Sanat, Felsefe, Politika ve Daha Birçok Konudaki Durumları Açıklayan Az Bilinen Terimler

Sözlük yazarı "telaki" sanat, felsefe, din, sosyoloji, politika, dilbilim ve ekonomi gibi alanlarda yer alan az bilinen terimleri paylaşıyor.
Sanat, Felsefe, Politika ve Daha Birçok Konudaki Durumları Açıklayan Az Bilinen Terimler
iStock.com

sanat, felsefe, din, sosyoloji, politika, dilbilim ve ekonomi'deki kavram ve terimlerle devam edelim. kavramların genellikle ingilizcesini koydum. ayrıca bazı kavramları birden fazla alanın içine yerleştirmek mümkün olduğu için en yaygın olduğunu düşündüğüm alanı seçtim. aynı başlıktaki önceki yazıların linklerini de en aşağıda bulabilirsiniz.

peşin not: bu tanımlar genelde aklımda kaldığı haliyle yapıldığı ve internetten ara sıra yardım alındığı için eksik veya kusurlu olabilir. şimdiden özür dilerim her türlü eksik-gedik bilgi için.

sanat:

epiphany: aniden gelen ilham.

apophasis: retorikte sıkça kullanıldığı için buraya aldım. "rakibimin geçmişteki sabıkalarından bahsetmeyeceğim," diyen birisi aslında çaktırmadan mevzuyu bahsetmek istemediği şeye getiriyor demektir.

15 minutes of fame: andy warhol'un meşhur sözünde geçen ifade. "bir gün herkes 15 dakikalığına meşhur olacak," demişti ünlü şovmen/sanatçı. şöhreti kelebek ömrü gibi kısa olanlardan bu şekilde bahsedilir.

burlesque: bazen abartıya kaçan kaba komedilere verilen isimdir. charlie chaplin filmleri gibi... son zamanlarda yeni anlamlar da (mesela striptiz) eklenmiştir bu kelimeye

eclecticism: her şeyden biraz alıp bazen sentez, bazen de çorba oluşturmaya denir. mimariden, müziğe, resimden, tıbba kadar pek çok alanda kullanılır. eklektik sıfatı, fikirlerini bir ondan bir bundan alanlar için de günlük hayatta kullanılır.

retrospection: geçmişin gözden geçirilmesi, özetlenmesi gibi manalara gelse de, sanatta daha çok "retrospektif" adı altında, bir sanatçının geçmişten bugüne yaptığı eserleri bir araya topladığı çalışmalara denir.

anachronism: anakronizm dediğimiz kelime. bir eserde, o zamana ait olmayan bir objeyi, giysiyi, vs. kullanmak. mesela, kahpe bizans filminde bizanslılarla savaşırken tepeden uçak geçmesi veya hitler'in elinde iphone'la çekilmiş fotoğrafları.

mockumentary: bir olayı ti'ye almak için belgesel tadında yapılan filmlerdir. mesela borat...

b movie: düşük bütçeli, ikinci kalite filmlere verilen genel isimdir. bazı aktör/aktrisler sinema dünyasına ilk bu filmlerle adım atıp sonra yükselir.

found footage: "blair cadısı", "paranormal activity" gibi filmlerin konusunu oluşturan ve bir yerde bulunan kamera kaydına dayalı yapılan filmlerdir. hasan karacadağ da dabbe serisinde kısmen kullandı bu tekniği.

pastiche: eklektik düşünceye yakın bir uygulamadır. bir veya birden fazla sanatçının tarz ve düşüncesini alıp ortaya bir eser çıkarmaktır. tarantino'nun kill bill'i genelde buna misal olarak verilir.

felsefe:

brain in a vat: beynin yaşamaya devam edebileceği bir sıvının içine konup günlük hayattaki sinyaller gönderildiğinde hissedeceği gerçeklik algısının şu anki hissettiğiyle aynı olduğu iddiasına dayanan bir düşünce deneyidir. tabi buradan yola çıkarak kimileri algılarımızın haricinde hiçbir şey olmadığını her şeyin beynin sinyallerle oluşturduğunu iddia ederken, kimisi de buradan metafiziğe ve tasavvufa kapı aralar. matrix filmi büyük ölçüde bu düşünceye dayanır (tabi yan düşünce de bol miktardadır.

anthropomorphism: antropomorfizm. insan özelliklerinin doğa varlıklarında aranması veya tanrı'nın insan suretinde düşünülmesidir. ancak şu anda bilhassa sinemada yaygınca kullanıldığını görüyoruz. mesela, çizgi filmlerde arabaların konuşması veya donald duck gibi insanlaştırılan karakterler...

hermeneutics: hermenötik de denen "yorumbilim"dir. felsefi ve dini metinleri (bilhassa incil) yorumlamanın genel adıdır bir bakıma. tefsir olarak geçen exegesis'ten daha geniş bir kavramdır.

