Morrissey'in Politik Mesajlarla Dolu Yeni Albümü "Low In High School"un Detaylı Bir İncelemesi

1980'lerde The Smiths ile kariyerine başlayan ve daha sonra solo olarak yoluna devam eden efsane müzisyen Morrissey, Kasım ayında yeni stüdyo albümü "Low In High School" ile çıkageldi. Muhalifliği ve hayvan hakları için mücadelesiyle müzik dünyasının en sivri karakterlerinden biri olan Morrissey'in yeni albümü de bu temalardan nasibini fazlasıyla alıyor.
Axe The Monarchy: Monarşiyi Baltala


politik dozu fazlasıyla yüksek bir albüm low in high school. verdiği mesajı da şöyle özetleyebilirim: "şehirlere bombalar yağardı her gece, biz durmadan sevişirdik".

dünyanın çivisi çıktı, evet. ve morrissey gibi bir aktivistin de bu duruma ses çıkarmaması beklenemez. elbette sanatçının önceki albümlerinde de politik şarkılar vardı. ancak bu albümun neredeyse tamamında - ön planda ya da detaylarda - siyaset var. peki, morrissey neden şikayetçi? öncelikle hükümetlerin halkı dinlemeyip, onları sindirmeye çalışmasından şikayetçi. polis şiddetinden, işkenceden şikayetçi. albümün kapağında "monarşiyi baltala" yazıyor. ayrıca medyanın habire propaganda yapmasından, yalan söylemesinden dert yanıyor. bunlar albümün birinci mesajı.

peki morrissey'in çözüm önerisi ne?

bu da albümün ikinci mesajı: "boşverin, sevişin, aşık olun" diyor. "hiç olmadı bütün günü evde yatarak geçirin ve haberleri izlemeyin" diyor. sıkıntı var mı? bence yok, neden olsun?

gel gelelim bu albümü beğenmeyen insanlar morrissey'in albümde yansıttıklarını değil, gerçek hayatta yaptıklarını göz önüne almış ve onun etkisinde kalarak albüme düşük not vermiş. keza morrissey eskiden daha sessizce sunduğu milliyetçi yüzünü ve (aşırı) sağa verdiği desteği gitgide arttırmakta. brexit dönemi ukip ile saf tutan morrissey, yakın zamanda albümün tanıtım konserlerinden birinde ukip'in liderlik seçiminde anti-islam bakış açısı ile dikkat çeken bir hanımefendiyi desteklediğini ima etti ve bu açıklaması hayranlarından olumlu tepki almayınca onları haberleri izlememekle suçladı, ki bu tavır "spent the day in bed" şarkısında dediklerinin tam tersi. hem savaş karşıtı olup hem aşırı sağcı olmak, hem global bir yaşam sürüp ve bunu savunup hem aşırı milliyetçiliği desteklemek, hem hayranlarına önem verdiğini söylemek hem de "hava soğuk" diye konsere çıkmamak ciddi tepki topluyor. daha geçenlerde morrissey'in harvey weinstein olayında kurbanları suçlar açıklamaları ortaya çıktı. morrissey'in bu tavırlarını, hele bu kadar politik bir albüm çıkardıktan sonra, not düşmeden olmaz ama bunlar albümden aldığım zevki düşürmedi, sadece şarkıları dinlerken fazladan düşündürttü.


albümün müzik kısmına ise ancak şimdi gelebildim

albüm, alternative rock olarak adlandırılıp geçilebilecek bir tarz değil. hatta rock müziğin bu albümün baskın yüzü olmadığını söylemek lazım. bazı şarkılarda morrissey bizi güney amerika'ya, bazen orta doğu'ya, bazen de yağmurlu, puslu ingiltere'ye götürmekte. zaman zaman elektronik düzenlemeler öne çıkmış. kayıt güzel, arkada grup da bence güzel güzel akmakta. morrissey, şarkıları risksiz ve tertemiz söylemiş. bu yönlerden pek bir sıkıntı yok.


şimdi biraz şarkı şarkı gidelim

1. my love, i'd do anything for you

güzel bir konser açılış şarkısı olur çünkü sert ve direkt. albümün yukarıda bahsettiğim mesajlarını da daha en baştan bize sunmakta. üflemeler ve morrissey'in falsetto'ları da leziz. tüm bu özelliklere rağmen çok tekdüze ve sıkıcı bir şarkı. ilk dinlediğimde pek ısınımadım, en az beş kez daha dinledim ama halen düşüncem değişmedi.

2. i wish you lonely

ilk şarkı gibi bu şarkıya da ilk dinlediğimde pek ısınamamıştım ve sadece sözleri güzel demiştim ama daha ikinci dinleyiste oldukça sevdim ve hatta bu şarkının albümün en iyilerinden olduğunu iddia edebilirim. siz de "never coming back, never coming back" kısımlarına alışırsanız ve biraz elektronik bir dokunuştan rahatsız olmazsanız çok beğenirsiniz. özellikle "tombs are full of fools" kısmı beni müzik anlamında oldukca tatmin ediyor. ayrıca "bergen'li balıkçılardan kaçan bir balina" imgesi albümdeki en etkileyici bölümlerden biri.

3. jacky's only happy when she's up on the stage

sahneye çıkmayı özgür olmak ile özdeşleştiren jacky'i anlatır gibi gözükse de şarkı aslında ingiltere'nin ab'den ayrılışını anlatmakta. metaforlardan anlaşılmasa da bile en sonda "exit, exit" diye bağıran morrissey'in araya "brexit" sıkıştırdığını duyabilirsiniz. ya da bana öyle geliyor. şarkının sonunda yavaş yavaş artan tansiyon çok etkileyici. bence bu bölüm ingiltere'nin ab'den sonra yüzleşmek zorunda kalacağı belirsizliğe de çok yakışmış ama morrissey'in böyle düşündüğünü sanmıyorum elbette.

