Nevrotikliğin Yıkılmayan Kalesi Woody Allen'ın En İyi Filmleri

Sinema dili ve hayatı algılayış biçimiyle kendine has bir stil yaratan yazar ve yönetmen Woody Allen'ın en iyi filmlerini, açıklayıcı yorumlarla birlikte derledik.
Nevrotikliğin Yıkılmayan Kalesi Woody Allen'ın En İyi Filmleri


14. Radio Days (1987)

amerikan orta sınıf bir ailenin gündelik yaşantısından izleyiciye temsiller sunan woody allen filmi. allen filmde, radyonun 1940'lı yılların toplumsal yaşantısında ne denli önemli bir rol oynadığının altını çiziyor esas olarak. allen, savaş sırası ve öncesi dönemden tutup çıkarıyor filmini; 1950'lerde televizyonun amerikan toplumunda yaygınlaşması, yine bu dönemde hissedilen ikinci dünya savaşı sonrası etkileri ve toplumsal dönüşümün hemen öncesine denk geliyor filmin vurguladığı zaman dilimi: radyonun altın çağı - ve esasında son çağı olan 40'lar. "radyo günlerinde", radyodan gelen sesler ile gündelik hayatın nasıl etkileştiğini görüyoruz: radyo hayaller kurduruyor, şarkılar söyletiyor, üzüyor, acılara ortak ediyor, yasa boğuyor, savaş haberleri veriyor, heyecanlandırıyor, çocuklara masallar anlatıyor. radyo, orta sınıfın hayatındaki boşlukları dolduruyor adeta. farklı bir deyiş ile, orta sınıfın gündelik yaşantısına eşlik ediyor; bünyesinden çıkan türlü ses ile, toplumsal bir dönemin sonuna tanıklık etmekte olan insanların hayatlarına "fon müziği" oluyor.

radio days ile woody allen, kimi zaman otobiyografik, kimi zaman belgeselvari bir tutumla, bundan 60 sene önceki hayatların ışığını günümüze taşıyor...

13. Manhattan Murder Mystery (1993)

vudi elın'ın ilişkilerin derinliklerine daldığı çok güzel filmleri var tamam. ama bir de sweet and lowdown gibi, play it again sam gibi ama özellikle manhattan murder mystery gibi filmleri var. bu filmlerde ciddi konulara esprili yaklaşmak yerine, vudi elın'ın da eğlendiğini, biraz dalga geçtiğini görüyoruz, ciddiyetten tamamen uzaklaşıp hafifleştiğini, rahat rahat takıldığını görüyoruz. manhattan murder mystery'i izlemek tam anlamıyla bir zevk. muhtevası, göndermeleri, tipik vudi elın dünyasının hem korku sineması (rosemarys baby) hem de mystery janrıyla cilveleşmesi, tüm bu bileşimdeki doğallık, iddiasızlık... var böyle şeyler. vudi elın vudi elın olmasa, başka biri olsa, böyle bir film çekemezdi, iddialı yapımlarla kendini ispatlamak zorunda kalırdı, o rahatlığı bulamazdı; o yüzden iyi ki vudi elın var, ve biz böyle zevkten dört köşe olabiliyoruz.

12. Irrational Man (2015)

woody allen'ın özellikle 21. yüzyılla birlikte filmlerinde iyice ön plana çıkan "hayatın raslantısallığı", "şans" vb. konularla varoluşçuluğu tatlı tatlı diyaloglarla kurcaladığı son filmi.

yine çok ciddi ve insanın benliğine değen şeyler olurken arka planda caz çalıyor, yine birileri çok ciddi varoluş sancısı çekerken dışarıda güneş açıyor. olmuş filmdir. blue jasmine'den bir tık aşağıda, you will meet tall dark stranger'dan da bir tık yukarıda diyebiliriz. fazla ilgi görmemesine bakarsak da aynı mighty aphrodite gibi değeri yeterince bilinmeyen filmlerinden biri olarak kalacak woody allen'ın.

11. Vicky Cristina Barcelona (2008)

kişisel film izleyiciliği tarihimin içinde çok özel bir yer edinmiş, bittiğinde insanın ağzında kaliteli bir şarap tadı bırakan, tek kelime ile muhteşem bir film. hiçbir sinemasal zorlamaya, senaryo oyununa gitmeden, yalnızca hayatın doğal bir kesitini olanca sahiciliği ile anlatmakla yetinmesine rağmen, aşk üzerine, hayat üzerine büyük laflar etmeyi başaran, bolca güldüren, zaman zaman düşündüren, insanı sinema koltuğundan alıp ispanya'daki o bohem hayatın içine çeken ve en önemlisi tüm bunları aslında yapmaya çalışmadan, kasmadan, görülmemiş bir doğallıkla başaran mest edici bir woody allen şaheseri, yönetmenin ustalık eseri. insanın böyle bir film yapabilmesi, tüm insani duyguları olanca yalınlığı ile içselleştirebilmesi ve seyirciye bu etkinlikte aktarabilmesi için iyi bir sinemacı olmaktan öte hayatı tüm incelikleri ile yaşamış bir bilge kişi olması gerek.

tüm bunları söylerken filmin sinemasal anlamda iyi veya kötü olduğuna dair bir mütalada bulunmuyorum. zaten filmin benim için bu derece özel olması, tam da sinemasal bir başarının peşinden koşmak yerine, insanları ve özellikle de kadınları bir parça da olsa anlamanın peşinden koşmasından kaynaklanıyor.