transcendence: "aşkınlık" demektir. bir şeyin aşılıp ötesine geçilmesi, üstünlük kurarcasına geride bırakılması gibi çeşitli anlamlara gelir. bu kavramın tersi olan içkinlik (immanence) kavramını din başlığı altında inceleyeceğiz.

din:

infallibility: yanılmazlık veya günahsızlık anlamına gelir. hıristiyanlık'ta papa'nın dinle alakalı söylediği her şey doğrudur ve papa yanılmazdır. sünni islam'da peygamberlerin tamamı günahsızdır. şii islam'da ise sadece hz. muhammed, kızı fatıma ve 12 imam günahsızdır. bunların hepsine "14 masum" da denir. diğer bütün insanlar (peygamberler de dahil) günah işleme potansiyeline sahiptir. ayrıca 12 imam asla yanılmaz ki bu yönüyle yukarıdaki papa örneğiyle benzerlik gösterir. yanılmazlık değil ama günahsızlık teriminin islam'daki karşılığı ismet oluyor.

shibboleth: bir topluluğu diğerinden ayırt eden kelimedir. hikayesi tevrat'ta geçer. hikayeyi okumak ve ikinci dünya savaşı'nda amerikan askerlerinin aynı tekniği japonlara nasıl uyguladığını görmek için sözlükteki başlığını okumanızı salık veririm.

doubting thomas: görmeden inanmayanlar için kullanılan genel bir tabirdir. incil'de havarilerden thomas hz. isa'nın yaralarına dokunmadığı müddetçe yeniden dirilişe inanmayacağını söyler. hz. isa da yanına çağırıp dokunmasına izin verir. thomas'ın şüpheleri gider; ama hz. isa hafifçe teessüf eder: "ne mutlu onlara ki, görmedikleri halde inanırlar" (yuhanna, 20:29)

immanence: ilahi olanın maddi alemi kapsaması veya bu alemde tecelli etmesi demektir. içkinlik demektir ve transcendence teriminin tersidir. genelde yağın sütün içinde var olup ondan ayrılmaması (ayrılamaması değil) örneği verilir genelde. "yağ sütte içkindir," derler.

gnosis: yaratıcı'nın bilinmesi, tanınmasıyla alakalı bir terim olup islam terminolojisinde marifetullah olarak geçer.

satori: budist terminolojide (bilhassa zen budizmi) "uyanış" manasına gelen bir kelimedir.

bell, book, and candle: eskiden hıristiyanlık'ta aforoz işlemi sırasında önce çan çalıp, sonra incil'i kapatıp mumu söndürürlermiş. öncesinde bir dua okunurmuş tabi. böylece o kişi aforoz edilirmiş. rolling stones'un winter isimli şarkılarında geçer bu ifade mesela.

cult: bazen din sosyolojisinin de kullandığı ve "kült" olarak kullandığımızda genelde filmlerle özdeşleştirdiğmiz bir terimdir. kült aslında girmenin ve çıkmanın zor, bağlılığın ve ibadet/ayinlere katılımın yüksek olduğu grupları anlatmak için kullanılır. sect veya denomination ifadesinden farklıdır. toplumda nispeten "tuhaf" görülür kültler. mesela kıyametin ne zaman kopacağını söyleyip duran gruplar gibi...

kabbalah: tanrı ile insan arasındaki ilişkileri açıklamaya çalışan ezoterik bir yahudi öğretisidir. içinde mistisizm, büyü, vs. vardır. biraz alengirli şeyler olup uzak durulmasında fayda vardır.

vahdet-i vücud: yaratan ile yaratılanın tek olduğunu düşünen akımdır. tasavvuf'ta bolca kullanılır; ama yanlış anlaşılmalara müsait bir kavramdır. bazı tasavvuf ehli, her şeyin allah'ın tecellisi olması manasında kullanmışlardır bu ifadeyi. bazıları ise sekr halinde iken "tek vücut" anlamına gelecek ve o hale özgü bazı cümleler kullanmışlardır. dışarıdan bakıldığında anlaşılması hemen mümkün olmayan bir kavramdır. teori kadar pratik de gerektirir.

vahdet-i şuhud: yaratıcı ile yaratılanın tamamen ayrı olduğunu savunan görüştür. apparentism olarak kullanılır genelde ingilizce'de. her ne kadar varlığı yaratıcı'nın varlığına bağlı olsa da eşya vardır ve varlığı sabittir.

eschatology: eskatoloji, yani kıyametbilim de denir. kıyamete yakın gerçekleşecek hadiselerle ilgilenen daldır. islami terminolojide eşrat-ı saat ifadesiyle karşılanır.

