Rüyalarını Tuvale Boyayan Ressamların Hayatını Anlatan En İyi Biyografik Filmler

Kamuoyuna mâl olmuş bir hayatı tanımanın yollarından biri de sinemadan geçiyor.

Lust For Life (1956) - Vincent Van Gogh

yönetmenliğini vincente minnelli'nin yaptığı 1956 yapımı film. vincent van gogh'un hayatını ve arkadaşı paul gauguin'le olan ilişkilerini anlatır. van gogh rolünde kirk douglas, gauguin rolünde ise anthony quinn oynamıştır. anthony quinn, bu filmdeki rolüyle en iyi yardımcı erkek oyuncu oscar'ını almıştır. film ayrıca en iyi erkek oyuncu ve en iyi uyarlama senaryo kategorileri de dahil olmak üzere dört dalda daha oscar'a aday gösterilmiştir.

sinemanın gelmiş geçmiş en iyi aktörlerinden ikisinin yer aldığı enfes bir filmdir.

Moulin Rouge (1952) - Henri de Toulouse-Lautrec

bu filmde, canlandırdığı toulouse-lautrec karakteriyle jose ferrer içinizi burka burka oynar. zsa zsa gabor tepenizin taşını attırır. en kötüsü de bu filmle karşılaşmanız her seferinde uykusuzluk çektiğiniz gecelerde; saat sabaha karşı 3 ila 7 arasında, yani sinirlerinizin uykuya dalamamaktan iyice gevşediği sıralarda gerçekleştiği için her seferinde de salak gibi hüngür zangır ağlarsınız.

Little Ashes (2008) - Salvador Dali

salvador dali'ye resimleri ve görünüşüne bakıp da; "deli, egzantrik bir kişi işte" diyip geçerek o mükemmel sürrealist çizgilerin altındaki isyanı anlayamayanların mutlaka seyretmesi gereken film. aynı cinsiyetteki bir ruh eşinin varlığının yarattığı ikilem, bu çekime karşı koymanın verdiği acı, çeşit çeşit maskelerle geçirilmiş bir hayat... insanın, robert pattinson'dan soğumak bir yana; oluşturduğu karaktere verdiği ruh ve canlılıktan dolayı onu daha da çok takdir etmekten başka bir şey gelmiyor içinden.

Caravaggio (1986) - Caravaggio

derek jarman'ın en stilize ve en iyi filmlerinden birisi. filmde jarman'ın fetiş oyuncularından üçü, nigel terry ve sean bean beyler ve tilda swinton hanımefendi müthiş bir menage a trois oluştururlar. film 1987 yılında istanbul film festivali'nde altın lale için yarışmış ve jüri özel ödülüne layık görülmüştür.

The Mill and The Cross (2011) - Pieter Brueghel

brueghel'in tıpkı bethlehem'de nüfus sayımı resmindeki gibi zamanı başka zamana mekanı başka mekana taşımış olduğu resminin bence aynı güzellikte sinemaya yansıması olmuştur. brueghel'in dehası bana göre hemen yanı başımızda olan hakikati hem göstermesi hem de aynı anda saklayabilmesidir. en merkezde ve fakat en gizli. filmde brueghel ve arkadaşının tuval başındaki konuşması muhteşem ötesidir. her sanat severin mutlaka izlemesi gereken filmdir klişe olacak ama tek defa izlemek yetmez.

Edvard Munch (1974) - Edvard Munch

1974 yapımı film. peter watkins yönetmiş.
oldukça emek harcanmış olan ses ve görüntü montajı, munch'ün psikolojisinin başarılı şekilde yansıtılmış olmasında önemli rol oynuyor. ayrıca film boyunca strindberg gibi, dönemin diğer önemli zatlarını da görme imkanımız oluyor.

Surviving Picasso (1996) - Pablo Picasso

pablo picasso'nun sadece kadınlarla değil, -çocukları dahil- hayatındaki tüm insanlarla olan ilişkilerini başarılı bir şekilde gözler önüne seren film. anthony hopkins'in muhteşem oyunculuğuna karizmatik dora maar'ı canlandıran güzel julianne moore'un da performansı katılınca büyüleyici sahneler ve nefis diyaloglar barındıran ortalama bir film olmuş. ayrıca dünyada en çok sıkıldığım filmlerden biri olan george clooney'li solaris'ten beri sevemediğim natascha mcelhone'u yine sevdirememiş, yine sevdirememiştir.

Mr. Turner (2014) - J. M. William Turner

hiçliğe gittiğini bilen bir ressamın "sun is god" ile ölümü, patetik bir aşka dair "remember me but forget my fate" ile purcell dokunuşu... renklerin şiirselliği ile bezenmiş ve iyi bir oyuncu tarafından kutsanmış film.

Séraphine (2008) - Séraphine Louis

zor yaşam koşullarına rağmen, durmaksızın hislerini tablolara döken, bunun yollarını yaratan, doğa aşığı ressam seraphine'in hikayesini anlatan film. ağaca sarılıp konuştuğu, nehirde şarkı söyleyip yıkandığı sahneler çok hoştu. maalesef hak ettiği hayatı yaşayamamış seraphine'in sonu da, birçok kadın sanatçı gibi akıl hastanesi olmuş. tablolarında genellikle çok fazla renk ve çiçek kullanmış olsa da, karmaşa ve kaos hissi vermekteler. böcekleri, can çekişen, et yiyen çiçekleri akla getirmekte. yolande moreau bu rol için biçilmiş kaftan imiş.

Klimt (2006) - Gustav Klimt

baş döndüren bir yapıt, hem de gerçek anlamda. aslında biyografi tarzı bir şey. beklerken kendimi çılgın ressam klimt'in düşünce ve hayal aleminde buldum, biraz karıştı kafam ama gustav'ın güzelim alegorilerini görmek hoşuma gitti doğrusu, keşke derr kuss isimli tablo da yer almış olsaydı filmde. john malkovich usta bayağı gerçekçi oynamış, ona sakal her zaman yakışıyor nitekim.

