Özgürlüğüne Düşkünlüğüyle Her Zaman Saray Otoritesine Karşı Çıkmış Bir İsim: Sisi

Sisi, soylu birisiyle zoraki yaptığı evliliğin bedelini bütün hayatı boyunca acılar çektirilerek ödemiş bir isim. Yine de özgürlüğünden hiç vazgeçmeyen bu kadın, sadece yaşadığı dönem için değil günümüzde de oldukça cesur sayılabilir. İlginç olduğu kadar acı dolu hikayesine bakalım.
Özgürlüğüne Düşkünlüğüyle Her Zaman Saray Otoritesine Karşı Çıkmış Bir İsim: Sisi
Sisi


sisi, gerçek adıyla elisabeth amalie eugenie, ne şımarık bir insanmış kendisi, ne de kocasıyla muhteşem bir aşk yaşamış. son derece talihsiz bir hayat geçirmiş ve evliliği süresince mutsuz olmuştur. 

-mış'lı bir hikaye bu, anlatayım.

bavyera'da wittelsbach hanedanı bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelmiş sisi. babası, bavyera dükü maximilian joseph'in mizacı itibariyle oldukça garip biri olduğu anlatılır. çocuksu tavırlı, görevlerini sürekli erteleyen ve hatta bazen görevden kaçmak için uzun yolculuklara, ava, sirk gösterilerine gittiği söylenir. 

sisi de, formalitenin neredeyse hiç olmadığı bir sarayda son derece serbest büyütülmüş bir genç kızmış. soylu ailelerin çocuklarını günün her saatini planlı ve yoğun eğitime tabi tutarak yetiştirmelerinin aksine, sisi'nin büyüdüğü ortamda uzun ve sıkıcı dersler yerine kır gezileri, piyano dersleri yerine binicilik, adab-ı muaşeret dersleri yerine çok sevdiği babasıyla çıktığı av varmış.

çok iyi bir binici olan sisi, bu denli hür büyümüş ve sonraları bunun ceremesini çok çekmiş.

sisi'ye sonraları delicesine aşık olacak olan avusturya prensi franz joseph'in baskıcı ve otoriter annesi şirret prenses sophie(ki sonraları anlayacaksınız neden şirret dediğimi), oğlunun görücü usûlu hiç tanımadıkları bir kızla evlenmesi yerine, aileden biriyle evlenmesini daha uygun gördüğü için yanına o zamanlar henüz 23 yaşında olan franz joseph'i de alarak viyana'dan bad ischl'deki saraylarına gitmiş ve oğlunun sisi'nin 19 yaşındaki ablası helene ile tanışıp evlenmesi için gerekli ayarlamaları yapmış. kızkardeşi ludovika'yı ve yeğeni helene'yi bad ischl'a davet etmiş ancak beklenmedik bir şekilde 16 yaşındaki yeğeni sisi'de annesi ve ablasıyla gelmiş.

Franz Joseph

anneleri ludovika'nın muzdarip olduğu migren atakları yüzünden yolculuklarına bir müddet mola vermişler ve beklenenden daha geç varmışlar aslında. bu tip geç kalmalar habsburg hanedanı'nca hiçbir zaman hoş karşılanmamış olsa da durum bir şekilde idare edilmiş. o zamanlar henüz yeni kaybettikleri bir halalarının yasını tuttukları için iki genç kız ve anneleri siyah elbiseler içinde gelmiş ve bad ischl'a ulaşmayan ve sonraları da hiç ulaşmayacak olan kıyafet arabası yüzünden kıyafetlerini değişememişler. 

siyah renk, koyu saçları ve koyu gözleri olan helene'ye uymamasına rağmen, sarıya çalan kumral saçları olan sisi'ye yarattığı kontrast sebebiyle pek yakışmış. kendini yerlere atarak sisi'yi istemeyen annesi sophie'ye franz joseph "eğer sisi'yle evlenemezsem, hiç evlenmem" diyerek karşı durmuş. edepsiz sophie, mecburen razı gelmiş evliliğe. 