dilbilim ve ingilizce ifadeler:

allusion: telmih dediğimiz edebi sanattır. mesela, günlük konuşmada "içimizdeki irlandalılar" tabiri, bir iş olmak üzereyken o işi yapan grubun içinden gözüken ama aslında o işi engellemek isteyen kişiler için kullanılır. bu ifadeyi ilk kez mustafa denizli kullanmıştır. kendisi, irlanda ile yapacağımız baraj maç(lar)ı öncesinde milli takmı ölçüsüzce eleştiren ve irlanda'nın ekmeğine yağ sürenleri bu ifadeyle suçlamıştır.

portmanteau: iki kelimenin birleşimiyle oluşan yeni kelimeye verilen genel isimdir. breakfast+lunch= brunch, smoke+fog=smog gibi.

esprit de l'escalier: fransızca "merdivenin ruhu" demektir kabaca. sözlükte güzel bir başlığı olan ifadedir. (bkz: verilecek okkalı cevabın sonradan akla gelmesi).

juggernaut: hintçe'den gelen ve "durdurulamayan güç" anlamında bir kelimedir. güçlü takımlar, ülkeler, ordular için sıklıkla kulanılır.

chutzpah: yiddish'ten (yidce, eski ibranice) gelen ve kişinin başkalarını dumura uğratacak şeyleri büyük bir özgüven ve cesaretle söyleyebilmesine denir ("hutzpa" diye okunur). anne-babasını öldüren birinin hakime "beni salın çünkü öksüz ve yetimim," demesi gibi. yani yüzsüzlük, yavuz hırsız olma durumu hepsi bir arada...

retroactive: en kısa tanımı makabline şamil'dir yani geçmişin kapsanması. mesela "retroactive law" derseniz hukukta, geçmişi de kapsayan yasalardan bahsetmiş olursunuz. yani "geriye dönük işleyen kanun"dur kastedilen.

serendipity: "şans eseri" bir şeyler keşfetme kabiliyeti.

code word: başkasının bilmesini istemediğiniz bir durumu farklı kelimelerle ifade etmek demektir. mesela taksiciler kendi aralarında telsizle konuşurken yolda polis olduğunu söylemek için "yolda petrol sızıntısı var" falan derler. şifreli konuşmak buna dahildir; ama her şifreli konuşan illegal bir şey yapıyor şeklinde anlaşılmamalıdır. mesela bazı hastanelerde code pink uyarısı verildiğinde hastanedeki bebeklerden birinin kaybolduğu anlaşılır.

politically correct: bir önceki yazıda bahsettiğimiz euphemism tabirlerinin kullanılmasını sağlayan ve hiçbir kişi, grup veya kurumu incitmemeyi amaçlayan bir tutumdur. blind (kör) yerine, visually impaired (görme engelli) ifadesini kullanmak gibi. tabi bazen abartıldığı için eleştirildiği de oluyor bu tutumun.

don't shoot the messenger: elçiye zeval olmaz...

amor vincit omnia: latince'dir. kendi çevirimle "aşk her daim galip gelir". ingilizcesi "love conquers all".

caveat emptor: alıcının dikkatli olması gerektiğini bildiren söz. "let the buyer beware".

sosyoloji:

bible belt: amerika'nın güneydoğusundan teksas'a kadarki coğrafyayı kapsayan, kiliseye gitme oranının, muhafazakarlığın en yüksek olduğu, cumhuriyetçi parti'nin bir nevi oy deposu olan bölgedir. bizdeki sahil şeridi gibi orada da "incil şeridi" var.

sacred–profane dichotomy: durkheim'ın ileri sürdüğü bir ikili durumdur. durkheim, dinin kutsal ve profan (islami terminolojide masiva veya malayaniyet tabiri kulanılır) olarak iki alandan oluştuğunu söyler. kutsal alan ibadetler, ritüeller, kurallarla alakalıdır. profan ise kişinin gündelik kaygıları, dinin haricinde kalan plan-programlarını ifade eder.

baby boomers: amerika'da 2. dünya savaşının ertesinde doğanlara (genellikle 1960'ların ortalarına kadar) ve bu kuşağa verilen isimdir. bu isim, insanların savaşın ertesinde çok çocuk yapmaya özendirilmesiyle yakından ilgilidir.

generation x: 60'ların başı ile 80'lerin başı arasında doğanlara verilen ve baby boomers'tan sonra gelen kuşaktır.

generation y: diğer ismi millenials olan kuşaktır. 80'ler ile 2000'ler arasında doğan kuşak olup pazarlamacıların günümüzde üzerinde en çok kafa patlattığı kuşaktır. interneti kullanan, dijital çağa özgü zevkleri olan bu kuşaktakilere yönelik reklam stratejileri üretilir.