4. home is a question mark

bu şarkı albümün politik olmayan tek şarkısı. belki de bu nedenle morrissey'in eski çalışmalarına daha çok benzetiyorum. hem melodisi hem de vokali çok etkileyici. zaten "ev" kavramının belirsizliği ile ilgili şarkılar beni her zaman etkilemiştir. ayrıca erotik de bir şarkı. morrissey, yalnızlığı yenmek için "her traşlanmış mağarada cesurca davranıyor" ya da "eve gelince beni karşılamak için bacaklarını başıma sar" diyor. muazzam bir eser.

5. spent the day in bed

albümün çıkış şarkısı. ilk vuran şey şarkının bestecisi ve klavyeci gustavo manzur'un pek hoş klavye riff'i. sonra da morrissey'in güzel sesi ve tembelliğe övgüsü. ama bu tembelliğin bir nedeni var: haberler seni kötü hissettirmeye çalışıyor, o yüzden yat gitsin. belki de bu mesajın evrenselliğini vurgulamak için "no bus, no boss" derken arkada aynı sözün ispanyolcasını duyuyoruz. bu arada meksika'da çok sevilen bir sanatçı olan morrissey'in konserlerinde bazı şarkılarını ispanyolca sözlerle yorumladığını da belirtmek lazım (ya da en azından bbc 6'daki son konserinde bunu denedi).

6. i bury the living

kesinlikle albümün en ilginç parçası. bir askerin gözünden yazılmış bir müzikal parçası diyebiliriz. çünkü zaman zaman gereğinden fazlasıyla dramatikleşebiliyor, "this wasn't a job i loved" kısımları gibi. ya da morrissey "have you?" derken konuşma moduna geçebiliyor. en güzel kısımlardan biri ise "honor, mad, cannon fodder" kısmında şarkının askeri bir marşa dönmesi. trampet gibi çalınan davul da buna katkıda bulunmakta. en sonda askerin öldüğünü öğreniyoruz. ama eserin melodisi bu hüzünlü habere rağmen daha bir eğlenceli hale dönüyor ve morrissey "la la la la" diye bu melodiye eşlik ediyor. ah ironi ah.

7. in your lap

mick harvey'nin serge gainsbourg coverlarını andıran bir piyano ballad'ı. şarkı arap baharı'nı anarak yine politikaya girecekmis gibi yapıyor ama daha sonra asıl anlattığı şeyin tüm bu karmaşada morrissey'in yapmak istediği tek şeyin yüzünü sevgilisinin kucağına gömmek olduğunu öğreniyoruz. çok kırılgan bir şarkı. ama belki de oral seksi anlatıyor. bakış açısı.

8. the girl from tel-aviv who wouldn't kneel

ne bir kocaya ne de devlet adamlarına boyun eğen israilli bir kızı anlatırken şarkının melodisi bizi ispanya'ya ya da herhangi bir latin amerika ülkesine götürüyor. valla sabaha kadar dinleyebileceğim bir şarkı yapmış moz. bir yandan abd'yi eleştirip orta doğu'nun kaderini değiştiren petrolden konuşurken bir yandan da kırmızıları çekip dans edesi geliyor insanın. bir de arada keman acı acı ağlamıyor mu? vay vay vay.

9. all the young people must fall in love

morrissey'in give peace a chance'i. ozellikle üflemeler girene kadar el çırpmalari ve perküsyonuyla bu şarkıyı fazlasıyla andırıyor. ancak onun dışında pek bir albenisi yok şarkının. albümün ilk şarkısı gibi monoton ilerlediği için olabilir. bir de morrissey pek bir ruhsuz söylemiş. halbuki gençlere aşık olmalarını öğütlüyorsun be abi. azıcık heyecan lütfen.

10. when you open your legs

albümün israil göndermeli bir başka şarkısı. buram buram ortadoğu, buram buram erotizm. kendisinin albümde sık sık dediği gibi: aç bacaklarını da aklımdaki her şey uçsun gitsin.

11. who will protect us from the police

şimdi tekrardan latin amerika'dayız. hatta daha da spesifik olalım. venezuella sokaklarındayız. yanımızda bir baba-oğul var. babası oğlunu "her şey iyi olacak" diye kandıramıyor ve en sonunda yalanlarini kabul etmek zorunda kalıyor ve son tavsiyesini veriyor: "koş bebeğim koş!". şarkı da bu gerginliği bir endüstriyel rock şarkısı gibi hissettiren sert bir müzikle bize aktarmakta.

12. israel

son kez israil'deyiz ancak bu sefer ülkeyi övmek için. şarkı listesine ilk baktığımda morrissey, israil hakkında "açtı ağzını, yumdu gözünü" moduna girmiştir dedim ama sözleri duyunca tamamen farklı bir durum olduğunu gördüm. morrissey, burada israil halkını değil, direkt ülkeyi övmüş. hatta bazı argümanları oldukça tartışılır. evet, ordusuna bir eleştiri(msi) var. ama öte yandan "başka diyarlarda seni çekemiyorlar", "onların gökyüzleri karanlık", "seni kıskanıyorlar" diyerek ergen bir kız gibi yorumlar yapıyor. öte yandan bestesi güzel. albümü sakince bitirmesini sevdim ama albümün mesajını biraz daha toparlayan bir şarkı ile albümün sonlanmasını tercih ederdim.

3.5/5 verdim gitti. 

albümü özetleyen üç şarkı

spent the day in bed (en akılda kalıcı şarkı)

the girl from tel-aviv who wouldn't kneel (hem politik, hem kıpır kıpır)

home is a question mark (morrissey'in bildiğimiz yüzü)