Sophie

sessiz, saygılı, uyumlu biri olan helene habsburg'un katı kurallarına, esnemez protokollerine çok kolay uyum sağlayabilecek bir adayken, helene'nin tam tersi olan sisi ise hayatı boyunca hofburg'da mutsuz olmuştur sonraları. ablası helene ise franz joseph tarafından reddedildikten sonra üç yıllık bir depresyon süreci geçirmiş olmasına rağmen, 22 yaşında yaptığı evlilikle wittelsbach kardeşleri içinden en mutlu evliliği yapmış kardeş olarak gösterilir.

franz joseph'in oldukça ısrarcı olmasından ötürü evliliğe sisi hiç istemediği için karşı çıkan babası ve annesi, baskılara bir süre sonra karşı gelememiş(adam kral sonuçta) ve kızlarının evliliğine olur vermişler. 1853 senesinde viyana'da evlenmişler ve sisi için hayat o günden sonra çekilmez olmuş.

hikayeyi bana anlatan kişinin sözleriyle, "çocuk sayılan bir yaşta olan sisi gerdek gecesi ne yapacağını ve ne bekleyeceğini bilmediği için" utancından tam bir hafta odasından dışarı çıkamamış. o ilk gecenin sancısı daha sonraları tüm evlilikleri boyunca da devam etmiş. her zaman isteksiz olmuş. daha sonraları evliliği, bir yazısında 'çocuk yaştayken, aileniz tarafından hiç tanımadığınız, sizden çok daha büyük bir adama satılmanızdır' diye yorumlamış.

viyana'nın havasına, hofburg'un katı ve baskıcı kurallarına, despot kayınvalidesine alışamayan sisi sinirsel hastalıklar geçirmeye başlamış ve soluğu sürekli gittiği gezilerde almaya başlamış; özellikle en başlarda macaristan'ı, daha sonraları ise italya ve yunanistan gibi akdeniz ülkelerini tercih etmiş. bu ülkeleri tercih etmesindeki tek sebep kayınvalidesinden ve saraydan kaçmak değil, aynı zamanda hiç alışamadığı viyana havasından ziyade gittiği yerlerin havasının büyüdüğü münih'in havasına benzemesiymiş.

evliliğinin henüz başındayken sisi kendisini şoke eden hamileliğini öğrenmiş ve sadece evleneli on ay olmuşken bir kız bebek dünyaya getirmiş. kayınvalidesi şirret sophie, sisi'ye danışmadan bebeğe kendi adını vererek vaftiz ettirmiş ve sisi'nin bebeğe yaklaşmasını, herhangi bir şekilde ilgilenmesini ve emzirmesini yasaklamış. 

iki sene sonra 1856'da ikinci kızı arşidüşes gisela'yı dünyaya getirmiş ve bu kız bebek de tıpkı ilki gibi kayınvalidesince elinden alınmış. bebekleriyle haftada belli günler, sadece bir iki saat ve gözetim altında görüşmesine izin verilen sisi'nin sinirsel hastalığı da üzüntüsüyle beraber ilerleme göstermiş. yemek yiyemez, uyuyamaz hale gelmiş ve saplantılar geliştirmiş. saçları ve kilosu en büyük saplantısı olmuş. belinin aşağısına uzanan saçlarını iki haftada bir dört yardımcısıyla beraber zeytinyağı, yumurta ve konyaktan oluşan özel bir karışımla yıkarmış ve başlı başına bu işlem tüm günü alırmış; saçının günlük bakımı ise üç saati bulurmuş. bu vakti ise yunanca, ingilizce, fransızca ve sonraları macarca öğrenerek değerlendirmiş. her gün yediği tek yemek ise iki kilo etin püre haline getirilmesiyle yapılan bir tür içecekmiş. sisi'nin beli dört çocuk doğurmasına rağmen 16 inç, yani sadece 41 cm'miş ve korselerini fransa'dan özel getirtiyormuş. annelerimizin dediği "belim bilezik kadardı" lafı, sisi'yle ete kemiğe bürünmüş adeta.

Sisi ve Franz Joseph

1857'de, eşi ve iki kızıyla beraber macaristan'a giden elisabeth, ilk defa eşinin mizacında erkeklerle rahatça tanışmış, hofburg düzeni ve habsburg kuralları olmadan prenses olmanın rahatlığını ve güzel yönlerini keşfetmiş, kasıntı sözcüklerin ardına saklanmak mecburiyetinde kalmadan arkadaşlıklar kurmuş ve özellikle macar halkı tarafından eşi kral franz joseph'i politik mahkumlara merhamet göstermeye ikna ettiği için büyük bir coşku ve sevgiyle karşılanmış. bu sevgi sonraları onu macarca öğrenmeye teşvik etmiş ve 1867'de avusturya-macaristan imparatorluğunun kurulmasını sağlamıştır.

iki kız doğurması ve politik meselelere karışması viyana'da hoş karşılanmamış, bir gün odasında isimsiz, tehditkar bir mektup bulmuş. mektubun kayınvalidesi tarafından yazıldığı ya da yazdırıldığı söylenir.

macaristan dönüşü, her iki kızı da hastalanmış ve küçük kızı gisela hızla iyileşmişken, büyük kızı iki yaşında ölmüş ve sonucunda sisi'nin halet-i ruhiyesi melankoliden depresyona dönmüş. üçüncü bebeğini ve ilk erkek çocuğunu 1858'de dünyaya getirmiş ancak önceki iki çocuğu gibi oğlu da elinden alınmış ve haftada sadece tek bir gün görmesine izin verilmiş. buna ilk kez itiraz etmiş olsa da sağlığı bu isyana çok elvermemiş, anemisi daha ciddileşmiş, ayrıca nedeni belirlenemeyen karın ağrıları ve öksürük krizleri geçirmeye başlamış. zamanında sebepleri anlaşılamasa da, günümüzde bu belirtilerin ağır psikiyatrik hastalık semptomları olduğu konusunda hemen herkes hemfikir.

Sisi'nin oğlu Rudolf

üçüncü hamilelikten sonra uzun dönem başka bir çocuk istememesine ve doktorların da bu kararını sağlığı açısından doğru bulmasına rağmen bir müddet sonra dördüncü bir bebeği istemiş ve bebeği tamamen kendisi büyütmeye karar vermiş. 1868'de üçüncü kızı marie-valerie macaristan'da doğmuş ve bu bebeğin tüm bakımını kendi üstlenmiş. valerie insanlar tarafından elisabeth'in sadece ona gösterdiği yoğun sevgi ve ilgi sebebiyle sıklıkla "die einzige" yani "biricik" olarak adlandırılmış. 

kayınvalidesinin ölümüyle biraz rahatlayan ve gerekmedikçe schönbrunn'a dönmeyen sisi, valerie'yi çokça şımartmış, gittiği gezilere hep onu da götürmüş, valerie'yi kendi yanında özgürce büyütmüş ve tüm zamanını ona adamış.

Sisi'nin üçüncü kızı Valeria

macaristan'ı çok sevmesi ve sonraları dedikodulara sebep olan macar başbakanı gyula andrássy ile olan arkadaşlığı sebebiyle valerie'yi macaristan'da doğurmuş ve bu durum valerie'nin asıl babasının kimliği hakkında şüphe uyandırmış ancak valerie'nin franz-joseph'e inanılmaz benzerliği sebebiyle dedikodular zamanla sona ermiş. 

annesinin aşırı ilgisinden bunalan ve utanan valerie, bu dedikodular sonucu çok sevdiği babasına karşı sorumluluk hissetmiş, kalbi kırılmış ve annesinin aksine macaristan'dan nefret etmiş. sisi'nin kendisiyle yalnızca macarca konuşması sebebiyle babasına çokça düşkünleşmiş ve onunla almanca konuşabilmek için bile sıkça babasının yanına gitmiş.
büyük kızı gisela ve oğlu rudolf, babanneleri yanında son derece katı kurallarla büyütüldüklerinden, mizaç olarak annelerini son derece havai ve dengesiz bulmuş, hiçbir zaman bir ilişki geliştirmemiş ve gerekmedikçe görüşmemişler.

küçük kızı valerie çok küçük bir krallığın prensi olan ve varlıklı olmayan franz salvator ile evlenmek istediğinde, ablası ve abisi gibi varlıklı ve soylu kimselerle görücü usûlü evlilik yapmadığı için eleştirilmiş, ancak elisabeth bu durum için "valerie, eğer canı isterse bir baca temizleyicisiyle bile evlenebilir" diyerek kızını desteklemiş. sonuç olarak sisi'nin üç çocuğu içinde tek mutlu evlilik yapmış kişi de valerie olmuş.