Big Eyes (2014) - Margaret Keane

izlenilmesi gereken bir gerçek hayat hikayesi. filmi izlemeden önce amy adams ile christoph waltz ne alaka diye düşündüyordum ama canlandırdıkları karakterlerle gayet uyumlu olmuşlar. çizilen güzel resimleri gördükten sonra resim yapma yeteneği arzusu uyardırmadı değil. böyle güzel bir yeteneğim olsun isterdim.

Love Is the Devil (1998) - Francis Bacon

müzikleri ryuichi sakamoto tarafından hazırlanan filmde, evine giren hırsızla yaşadığı sadomazoşistik aşkı görüntüleyen sahneler bacon 'ın resim sanatındaki lirik anlatıma yaklaşmış... kesinlikle çok doyurucu, daha iyi olamazdı.

Modigliani (2004) - Amedeo Modigliani

muhteşem muh-tee-şeem! bir film.

diyalogsuz geçen sahnelerinde sessiz filmlerde anlatılandan daha çok anlatan, müthiş oyunculukların, göz kamaştırıcı sanatsal çekimlerin insanın başını döndürdüğü film.

kendisine nasıl aşık olduğumu tarif etmeyi beceremediğim için kendimi paralamama da sebep olan filmdir. hay ama yaa...

My Left Foot (1989) - Christy Brown

imkansızlıklar içinde inanılmazın başarılmasını anlatan film. christy brown'u canlandıran daniel day lewis için ne söylenilse azdır. ama en azından şunu söyleyebilirim, sanırım oyunculuk diye buna diyorlar! film gerçek bir yaşam öyküsünü anlatması dolayısıyla herhangi bir filme oranla fazlasıyla etkileyicidir. özellikle filmdeki anne, oğluna olan sonsuz inancı nedeniyle kendine hayran bırakır. 

bu film hakkında benim burda yazabileceğim hiç bir şey filmin güzelliğini anlatmaya yetmez. ne diyebilirim ki izleyin ve bol bol ağlayın...

Pollock (2000) - Jackson Pollock

her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır sözünün filmi. ben beğendim. evet biraz uzun ama asla sıkıcı değil. jackson pollock'un karısı lee için film sonunda sevindim ve aslında derin bir oh çektim pollock için de. güzel bi biyografi ve dışarvurumculuk filmi olmuş. resim sanatı için içerisinde ihtiva ettiği diyaloglar ve güzelim surrealist tablolar için bile görmeye değer. filmde lee'nin emekleri olması gerektiği gibi ön planda. sanatçılar arasında bu tarz dergilerde reklam, eleştiri ve makale işlerinin nasıl döndüğünü iyi vermiş yönetmen ed harris.

Basquiat (1996) - Jean Michel Basquiat

bir biyografi filmi için bana biraz kısa geldi ama aynı zamanda bazı yerleri de gereksiz uzun geldi. müzikleri şahane, özellikle waltzing mathilda çalan yerde de içiniz dağlanıyor. filmin yönetmeni julian schnabel zaten vakti zamanında hem andy warhol ile hem de basquiat ile çalışmış. kadro ise inanılmaz yani elektrikçi willem dafoe, parti konuğu vincent gallo ki büyük başları saymıyorum bile.

Andrei Rublev (1966) - Andrei Rublev

insanı derinden etkileyen bir sanat eseri. benim gözümde sanatın insana verebileceği en özel eserlerden biri. tarkovski sinemanın özünü saniyede 24 kare fotoğrafla ölümsüzleştiriyor. sanatta ulaşılması güç bir işe imza atıyor. filmin sonundaki renkli kareler sizi koltuğa çiviliyor. büyük bir yapbozun deneysel anlatımını izlediğinizi ve bir muammanın mükemmelliğine kendinizi kaptırdığınızı hissediyorsunuz. tarkovski'nin en tinsel filmi olmasa da, gerçek anlamda sanatın özüne ulaşabilmiş en mükemmel yapıtı.

Goya's Ghosts (2006) - Francisco Goya

tarih kitaplarından aşina oldugumuz engizisyon mahkemelerinin neye benzediğini merak edenlerin izlemesi gereken, uzun zamandır beni sinemadan soğutan su saçma filmlerin arasında parlayıp beni yeniden klimatize ortamlara götürmüş güzel film.

The Agony and the Ecstasy (1965) - Michelangelo

charlton heston'un michelangelo'yu oynadığı 1965 yapımı carol reed filmi. muhteşem sistine şapeli'nin sorunlu yapım hikayesini görkemli ama saçmasapan biçimde anlatır. sürekli yapıp bozulan anlaşmalarda, papa'nın ısrarla kira parasını mikelancelo'ya kaktırması filmin en keyifli detayı...

Frida (2002) - Frida Kahlo

önyargıyla gitmeme rağmen üzerimde oldukça etki bırakan, hatta hiç yapmadığımı yaptırıp beni höngür şofurt ağlatan film. hayata herşeye rağmen bu denli tutkuyla bağlı bir kadını izlemek, ot bok yüzünden sürekli depresyona giren birinde ağlatıcı etkiye sebep olabiliyor. müzik ve renkler, onca acıya rağmen sıcacık bir hava, bir canlılık katıyordu filme ki bu da frida kahlo'nun hayatındaki tezatın güzel bir yansımasıydı fikrimce.

Listeyi Sözlük yazarı "immanuelkantinsaygidegerbiryakiini"nın özenli entry'sinden yararlanarak oluşturduk

Bu içerikler de ilginizi çekebilir