Paris'te Başlayan Sıradan Bir Flörtün Tunus'ta Boyut Değişen Bir Acayip Hikayesi

"Bu nasıl bir şans?" diyerek yaşadığınız flörtlere isyan ettirecek bir hikayeye hazır mısınız?
Paris'te Başlayan Sıradan Bir Flörtün Tunus'ta Boyut Değişen Bir Acayip Hikayesi
iStock


yıl 2008 mevsim bahar. paris'te boulevard des italiens üzerinde trafik ışıklarında arabayla bekliyorum. 

aman allahım birde ne göreyim, kafenin birinde bir hatun oturuyor ama ne hatun ne hatun. böyle aklım falan gitti. ışık yandı ama ben sikerim diyip arabayı çektim kenara. yaktım dörtlüleri. gittim kızın yanına. normalde de bu kadar cesur falan değilimdir yani. neyse uzatmayayım böyle bir iki maymunluk falan oturdum kızın masasına. biraz muhabbet falan, öğreniyoruz ki tunus'tan 3-4 günlüğüne gelmiş. kız acayip güzel, böyle şirin, hafif tiki falan bi tip. tunus'ta devlet televizyonunda program editörü falanmış. hatunun durumu falanda iyi. hotel ambassador'da kalıyo. öğrencilik işlerimden biri de rehberlik olduğundan paris'te şöyle bir şehir turu falan yaptım kızın aklını aldım haliyle. biz 3 gün 3 gece gezdik, tozduk, yedik, içtik, yattık, kalktık kısacası acayip eğlendik. neyse efendim bizim balayı kıvamındaki muhabbet bitti kız döndü. döndükten sonra biraz konuştuk falan, sonra haftada bir, sonra ayda bir falan haberleşiyorken yaklaşık 6 ay sonra bir telefon geldi. arayan bizim tunus'lu hatundu. bana bir programının iptal olduğunu, yine paris'e gelmek istediğini söyledi. ben de başım üstüne buyur gel dedim. bende kalırsın falan dediysem de kız; yok geçen sefer ki gibi yapalım, otelde rahat rahat takılırız dedi. eyvallah dedim, işte bileti falan alınca haber vereceğini falan söyleyip telefonu kapattık. ertesi gün bir telefon daha geldi yine hatundan. ben ne zaman gelicek diye beklerken hatun, gelemeyeceğini çünkü iptal olan programını tekrar yapmak zorunda olduğunu söyledi. özür diledi kapattı falan. ben de üzüldüm falan tabi. bi 15 dakika sonra hatun yine aradı. bana bir şey söylemek istediğini ama benden çekindiğini falan söyledi. ben de söyle canım falan dedikten sonra hatun bana, 'ben oraya gelmek istedim onun yerine ben seni davet etsem sen gelsen ama benim davetlim olarak' diye acayip bir teklifte bulundu. tabii ben afalladım. yani sonuçta tunus, bilmem etmem hatunu da tanımıyoruz doğru dürüst diye hızla kafamdan geçirirken 'peki geliyorum amnakoyim' dedim. yarım saat sonra elektronik uçak bileti falan geldi ertesi gün için. benim ev arkadaşıma tunus'a gideceğimi söyleyince herif afalladı. her ne kadar 'olm karıyı tanımıyosun, gidip tek böbrekle geri gelme' falan diye beni caydırmaya çalışsa da ertesi gün atladım. istikamet direkt tunus. işte hikaye şimdi başlıyor.

