Sinemaya da Uyarlanan Starship Troopers Romanı ve Filmi Arasındaki Tematik Farklar

Robert Heinlein'ın Kasım 1959 tarihli ünlü bilim kurgusu Starship Troopers, 1997'de sinemaya uyarlanmış ve ortaya fena olmayan bir sonuç çıkmıştı ancak her uyarlamada olduğu gibi kitabı okuyanları üzen şeyler vardı filmde.
Sinemaya da Uyarlanan Starship Troopers Romanı ve Filmi Arasındaki Tematik Farklar
Uyarı: Makul miktarda da olsa spoiler içerir.


starship troopers, kitabı ile resmen kel alaka bir filme sahip robert anson heinlein eseridir. spoiler verme riskini göze alarak niye bunu dediğimi temellendirmeye çalışacağım.

en başta şunu kabul etmek lazım, filmin yönetmeni paul verhoeven kitabın aslında temeli olan militarizm savunusunu güzel vermiş ama kitapta "militarizm iyidir çünkü..." diye bir temellendirmeye gidilmişken filmde bunu göremiyoruz. açıklayayım hemen kitaptan bazı bölümleri çevirerek. en başta oy vermek ve devlet içerisinde görev almak için askeriyeden terhis olmuş olmak gerekmektedir. kitapta bu yüzden insanlar asker olurlar ancak bunun niye böyle olduğunu ilerleyen sayfalarda açıklar.

en başta, kitapta tarih ve ahlak felsefesi derslerine giren bay dubois hakkında hemen ikinci bölümde şöyle bir bölüm okuruz. okul bitmek üzeredir, kahramanımız juan rico ve arkadaşları mezun olacaktır ve son derste öğrencilerden birisi:

"annem şiddetin hiçbir şeyi çözmediğini söyler" der. dubois "yani?" diyerek cevaplandırır:

"eminim kartaca'nın kurucuları bunu bilmekten mutlu olurlardı. niye annen onlara bunu söylemiyor, niye sen söylemiyorsun?"

kız, kızarak kendisiyle dalga geçtiğini ve kartacanın yok edildiğini söyler. dubois devam eder:

"bunun farkında değilmiş gibi davranıyorsun. bunu bildiğine göre şiddetin onların kaderlerini gayet kesin bir biçimde tayin ettiğini söyleyemez misin? ancak kabul etmek lazım, burada seninle değil bu fikirle, 'şiddetin hiçbir şeyi çözmeyeceği' doktrini ile dalga geçiyordum. napolyon bonapart'ın ve wellington dükünün ruhunu çağırıp tartışmalarını sağlamak lazım aslında. hitler'in hayaleti hakem olur ve jüri de dodo, büyük auk ve yolcu (posta?) güvercini olabilir. şiddet, saf güç, tarihte birçok konuyu diğer faktörlerle kıyasla daha kesin bir biçimde çözmüştür ve aksini düşünmek safdillilikten başka bir şey değildir. bu temel gerçeği unutmuş olan canlılar bunun bedelini hep canları ve özgürlükleri ile ödemiştir." diyerek bitirir.

şimdi burada biraz olsun yazara değinmek lazım, bildiğiniz (veya bilmediğiniz) üzere heinlein donanmadan sağlık sebepleri ile terhis edilmiştir. ve özellikle bu romanı yazdığı ilk dönemlerde askeri düşünce yapısının izlerini romanlarında görürüz. bu yüzden bu şekilde bir düşünce örüntüsü ile yazması çok da şaşırtıcı değildir.

Robert Heinlein.

tekrardan romana dönelim

filmle kıyasla romandaki evrende askeriye öyle iki el ve ayakla yardırarak giden bir yapılanma değildir. hatta bunu şöyle eleştirir yine ikinci bölümde, rico ve arkadaşları askere kayıt olmaya giderler ve oradaki görevli asker onlara şöyle der:

"çoğu insan (asker olmak için) iki el ve ayağın ve ortalama bir zihin kapasitesinin olmasını yeterli görür. (...) belki julius caesar'ın zamanında bu yeterli bir kriterdi. ama günümüzün askeri o kadar donanımlıdır ki başka bir meslekte ustalık seviyesine gelebilir bu çabayla; yani aptalları alamayız..."

gerçi bunu der, ama daha sonra sağlık kontrolünde doktorların başvuranları reddetmesinin mümkün olmadığını okuruz. yani eğer adam tekerlekli sandalyede gelse de edeceği yemini anladığı sürece sorun yoktur. tek sıkıntı daha sonra bu adama kendine göre, heinlein burada kırkayağın bacaklarını sayma örneğini verir, bir görev verilir. tabii burada bunun bir roman olduğunu, sosyolojik bir çözüm üretme kitabı olmadığını hatırlamamız gerekir.