10. Zelig (1983)

ikinci dünya savaşı öncesi dönemi amerika toplum eleştirisi, toplumsal "öteki", psychotic - neurotic birey - toplum ve psikanaliz üçgeni, milli söylem ve politika, medya dünyaları gibi çerçevelerde ayrı ayrı değerlendirilse geniş makalelere ilham kaynağı olabilecek, woody allen görsel yapıtı.

9. Midnight in Paris (2011)

zaman mekan algısını yok eden, masalsı bir woody allen filmi. sanatsal yönünü bilemem ancak şu nokta çok güzel:

film, hemen hepimizin ortak yanılgısı geçmişi idealleştirme, onu herkesin mutlu mesut yaşadığı bir zaman dilimi olarak görme durumuna da güzel bir açıdan bakıyor. çağdaşımız gil 30'lu yılları, 1930'ların adriana'sı yüzyılın başlarını, yüzyılın başındakiler rönesansı (doğru hatırlıyorsam) özlüyor, onu en iyi kabul ediyorlar. yani her çağ, kendinden öncekini idealleştiriyor, onu özlüyor. çoğumuzdaki geçmiş zamanda yaşama arzusuyla aynı, o kadar da iyi olup olmadığını hiçbir zaman bilemeyeceğimiz zamanları özlüyoruz; tıpkı bizden öncekilerin yaptığı, bizden sonrakilerin de yapacağı gibi. bu açıdan bakıldığında film, salt bir paris ve insanları hikayesi olmaktan çıkıp tüm insanların ortak hikayesi olma özelliği kazanıyor diyebiliriz sanırım.

8. Manhattan (1979)

woody allen'ın hannah and her sisters, annie hall ve crimes and misdemeanors ile birlikte en bilinen, kendisi sonradan pek beğenmediğini söylese de en önemli filmlerinden biridir.

modern yaşamın başkenti diyebileceğimiz new york'un manhattan'ında bir grubun karmaşık duygusal ilişkilerini konu edinir. allen yüksek ihtimalle kendisini oynamakta, diyaloglarda kendi korkularından, saplantılarından, vesveselerinden bahsetmektedir ve aslında bu cesareti için takdiri haketmektedir. çünkü allen filmde aslında bir çoğumuzun kendine itiraf edemediği duyguları ve yaşamaya cesaret edemediği şeyleri yaşamış biri olarak tüm bunları dürüst bir şekilde eğrisiyle/doğrusuyla aktarmıştır.

7. Mighty Aphrodite (1995)

yunan tragedyaları bakış açısıyla newyork'vari bir hayatın mıncıklandığı; aşk, ihanet ve karmaşanın en sıradan görünen hayatta bile tragedyadakilerden aşağı kalmayabileceğini gösteren, yalnız tragedyanın bu kez mutlu sonlandığı film. çünkü insan özgür irade sahibidir, harekete geçer ve hayatına hükmedebilirse tragedya ortadan kalkar. filmde de dediği gibi "life is unbeliaveable, miraculous, sad, wonderful." . woody allen benim kankim olsun istiyorum, hastasıyım...

6. Deconstructing Harry (1997)

hayalle gerçeğin birbirine karıştığı, yazarla karakterlerin birbiri ile atıştığı ve bu haliyle pirandello'nun six characters in search of an author unu hatırlatan ve tüm filmin deconstruction üzerine kurulması ile "aha işte postmodernizm budur" mesajı veren aşmış woody allen filmi. ayrıca ölüm ile konuşma sahnesiyle bergmanın seventh seal'ine, ödül almaya gitme olayı yine bergman'ın wild strawberries'ine ve hayatına bir şekilde girmiş tüm kişileri gördüğü hayal sahnesiyle de bob fosse'nin all that jazz'ine yapılan göndermeler de dikkat çekicidir.

5. Blue Jasmine (2013)

hemen her filminde tiye aldığı, hicvettiği insanlar arası ilişkileri, davranış mekanizmalarını, burjuva ahlakını, kadın - erkek ilişkilerini blue jasmine'de tabiri caizse yerden yere vurup insanı neredeyse insan olmaktan utandıracak kadar derin ve kaliteli bir eleştiri getirirken cate blanchett oscar'lık bir performansla ekrandan dışarı taşarcasına oyunculuğun ötesine geçip adeta o karakter oluyor ve sonuç olarak insan woody allen'ın sonsuza kadar yaşamasını ve o sonsuzlukta kamerasını sürekli bizlere doğrultmasını istiyor... çok yaşa üstad woody allen...