Franz Salvator

karısının annesiyle yaşadığı sorunlar, bozulan sağlığı ve mütemadi mutsuzluğu ise franz joseph'i çıkar yol aramaya sevk etmiş ve sisi için 1881 senesinde bir kasr inşaa ettirmeye karar vermiş. bu vesileyle viyana'daki en güzel, en harika mimari eser hermesvilla'nın yapımına başlanmış ve 1886 yılında bitirilmiş. hermesvilla'nın inşaa edildiği yer viyana'yı çevreleyen yemyeşil ormanların tam ortası. hem saraydan uzak, hem sisi'nin çok sevdiği binicilik ve avcılık için muhteşem bir yer, hem de havası itibariyle sıcak esen rüzgarlarıyla viyana'da havası akdeniz iklimini andıran tek nokta.

Hermesvilla

gelin görün ki, bu da sisi'yi mutlu etmeye yetmemiş. içini bir gün gezme fırsatı bulursanız, ağzınız açık kalacak kadar ince düşünülmüş bir kasr göreceksiniz halbuki karşınızda. eminim, hiç bir adam, değil karısı, kendisi için bile bu kadar ince zevkli, derin düşünülmüş bir saray inşa ettirmemiştir. 

deniz kabuğundan sisi'ye özel yapılmış süs eşyaları, ince işçilik isteyen yatak başları, kapı kolları ve trabzanlar, murallar, vitraylar, çeşitli ülkelerden özel getirtilmiş banyo takımları ve çömlekler, hepsi avusturya-macaristan kralı franz joseph tarafından özenle yaptırılmış, bazısı bizzat kendisi tarafından tasarlanmış, sisi'nin zevkleri, beğenileri düşünülerek ince ince bezenmiş adeta kasr. mesela, sisi'nin yatak odasının tüm duvarları ve tavanı en sevdiği romanlardan biri olan bir yaz gecesi rüyası'nın en çok beğendiği bölümünden esinlenerek yapılmış. 

sisi ise, hiç bir zaman söz sahibi olamadığı schönbrunn'dan sonra, kendisi için yaptırılmış kasrda da hiç söz sahibi olamadığı için mutluluğu yarım kalmış, gene de hayatının geri kalan kısmının büyük bir kısmını burada geçirmiştir. hemen her gün uzun saatler at binmiş ve sık sık ava çıkmış. 

kapı kolunda yer alacak işlemelerden, avizelerin cam işçiliğine kadar düşünebilen franz joseph ise, duvarlara asılacak tablolarda bile "sisi'nin beğendiklerini seçtim" demesine rağmen, karısının hiçbir zaman fikrini soracak inceliği gösterememiş. bunun sebebiyse çocukluğundan itibaren yetiştirilme tarzı olarak gösterilir. elisabeth'in istediği saray değil, bir tutam özgürlükken...en azından yaşadığı yerin mobilyalarını seçebilme özgürlüğüyken, bu da ona delicesine aşık eşi tarafından mizacı gereği düşünülememiş.

Sisi

sağlığı her zaman hofburg'a dönmesine bağlı olarak değişmiş sisi'nin. oğlunun doğumundan sonra yakalandığı hastalıktan sonra madeira'ya gönderilmiş, altı ay boyunca orada kaldıktan sonra geri dönmüş ancak döneli henüz dört gün olmuşken tekrar hastalanmış ve bu sefer doktor tavsiyesiyle tebdil-i hava için korfu'ya gönderilmiş ve korfu'ya varır varmaz sağlığı düzelmiş; viyana'ya bir yıl aradan sonra döner dönmez ayakları yürümesini engelleyecek denli şişmiş ve bad kissingen'e termallere gönderilmiş ve anında sağlığı düzelmiş; sonrasında hofburg'a dönmek yerine bavyera'ya ailesinin yanına gitmiş ve iki yıla yakın viyana'ya hiç dönmemiş ve hiçbir sağlık sorunu yaşamamış. 1862'de franz-joseph'in doğum gününden birkaç gün önce viyana'ya döndüğünde ise şiddetli migren atakları ve kusma yaşamış ve hemen termallere geri gönderilmiş. schönbrunn'a her dönüşünde sağlığının ciddi şekilde bozulması, tüm bu sorunlarının psikomatik olduğunu gösteriyor. vaktinde bunların nedeni anlaşılamamış.

hiçbir zaman yakın bir ilişki kuramadığı oğlu 1889'da bir cinayet-intihar suikastı sonucu öldükten sonra ağır bir depresyon yaşamış ve atlatmak için zamanının neredeyse tümünü gezerek geçirmiş, hatta o zamanlar avrupalılar tarafından çok ziyaret edilmeyen mısır, fas, malta, türkiye(osmanlı), cezayir gibi ülkelere de sıkça gitmiş.

sisi'nin ölümü de tıpkı evliliği gibi "tesadüfen" gerçekleşmiş bir ölüm. suikast ikazlarına itibar etmeyen sisi, 1898'in eylül'ünde cenevre'ye gizli kimlikle gitmiş. tüm yardımcıları 10 eylül gününden önce trenle sisi'nin bir sonraki durağına önden gönderilmiş, sadece asistanı yanında kalmış. asıl amacı orleans dükü prens philipp'i öldürmek olan anarşist luigi lucheni prens philipp'in erken bir saatte cenevre'yi trenle terk ettiğini öğrenince, gazetede sisi'nin şehirde olduğunu ve takma isimle gezdiğini açıklayan bir makale üzerine, şehre "soylu birini öldürmek için" geldiğinden, sisi'yi aramış ve mesire alanında dolaşan prensesi bulmuş, "propaganda of the deed" ilkesince sisi'ye yaklaşmış ve on cm uzunluğunda incecik bir bıçağı göğsüne saplamış. 

Luigi Lucheni

çok sıkı olan korsesi sebebiyle kanama fark edilmemiş ve sisi 100 metre ilerideki iskeleye ulaşmış, vapura binmiş ve bayılmış. ayıldığında "ne oldu?" demiş ve tekrar şuurunu kaybetmiş. takma isim altında gezdiği için bindiği geminin kaptanı durumu önemsememiş ancak kimliği öğrenildiğinde çok hızlı bir şekilde bir doktor aranmış, bulunan tek kişi ise bir hemşireymiş. hemşirenin müdahalesine, kaptanın geri dönüp acilen sisi'yi otele taşımalarına rağmen otele vardıklarında sisi çoktan ölmüş.

franz joseph'e durum telgraf'la bildirilmiş. ilk olarak karısının intihar ettiğini düşünmüş ancak durumun aslını anlayınca otopsi istemiş. eğer sisi'ye saplanan bıçak yerinden çıkarılmasaymış, tıpa görevi göreceğinden yaşama şansı çok daha yüksek olacakmış. otopsiye dair tüm aletler, fotoğraflar ve dokümanlar daha sonraları franz joseph'in emriyle imha edilmiş.

sisi, 17 eylül günü kapuziner kilisesi'nin yeraltı mezar odasına defnedilmiş. kendisi pek sevmese de 44 yıl boyunca habsburg hanedanlığında, avusturya-macaristan imparatoruğu'na prenses olmuş biri sonuçta o.

tüm yaşadıklarına rağmen duruşuna hayran olduğunuz, takdir ettiğiniz ve tüm anlatılanlar manyakça gelse bile sevdiğiniz insanlar vardır, işte sisi benim için onlardan birisidir. yazdığı anılarıyla, şiirleriyle, ezilen macar halkının yanında dimdik duruşuyla, otorite ve krallıklara karşı tavrıyla, doğum gününde eşinden mücevher yerine "ruh sağlığı hastanesi" yaptırırsa çok daha mutlu olacağını söyleyerek halkının yanında duruşuyla, nefret ettiği viyana'ya rağmen tüm avusturya halkınca delicesine sevilmesiyle hayranlık uyandıran; döneme ve dedikodulara aldırmadan sigara içen, ava çıkan, at binen ve başka erkeklerle dostluk eden bir kadın o. biraz istemsizce feminist, biraz deli, biraz hırpalanmış.

sisi herkesin aslında biraz olmak istediği bir kadın. cesur, hür ve özgürlüğünden taviz vermeyen.