Rico

dördüncü bölümde juan rico eğitim kampına yollanır

buradaki eğitimi oldukça zorludur, ama heinlein anlatıcının ağzından bu eğitimin kasıtlı bir biçimde zorlu olduğunu, başarısız olanları elemek için böyle yapıldığını söyler. beşinci bölümde bu eğitim bitmiş ve elenenler elendikten sonra kalanlara ciddi eğitim verilmeye başlanmıştır. bıçak eğitimi yapmaktalarken hendrick adındaki bir piyade "neden" diye sorar. eğitim çavuşu zim şöyle bir yanıt verir:

"diyelim ki elinde sadece bir bıçak var, hatta o bile olmasın. (karşında tepeden tırnağa silahlanmış bir adam varken) ne yapacaksın? son duanı edip ölecek misin yoksa bir şekilde onun ölmesini mi sağlayacaksın. evladım, bu gerçek dünya, çok geride kaldığını fark ettiğinde terk edebileceğin bir dama oyunu değil."

"ama efendim ben de tam olarak bunu söylüyorum. diyelim ki silahlı bile değilsiniz veya diyelim ki bu bıçaklardan birisi var sadece. ve karşınızdaki adamın her türden tehlikeli silahı var. yapabileceğiniz hiç bir şey yok ki; saldırdığınız anda öleceğiniz kesin."
zim durur ve kibarca şöyle der: "evlat, olayı tamamen yanlış anlamışsın. 'tehlikeli silah' diye bir şey yoktur."

"nasıl yani, efendim?"

"tehlikeli silah yoktur. sadece tehlikeli adamlar vardır. biz size tehlikeli olmayı öğretmeye çalışıyoruz - düşmana karşı tehlikeli olmayı yani. bıçaksız da tehlikeli olmayı, bir el veya bir bacağa sahip ve hala canlıyken ölümcül olabilmeyi öğretmeyi deniyoruz. eğer ne dediğimi anlamadıysan kamp kütüphanesindeki (...) kitaplarını oku. ama ilk söylediğin olayı ele alalım. diyelim ki ben senim, ve senin sahip olduğun tek şey bir bıçak. arkamdaki şu hedef ise hidrojen bombası hariç her şeye sahip bir düşman. onu etkisiz hale getirmek zorundasın ve bunu sessizce yapmalısın." bıçağı arkasındaki hedefe atar ve vurur. ama hendricks'in sorusu devam eder:

"efendim, düşmanın hidrojen bombası hariç her şeye sahip olduğunu söylediniz ama zaten olay da bu. adamın hidrojen bombası var. yani en azından bizim var ve eğer düşman bizim gibiyse..."

"seni anlıyorum" der ve birkaç paragraf sonra şöyle devam eder bu diyaloğa,

"sorduğun sorunun cevabı bir çavuşun vermeye yetkili olduğu bir yanıt değil. ama kendi görüşlerimi vereyim. bir bebeğe ders vermeye çalışırken kafasını keser misin?"

"hayır efendim?!"

"tabii ki kesmezsin. aynı şekilde bir düşman şehrini hidrojen bombası ile yok etmek de bir bebeğe baltayla vurmak gibi olabilir. savaş sadece şiddet ve öldürme değildir; savaş bir amaç için yapılan kontrollü şiddettir. savaşın amacı devletinin kararlarını güç ile desteklemektir. amaç düşmanı sadece öldürmek için öldürmek değil... sadece onun senin yapmanı istediğin şeyi yapmaya zorlamaktır. öldürmek değil, kontrollü ve amaçlı şiddet. ama bu amacı veya kontrolün kararı senin veya benim vereceğim bir karar değildir. bir askerin işi ne zaman, nerede, nasıl ve neden savaştığını bilmek değildir. devlet adamları neden ve ne kadara karar verir, generaller oradan nerede, ne zaman ve nasıl'ı söyler. biz şiddeti sağlarız, diğer 'yaşlı ve bilge kafalar' kontrolü sağlar" der.

burada heinlein'in claseauwitzyen bir bakışa sahip olduğu sonucunu çıkartabiliriz esasen. "savaş, politikanın devamıdır" sözü ile çok uyuşan bir pasaj diyebiliriz.


