilmiyor. çünkü sonuçsuz bir mesaj. dünyanın işleyişini bilmeyen insanların geçmişte tanrıya kurbanlar sunması gibi. deliğin işleyişini, amacını tam bilmeyen insanların gerçekleştirdiği rastgele bir eylem. tanrı açısından bir anlam barındırmıyor.


yönetim devlet olarak da düşünülebilir, başka şeylere de benzetilebilir. film full metafor üstüne kurulmuş, kendi içinde bir mantık barındırmıyor. yemekleri getiren asansör de ip bile yok. mekanizması belli değil. küçük kızın öyle bir yerde tek başına hayatta kalmasının imkanı yok. şahsen hem kendi içinde mantık barındırıp hem metaforlardan yararlanan filmleri daha başarılı buluyorum. kimi filmlerde alt metnin bile alt metni olabiliyor. 3 film izlemiş oluyorsunuz, bu filmde ise filmin kendi metni yok, karışık, anlamsız, başı sonu yok. sadece alt metin var. o yüzden 6.5/10 yeterli görüyorum.

İnsanın Kontrolsüz Güçle Ne Kadar Zalimleşebileceğini Gösteren Tehlikeli Deney: Zimbardo