Plaza Hayatından Yola Çıkarak Emeği ve Emekçi İnsanı Müthiş Anlatan Bir Betimleme

Hayatta insanı görünür kılan belki de en önemli şey olan "emek" kavramı, her insanda kendisini farklı gösteriyor ve her insanı biz farkında olmadan sınıflara ayırıyor. Sözlük yazarı "slevinkelevra", bir emekçinin gülümsemesine odaklanıyor.
Plaza Hayatından Yola Çıkarak Emeği ve Emekçi İnsanı Müthiş Anlatan Bir Betimleme
iStock.com


benim aklıma emekçi diyince, çalışan, koşturan, emek veren; yorulmaktan, çalışmaktan aklına hinlik gelmeyen, koşturmaktan su içmeyi unutan ve bu sebeple dudakları çatlayan ama hizmet etmekten utanmayan bir insan geliyor.

özellikle plazalarda bu insanlara rastlarsınız, temizlik yaparken, bir masayı silerken ya da birşeyler taşırken.

sağınıza solunuza baktığınızda slim fit pantolonlar ile straight fitlerin kapıştığını görürsünüz. fabrika'dan alınan gömleklerin, gant'larla yarıştığı, 300 euro'ya alınan, tarçın, mevsim meyveleri ve alkolden oluşan parfümün hiç biticek korkusu olmadan vücuda boca edildiğini kolaylıkla anlarsınız. fön çekilmiş saçlar, french tırnaklar, 99 tl'ye alınmış aksesuarlar görürsünüz. oturmaktan öne doğru eğilmiş ve hafif kamburlaşmış omuzlar, bu omuzlarla aynı oranda büyümüş göbekler görürsünüz. göbeği olmayan kişilerin cüzdanındaki macfit kartını, stabuckstan kahve almak için ceketin iç cebinden çıkardığı massimo dutti marka deri cüzdanının içinde görürsünüz ve neden göbeği olmadığını anlarsınız.


tüm bu gördükleriniz yanında havada uçuşan bazı kelimeler topluluğu dikkatinizi çeker.

"comfort zone'dan çıkmak kolay değil tabi, ama biraz challenging olması gerekiyor insanın, illaki confident hissetmek durumunda değil birey kendini. kendini ne kadar push edersen günün sounda o kadar mutlu oluyorsun, baktığın zaman bugün perşembe yarın free friday. insan nasıl mutlu olmasınki. free friday demek, smart casual kıyafet demek. bu sebeple cumalar more then welcomed. at the end of the day kendini nasıl hissediyorsun önemli olan o, çakralarını açık tutmak. bak bunun için yoga yapmanı öneririm. evet biraz "yorucu!!!!!" insan "yoruluyor!!!!!" ama çıktığında pamuk gibi oluyorsun. neyse konumuza dönersek meeting agendamız presentasyonda gördüğünüz gibi... firmaların financial capabilitylerini ölçümlediğimizde, neyi realise ettik bir düşünün bakalım? bu adamlar para kazanmıyor, daha da kötüsü para kazanmadıklarının farkında bile değiller. proceedi kar sanıyor salaklar.. "

gant gömleklerle, massimo dutti cüzdanlar yarışa dursun kulaklar yukarıdaki sesleri takip etmeye çalışır. yüzlerde gülümseyen bir ifade olmakla birlikte, kariyer olarak senden ileride olana karşı duyulan korku zeytinyağının suyun üstüne çıkması gibi, hardalın ketçap ve mayoneze baskın gelmesi gibi herşeyi bastırır. düşünceler değil, korkular konuşur bu ortamda. gerçekler değil, kişisel ajandalar ve çıkarlar korunur.


yukarıdan baktığınızda kübik, kapalı, en fazla 150 m2 bir yerde bütün gün kendilerini daha küçük odalar hapsedip konuşan 10'larca insan görürsünüz. yüzlerinde oluşan stratejik ifadeninin, dudaklarındaki gülüşlerin, yürüyüş tarzlarının ve not alan parmaklarının altında sadece tek birşey yatmaktadır: yalan.