gelelim 7. bölüme

bu bölüm tamamen heinlein'ın bu kitabındaki evrende olan mobile infantry'sinin savaşa gittiği zırhını açıklamaya ayrılmıştır. filmdekine ters olarak m.i. warhammer 40k'daki space marinelerin power armor'una benzer bir şeyle savaşa gider. dropship'leri yoktur, piyadeler uzay gemisinden gezegene atılırlar. zırhları onların bedenlerinin tepkilerini mislice arttıran bir araçtır sadece. nükleer bombacıklar taşıyabilir, makineli tüfek, roketatar, alev makinesi gibi araçların hepsini üstünde tutabilirler. dolayısıyla böceklerle savaşırken kumaş bir kıyafetleri yoktur.

ve 8. bölüm

burada rico eğitim öncesinde kaçan ve kaçtıktan sonra bir bebeği öldürdüğü için askeriye tarafından idam edilen bir askerin ardından geçmişi düşünür ve yine bay dubois'in verdiği tarih ve ahlak felsefesi dersinden bir bölüm paylaşır bizimle. şöyle başlar:

"yirminci yüzyılda bay dubois'in anlattığı üzere suç oranları o kadar yüksekti ki dillinger'in işlediği suçlar köpek dövüşleri kadar yaygınmış.
'kanuna uyan insanlar' demişti dubois 'geceleri parka çıkmaya bile korkarlardı. çünkü çıkmak zincirler, bıçaklar, evyapımı silahlar ile donanmış çocuklar tarafından saldırıya uğrama riskini göze almak demekti. yaralanacak, soyulacak ve hatta hayat boyu sakat kalacak veya öleceklerdi. bu senelerce russo-anglo-amerikan müttefikliği ile çin hegemonyası arasındaki savaşa kadar böyle devam etti. cinayet, uyuşturucu bağımlılığı, sahtecilik, saldırı ve vandallık yaygındı. ve bu olaylar sadece parklarda yaşanmıyor, gündüz gözüyle sokaklarda, okul bahçelerinde ve hatta okulun içinde bile olabiliyordu. ama parklar o kadar güvensizdi ki dürüst insanlar karanlık olduktan sonra özellikle uzak duruyorlardı.'"
burada öğrencilerden birisi şöyle bir soru soruyor:

"peki bay dubois, polis yok muydu, peki ya yargı?"

"olmaz mı, şu andakinden daha fazla polis ve yargıç vardı ve hepsi aşırı çalışıyordu."

"o zaman anlamıyorum, eğer bizim kentimizde bir çocuk böyle bir şey yapsa hem o hem de babası kırbaçlanır." der rico. bunu dedikten sonra dubois ona dönerek:

"bana genç suçluyu tanımla o zaman" der.

"eee, bahsettiğiniz insanları döven çocuklar?"

"yanlış!"

"aa.. ama kitap öyle diyor?"

"özürlerimi sunarım. kitabın öyle diyor doğru ama bir kuyruğa 'bacak' demek gibi bir şey bu. genç suçlu terimler arasında bir çelişkidir, ve bu çelişki o zamanki yaşanan sorunu anlamak ve niye çözemediklerini bulmak için ipucu verir bize. hiç bir köpek yetiştirdin mi?"

"evet efendim"

"eve kaka yapmamaya alıştırdın mı onu (housebreak)"

"eee... sonuç olarak evet efendim."

"peki köpek yavrusu hata yaptığında ona hiç kızdın mı?"

"ne? niye ki? daha bir yavru olduğundan daha iyisini bilemez ki?"

"peki ne yaptın?"

"kızdım, kakasına burnunu soktum ve tokatladım"

"sözlerini anlamamıştır herhalde?"

"tabii ki ama ona kızgın olduğumu sanırım farketmiştir!"

"ama kızgın olmadığını söylemiştin?"

"hayır ama onun öyle düşünmesini sağlamak zorundaydım. öğrenmeliydi değil mi?"

"kabul. ama memnuniyetsizliğini ifade ettikten sonra onu dövecek kadar niye zalimleştin ki? zavallı yaratığın daha iyisini bilmediğini kendin söyledin. ama acı verdin, açıkla bunu! yoksa bir sadist misin?"