4. Hannah and Her Sisters (1986)

woody allen'ın en keyifli filmlerinden biri. kusursuza yakın kadın hannah ve elbette ki onun kız kardeşlerini konu alan bir filmdir ama hannah'ın tüm kusursuzluguna ragmen eski ve yeni kocalarının gösterdigi ve benim şu an burada bahsetmek istemedigim egilimler ilginçtir. filmin bölümlere ayrılması akışı hiçbir şekilde koparmaz, aksine gayet akıcı hale bile getirir. film, tüm karakterlerin hayatını da aynı derinlikte vermeyi başarır. bir de en güzel ayrıntılardan biri, sanırım (en azından benim için) başından sonuna kadar caz ve klasik müzik parçalarıyla dolu olmasıdır. yetmezmiş gibi, film boyunca yaklaşık 8 kere falan, değişik versiyonlarıyla bewitched çalar. ve kanımca çok yakışır.
bir de chapterların birinde e.e.cummings ve güzelim şiiri somewhere i have never travelled'dan satırlar geçer. chapterın adı da zaten "nobody. not even the rain, has such small hands..."dir. michael caine de ne biçim aşıktır öyle, hangi genç kadın dayanır bu romantizme sorarım.
neyse, fazla uzatmadan, annie hall kadar olmasa da en güzel woody allen filmlerinden biri.

3. Annie Hall (1975)

"entellektüel adamın mutlu ilişkisi olmaz", "akıllı adam zor adam" gibi şahane (ve pesimist) tespitleri olan woody -en nihayetinde- elbette haklı çıkar. la-dee-da efekti ile başlayan, tek heceli ve kardeş ünlemlerle hız alan diyaloglar git gide sonu gelmez "dedin/demedim", "ne demek istedin?" temalı şebnem ferah'a (artık kısa cümleler kuruyorum) havale geçirtecek ayarda diyaloglara, ardından monologlara dönüşür. en son yatakta yan yana yatıp tavanı seyretmektedirler. annie joint içmeden havaya bile girememektedir. alvy'nin "kendini geliştir, bir şeyler yap" söylemi annie'nin gidip profesörü ile yatması ile sonuçlanır. (kadınlara bir şeyin çok koyduğunu böyle anlarız)

kadın-erkek ilişkisi üzerine çekilmiş filmlerin içinde gelmiş geçmiş en başarılılarından biri olduğunu her fırsatta kanıtlar annie hall. bu film için woody'nin diane keaton ile olan ilişkisinden yola çıktığını söylemeye gerek var mı? (diane keaton'ı hala muhabbetle anmaktadır, unutulmaz addetmektedir. annie hall olan kadından aşağısı beklenmezdi)

2. The Purple Rose of Cairo (1985)

ilginç diyalogları, olağanüstü fantastik kurgusu ve eşsiz müzikleriyle harika woody allen filmi. ana film bir yandan o içteki filmin kurmaca dünyasını alt üst etmekle uğraşırken, bir yandan da yeni bir kurmaca evrene sürükleyiverdi bizleri. kurmaca bir eser yazmak ne kadar uğraş isteyen bir iş olduğunu bu film de tekrar anımsamış oldum. o içteki filmin olay örgüsü karakterlere nasıl da bağlı... eğer en ufak bir karakter atlamasında, eksilmesinde hikayenin büyüsü nasıl bozulur, daha doğrusu eser nasıl sönük kalır? işte bu soruyu cevaplamama yardımcı oldu diyebilirim bu eser için. sözün kısası, kurmaca dünyasıyla (roman, öykü vb) uğraşanlar için kesinlikle izlenmesi gereken bir film...

1. Crimes and Misdemeanors (1989)

birçok şeyi çok ustaca anlatmış film. o kadar filmini izledim bu adamın, ve her filmi ustalıkla akıyor, istediğini anlatıyor, siz film izleyeceksiniz sanırken o film o kadar gerçekçi geliyor ki film gibi gelmiyor. woody allen'ın en sevdiğim yönlerinden biri de anlatmak istediğini izleyiciye dayatmaması, "bahsetmesi" ve "göstermesi". ve bunu hep çok zekice yapması, replikleri falan... evet böyle şeyler konuşabilirim, henüz izlediğim için bu kadar çenem düşmüş olabilir, zira evde kimse yok ve bu durumda kimseyle de konuşamadığım için bunu anlatmam lazımmış gibi hissettim. ama görüyorum ki anlatmakta da pek başarılı olduğum söylenemez, biraz daha devam etsem ilkokul müsamerelerinde kompozisyon yazan küçüklüğüme döneceğim, hem de bir karış sakalla elimde birayla. ki bu benim için müthiş bir deneyim olabilirdi.

bu adam bu filmi çekmiş. ve sanırım en iyi yapıtlarından biri.

Dahi Yönetmen Woody Allen Hakkındaki Taciz İddialarında Gerçekten Doğruluk Payı Var mı?