işte tam bu anda, saat akşam 7 sularında, master franchising tartışmasının yaşandığı bu kübik yapının içindeki daha küçük bir toplantı odasında, mesai saatinde çalıştığı için üstüyle daha fazla özgüvenli konuşan gant gömlekli, yargıcı bluzlü bu hanımefendi ve beyefendilerden oluşan bu seçkin odaya ayşe abla girer.

ayşe abla bence 36-37 yaşında. bildiğim kadarıyla sabahları yandaki plazada, akşamları bizim plazada çalışıyor ve haftasonu evlere temizliğe gidiyor. yaklaşık 1,60 boylarında, zayıf, saçlarının yanları birazcık beyazlamış, esmer, gözleri çekik ve sürekli çalıştığı firmanın verdiği siyah pantolon & t-shirt ikilisini giyen, bir kere bile oturuken ya da ayakta hareketsiz dururken görmediğim, temizlik yapan, çay getirip, götüren, sürekli ama sürekli koşturan, zaman zaman koca damacanayı taşırken gördüğüm bir abla. parmaklarında french yok, yerine nasır var o yüzden damacanayı taşımayı problem etmiyor. onunla bazen asansörden inerken karşılaşıyorum. damacana taşıyan ayşe ablanın elinden damacanayı alıp mutfağa ben taşımıyorum ama elleri frenchli iş arkadaşlarımdan önce geçtiğim kapıyı elimle tutuyorumki, nazik elleri ile kapıyı itmek zorunda kalmasınlar. ne kadar dürüst ve aynı oranda centilmen olduğumun farkındasınızdır sanırım.


yanlız dikkatimi çeken şey, ayşe ablanın elmacık kemikleri çok çıkık, yanakları içeri göçmüş, dudakları ise sürekli çatlamış ve kuru. sanırım koştururken su içmeyi unutuyor. bazen tuvaletin ordaki köşede kızıyla konuşurken duyuyorum onu. okula gittin mi kızım, iyi misin diye soruyor. yüzünde yorgun bir ifade var ama tepkili bir ifade değil. insanın uykuya karşı koyamayacağı gibi, çok yorulmaktan oluşan, o çok değerli, o çok insan emekçilere has onurlu ifade.

ayşe abla master franchising tartışmalarının ortasında "ne içersiniz cem bey, siz nur hanım, ya siz erdem bey?" şeklinde hızlıca siparişini alır, aynı hızda, aynı yorgun ama onurlu ifadeyle getirir.

tiyatrocu bir arkadaşım geçtiğimiz günlerde oynadığı bir oyundan bir replik paylaştı benimle. bir ülkede çalışan bir sürü işçi ve başlarında bir kraliçe varmış. işçiler tüm gün güneşin altında tarlada çalışır, hava karardı mı da uykuya dalar ve sabah ağırana kadar deliksiz uyurlarmış. kraliçe işçilere uyku probleminin olduğundan, geceleri düşünmekten uyuyamadığından bahsetmiş ve onların nasıl böyle deliksiz uyuyabildiklerini merak etmiş. işçiler, "ama kraliçem, siz hiç yorulmuyorsunuz ki" demişler.

bu emekçi insanların suratlarında yorgunluktan gelen saflık vardır. hinlik göremezsiniz. genellikle yüz hatları aynıdır. elmacık kemikleri çıkık, dudaklar çatlaktır. size baktıklarında gerçekten baktıklarını, birşey söylediklerinde gerçekten söylediklerini anlarsınız, çünkü onlar emekçidir ve onlar gerçekten yorulurlar. alnının teriyle para kazanan bu güzel insanlar, benim gibi plaza farelerine insan olduğunu hatırlatır... ayşe abla ve onun suratındaki bu onurlu ifade bana insan olduğumu hatırlatır...