"bay dubois, bunu yapmak zorundasınız ki! kızarsınız ki başının belada olduğunu bilsin, kakasına burnunu sürtersiniz ki niye kızıldığını anlasın ve tokatlarsınız ki bir daha yapmasın. ve bu suçu tazeyken yapılması gereken bir şey. daha sonra yaparsanız sadece kafasını karıştırırsınız..."

buradan tekrardan genç suçlulara döner konu:

"bahsi geçen köpek yavrusunu unutmayalım. bu çocuklar sıklıkla yakalanıyordu, polis her gün düzinelercesini tutukluyordu. kızılıyor muydu bu çocuklara? hem de nasıl! peki burunları suçlarına sürtülüyor muydu. nadiren. haber kaynakları ve resmi görevliler çoklukla adlarını gizli tutuyorlardı. peki ya cezalandırılıyorlar mıydı? kesinlikle hayır."

daha sonra şöyle bir konuşma geçer bu bağlamda:

diyelim ki köpek yavruna sadece kızdın, asla cezalandırmadın eve kaka yapmasına izin verdin ve sıklıkla arka bahçendeki kulübeye onu belli bir süre kitleyip çıkartırken bir daha yapmamasını söyledin. daha sonra bir gün onun yetişkin bir köpek olduğunu farkedip hala eve kaka yaptığını görünce tabancanı çıkartıp onu vurdun. yorum lütfen?"

"bu hayatımda duyduğum en çılgın köpek yetiştirme biçimi efendim!"

"veya bir çocuk yetiştirme biçimi, katılıyorum. peki buradaki suç kimin olur"

"benim sanırım..."


şimdi heinlein'ın en başta bahsettiğimiz, devlet adamlarını niye askerliğini yapmış adamlardan seçtiğini temellendirmeye geliyoruz

rico birkaç harekata katıldıktan sonra subay okuluna yazılma hakkını elde eder ve yazılır. burada da tarih ve ahlak felsefesi dersi vardır. derslerin bir tanesinde şöyle bir konuşma geçer:

"bay salomon, bana devlet adamlığının niye terhis olmuş gazilere verildiğini ne tarihsel veya teorik olarak değil de pratik bir biçimde açıklayabilir misiniz?"

"çünkü seçilmiş adamlar olduklarından efendim, daha akıllılar"

"saçma!"

"efendim?"

"çok mu uzun geldi bu kelime? bunun aptalca bir sebep olduğunu söyledim. hizmet veren adamlar, sivillerden daha akıllı değillerdir. hatta çokluk sivillerin daha akıllı olduğu söylenebilir. (...)"

"daha disiplinliler?"

"üzgünüm, ama gerçekler tarafından desteklenmeyen başka bir nosyon bu. sen ve ben askerde olduğumuz sürece oy veremiyoruz ve askeri disiplinin, askeriye sonrasında devam ettiğini kanıtlayamıyoruz; gazilerin suç oranı sivillerin oranı ile aynı. ve unuttuğun nokta barış zamanında gazilerin savaş görmeyen yardımcı hizmetlerden geldiği ve askeri disiplini tamamen görmedikleri. ancak oyları yine de sayılmakta."

heinlein bu noktadan sonra tarihteki devlet biçimlerine değinir ve şöyle özetler:

"tüm sistemler oy vermeyi onu adil bir biçimde kullanacağına inandığı kitleye sınırlayarak (bilge bir yöneticiyi seçmeyi) sağlamaya çalışır. 'tüm sistemler' diyorum çünkü 'sonsuz demokrasi' diye adlandırılan sistemler bile yaş, doğum yeri, gelir vergisi, suç kaydı gibi kriterlerle nüfuslarının neredeyse çeyreğini oy veremez olarak görür."

der ki heinlein, dersi veren binbaşı reid'in ağzından, "bizim sistemimizde her oy veren ve seçilen kendi faydasını grubun önüne koyan zor bir hizmetten kendi istekleri ile geçmiş birisidir. ve bu tek pratik farktır." şimdi, bu ne kadar doğrudur bilemiyorum. sonuçta bu bir bilimkurgu romanı ama belli bir ütopya dahilinde konuşan ve kendi argümanlarını savunmaya çalışan bir roman.

filmi ile kıyasla daha derin bir argümantasyonu var (yani ne kadar derinse artık). filminde "heyoo ekşın, heyoo böcek, heyooo meme" şeklinde bir hollywoodsal içi boşaltmaya uğrasa da kitabı daha çok bir ideolojik eser gibi okunmakta, onu belirteyim.

teşekkürler.

Kült Bilim Kurgu Blade Runner'ın Baş Karakteri Deckard Bir Replicant mıydı, Değil miydi?

Bilim Kurgu Edebiyatı Başlıca Yazarlarının Okunması Gereken Başlıca Eserleri