efendim tunus havayolları ile tunus'a doğru uçarken hostes böyle doldurmak için kartlar vardı. iki örnek olan bu kartlarda isim adres tarih falan yazıyo. pasaport polisi damgalayıp bu iki örnekten biri sizde kalıyor ve şu sizin bir nevi vizeniz oluyor. tabi ben adresi bilmediğimden o kısmı boş bıraktım. uçak indi. pasaport polisine gelince polis haliyle adresi sordu. ben de hemen kızı aradım. kız bana nerede olduğumu sordu, ben de pasaportta olduğumu, polisin adresi beklediğini söyledim. kız ısrarla hangi polis kabininde olduğunu sordu, ben de cevapladıktan sonra tamam bekle orda dedi, telefonu kapattı. ne olduğunu anlamaya çalışırken poliste nooluyo lan diye sordu. ben de buraya gelicek arkadaşım dedim. bana hassiktir lan diye bi bakış attı. ikimizde merakla bekliyoruz. polis arkamdakilerin işlemlerine başladı tabii haliyle. beklerken takım elbiseli bi adam gelip, polisle konuştuktan sonra benim pasaportu aldı, bana verdi ve bu taraftan efendim diyerek yolu gösterdi. ben alla alla nooluyo amnakoyim diye düşünürken kızı gördüm. neyse kızla sarıldık öpüştük falan. başka bi adam geldi benim küçük valizi aldı, bagaja koydu. bu arada araba havalimanının ana kapısının hemen önünde. neyse bindik arabaya. arabanın hareketiyle üniformalı polisler yolu falan kesti bizim arabaya yol vermek için. bizim şoför aralardan makas falan atıyor ama bi taraftan yol sıkışınca bir sirenle hemen yolu açıyor. kızla biraz muhabbetten sonra bi eve geldik. pardon ev mi dedim, ne evi malikane. kapısında iki kulübe, içinde iki tane üniformalı polis. içimden vayy amnakoyim nereye geldik ulan diye proleter düşünceler içindeyim. arkadaş her taraf adam kaynıyo. hepsi koruma kılıklı tipler. biz malikanenin basamaklarından çıkarken, merdivende kızın annesi, babası ve kız kardeşi gayet kokteyl kıyafetleriyle beni kapıda karşıladılar. benimse üstümde tişört, altımda şort, ayağımda şıpıdak terlik tam turist ömer. tabii ezildim büzüldüm falan. hoş geldin beş gittin, işte kızımız senden çok bahsetti, çok iyi arkadaşlık yapmışsın falan paris'te diye benim götümü kaldırıyorlar. tabii bilmiyolar ki ben aç köpeğin tekiyim. neyse oturduk yemeğe. yemek ama ne yemek. böyle tatil köyünde açık büfe akşam yemeği sanırsın. yedik içtik. baba beni içeriye davet etti. hemen türk kahveleri geldi. ben etrafı inceliyorum babanın çalışma odasında. babanın nerdeyse bütün önemli liderlerle fotoğrafları falan var. biraz babayla muhabbet falan, türkiye üzerine, tarih üzerine derken bizim hatun geldi. ben malikaneye gelmişim ama bizim kızla nasıl işi pişiricez kesin bizi ayrı ayrı yatırırlar falan diye düşünüyorum. tunus sonuçta müslüman ülke. dedim ya proleteryayız ya. kız hadi artık kalkalım dedi. tabii ben bavul misali peki diyip beni nereye götürüyorlarsa oraya gidiyorum. meğer kız yalnız yaşıyormuş. kızın evde böyle modern bir rezidansın için de minimalist döşenmiş ama minimal ölçülerde olmayan acayip bir daire. tabii artık sikerim çool olmayı diyip kıza sordum bu senin baban ne ayak diye. kız anlattı. meğer baba bakanmış. vayy diyip sonra biz hatunla o gece hasret giderdik falan.

ertesi sabah uyandık. gittik başka bi eve. tabii kapıda sürekli şoförlü araba. kızın arkadaşlarına sabah kahvaltısına davetliymişiz. gittiğimiz evde başka taşşaklı bir kızın evi. böyle acayip sofralar hazırlanmış falan. bana bildiğin california'dan gelmişim bi hayran hayran bakıyolar. bizim hatunda böyle sürekli kolumda, dizimde falan. neyse kalktık topluca carthage müzesine gittik. müzeyi dolaşıyoruz ama sanki ab komisyonu olarak ordayız sanki. müze müdür falan var yanımızda. akşam oldu çıktık. bu arada nereye gidersek gidelim, gittiğimiz her yerde bekleniyoruz. böyle reina tarzında bi yere gittik. orada yedik içtik, takıldık. tabii ne hesap geliyor, ne para görüyoruz. hepsi bir şekilde hallediliyor. ertesi gün şehri gezdik. böyle kapalıçarşı gibi bi yer falan var. ama arkada korumalar fazla rahatsız etmeden takipteler. o gün şehri gezdik bitirdik. sonraki gün şehrin turistik kısmında bulunan cafe des delices'e gittik. burayı biraz detaylı anlatmam lazım. bu kafe böyle bir tepenin yamacına yapılmış birçok kattan oluşan bir kafe. çok popüler, şarkılarda filmlerde falan geçiyor. haliyle özellikle fransız turistler akın akın buraya gidiyolar. neyse efenim, bizim araba kafenin önüne doğru yanaşmasıyla içerden bir sürü adam çıkıp içeri gelen turist kafilesinin önüne falan kesip bizim arabaya yol açtılar. milletin elinde fotoğraf makinesi bizim inmemizi bekliyorlar. sanıyolar ki michael jackson geliyor. (o zaman hayattaydı rahmetli) neyse biz indik, girdik içeri. turistler orda ki adamlara soruyolardı bizim kim olduğumuzu. süper bir gündü. daha sonra son günümüzde kızın yazlığına gittik hammamet diye bir yere. orada son günümüzü de başbaşa geçirdikten sonra benim sultanlık günlerimde sona ermiş oldu. sonra hüzünlü bir ayrılık. bir daha görüşmek için sözler. ve ben paris charles de gaulle havalimanında inmiş, o yağmurda eve gitmek için otobüs bekliyorum. kızı aradım nerde bizim şoför dedim. güldük. ama ben aslında çok ciddiydim. fakirliğin gözü kör olsun.