bu üç kuşağın öncesinde ise sırasında silent generation (1925-42 arası doğup kore ve vietnam savaşı'nda savaşanlar), greatest generation (1900-25 arası doğmuş ve 2. dünya savaşı'nda savaşmış kuşak) ve lost generation (1883-1900 arası doğup 1. dünya savaşı'nda bulunanlar) vardır.

sousveillance: yukarıdan aşağı gözetlemeyi ima eden surveillance kavramının aksine aşağıdan yukarıya gözetlemeyi ifade eden bir terimdir. kişiler kendilerini veya otoriteyi gözetler bu vesileyle.

politika:

casus belli: türkçe gibi gözüken bu kelime, (kasus belli diye okunuyor) "bu bir savaş sebebidir" diyerek bir ülkenin bir diğerine meydan okuduğunda kurulan cümlede geçen "savaş sebebi" ifadesidir.

bellwether: trendleri belirleyen anlamında bir kelimedir. mesela, amerika'daki başkanlık seçimlerinde nevada eyaleti bir kez hariç bütün seçimlerde başkanın seçildiği partiye oy vermiştir çoğunluk yönüyle. yani nevada'da hangi parti kazandıysa başkan da yine o partiden çıkmıştır. bizdeki karşılığı acaba istanbul mudur yoksa orta anadolu'dan bir şehir midir araştırmak lazım.

pogrom: rusya'da yahudiler'e uygulanan soykırıma verilen isim. hitler'in yaptığına ise biliyorsunuz holocaust deniyor. pogrom ayrıca herhangi bir ülkedeki dini veya etnik azınlıklara yönelik saldırılar için de kullanılıyor. mesela, türkiye'deki 6-7 eylül olaylarındaki yağmalamalar gibi.

maverick: sıradışı, asi manasında bir terim. genel kurallara uymayan, çıkıntı politikacılar için kullanılır. hikayesi ilginçtir. samuel maverick denen adam atlarını damgalamazmış. o yüzden de o tür atlara "maverick" denmeye başlanmış.

bicameral: iki meclisli sistem. 1960-1980 arasındaki türkiye, meclis ve senato'dan oluşan amerikan kongresi (congress) ve avam ve lordlar kamarası'ndan oluşan ingiliz meclisi gibi.

unicameral: tek meclisli siyasi sistem. şu anki türkiye, fransa, isveç, vs.

tory: ingiliz sisteminde (bilhassa 18.-19. yüzyıl) muhafazakarlara verilen isim.

whig: tory'lerin karşısındaki liberal gruba verilen isim.

realpolitik: almanca kökenlidir. ideallerin değil de günün gerçeklerinin ışığında geliştirilen politikalara verilen isimdir. şu anda en iyi uygulayanın abd olduğu barizdir.

impeachment: abd sisteminde meclis'in başkan'ı (veya diğer devlet memurlarını) görevden alması demektir. nixon görevden alınacakken kendisi istifa etmiştir. clinton da lewinsky olayından ötürü görevden alınmaktan son anda yırtmıştır.

filibuster: sırf bir kanun geçmesin diye saatlerce konuşup meclis kürsüsünü işgal etmek.

plutocracy: plütokrasi. zenginlerin yönetimi kontrolünde tuttuğu idare şekli. "cracy" son ekiyle biten birçok yönetim şekli var. bunlar da araştırılabilir.

ekonomi:

sunk cost: "batık maliyet" demektir. mesela bir film cd'si alırsınız ama izlemeye başlayınca beğenmezsiniz. işte bu durum batık maliyet oluyor. "para verdim bari hepsini izleyeyim" dediğinizde ise "sunk cost fallacy" denen duruma düşülüyor.

laissez-faire: fransızca "bırakınız yapsınlar" anlamına gelen ve ekonomide liberal görüşün ve serbest piyasa ekonomisinin temelini oluşturan sözdür. aslında devamı da vardır: laissez-passer (bırakınız geçsinler).

rational choice theory: "rasyonel seçim teorisi" olarak çevrilen, ekonomi'de ortaya çıktıktan sonra sosyoloji'nin de bolca kullandığı bir terimdir. insnaların seçimlerini rasyonel bir şekilde yaptığı öngörüsüyle hareket eden bir teoridir. mesela kişi akşamları ekstra ders, kurs, vs. alarak yani vaktini sınıf ortamında geçirip daha çok ödev yaparak uzun vadede daha yüksek maaşlı bir işe girmeyi ümit eder. veya kişi öteki dünyayı düşünerek bu dünyada ibadet eder, hayırda bulunur, vs. tabi her zaman insanlar rasyonel tercihlerde bulunmuyor orası ayrı bir mesele. dolayısıyla bu kavramı "farazi" olarak düşünmek lazım.

Yazarın daha önce aynı konuyla ilgili diğer bir yazısı: