Sivas Katliamı: 2 Temmuz 1993 Günü Sivas'ta Neler Yaşandı?

2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından organize edilmiş olan Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Türkiye siyasi tarihinin en büyük, en utanç verici katliamlarından biri yaşandı.
Sivas Katliamı: 2 Temmuz 1993 Günü Sivas'ta Neler Yaşandı?

ülkemizin ve insanlarımızın gerçeklerini gözler önüne seren katliam. yakın tarihimizin en acı ve çarpıcı anlarını o gün kimisi televizyonda izledi, kimisi yeni öğreniyor, kiminin ise daha uzun süre haberi bile olmayacak. ama bazıları var ki, dumanın ve alevlerin arasında canlarının derdine düşmüş, bir hiç uğruna yaşamlarından edilmeye çalışılmış insanlardı.. bazıları ise belki de o an ne yaptığının bile farkında olmayıp, cehaletin ellerine teslim olmaya itilen; ölümün, can almanın, bir insanın ertesi gün uyanamayacak olmasına sebep vermenin ciddiyetini kavrayamamış insanlardı.

o gün hatta bizim ülkemizde geçen herhangi bir gün olanlar, öncesi ve sonrasıyla, hoşumuza gitsin ya da gitmesin, bizim siyasal görüşümüzü temsil etsin ya da etmesin, inancımıza göre caiz olsun ya da olmasın.. bu acı, bizim ülkemizde, bizim insanlarımıza, yine bizim insanlarımızdan yaşatıldı.

malesef, demokrasi çığlıkları atarak hak aradığını, desteğini aldığı kitlelerin tercümanı olduğunu iddia eden büyüklerimiz ve insanlarımız her zaman oldu ve attıkları o demokrasi çığlıkları, bir başkasının takatsizce fısıldadığı imdat çağrısını bastırsa bile, başkalarının fikirleri sırf "bizim" fikirlerimizle örtüşmediği için kulak arkası edildiyse bile güzel ülkemizde buna demokrasi dendi. korkarım daha da çok denecek..

artık o kadar alıştık ki, bu durum malesef herkese eskisi kadar kötü ve anormal gözükmüyor. kendini yavaş yavaş kabul ettirdi. kötülük olduğu apaçık ortada olan durumlar, norm kabul edildi, meşru kılındı. yine bizim tarafımızdan..

işte bu alışılagelmişlik, o gün sivas'ta "sivas, aziz'e mezar olacak" diyerek aziz nesin'in ölümünü isteyenlerin, "müslüman türkiye" diye bağıranların, "kahrolsun laiklik" diye slogan atanların aslında ne denli tehlikeli olduğunu anlamakta güçlük yarattı. orda sadece maça gider gibi "sivas aziz'e mezar olacak" diye tempo tutulmuyordu. kim olursa olsun, bir insanın ölümü isteniyordu. ölümün ciddiyetini kavrayamayanlar tarafından, "dinsizliğin" cezası böylece kesilmek isteniyordu. gazeteler, manşetlerinden veriyolardı "kafir" aziz nesin'in kente geleceğini. bu ortamda anlayamadık ölüm isteyenlerin ne denli kararlı olduğunu. çünkü ülkemiz ne ölümlere sahne olmuştu.. "kahrolsun laiklik" diye kendinden geçenler o gün belki sana-bana değil, "dinsiz"e saldırıyorlardı. ama biz, "biz" gibi hissedemediğimiz için bu şovenizmin ucunun sonunda kendimize dokunabileceğini farketmek istemedik. "bana dokunmayan yılan"dı işte bu, ta kendisiydi. o gün sivas'ta "ya islam, ya ölüm!", "allah için dinsizleri gebertin" diye bağırıyordu.

Madımak Oteli yanarken atılan ''Sivas Aziz'e Mezar Olacak!'' sloganları

evet, aziz nesin kendini müslüman hissetmediğini saklamayan fakat "ben müslümanlardan hiçbir zaman rahatsız değilim ki. müslümanlar da benden olmasınlar. ben mecbur değilim müslüman olmaya ama müslümanlara ve tüm dinlere saygım var." diyen birisiydi. kabul etmek lazım ki bu herkesin hoşuna gidecek bir açıklama değil. ama sonuçta o bir insandı. kendi insanlığının sınırlarını zorlayan öfkeli kalabalık tarafından ona "sen niye bize saldırıyorsun?!" deniyordu. keşke o kadarıyla kalsa..işte bu dini çatışma sonucu bir insanın ölümü istendi. can almak çözüm zannedildi.


o gün sivas'ta kardeşlik ve huzur temennisiyle toplanan ozanlar, yazarlar, şairler; güne halaylarla, kitap fuarlarıyla, şiir dinletileriyle başlamışlardı. bir yanda bu görüntüler varken, diğer yanda valinin ofisi taşlanıyor ve “ozanlar heykeli” tahrip ediliyordu. halk, kendi kültür mirası olarak görmesi gereken ozanlar heykelini yerle bir etmenin peşindeydi. polis.. elbette ordaydı. fakat kentteki kolluk kuvvetlerinin gücünün ve sayısının, kalabalık karşısındaki acizliğini tasvir etmek kelime ziyanı olurdu. kalabalığın ezip geçtiği sokaklardaki bir vatandaşın da dediği gibi:

"polisin bu konuda bizzat olayı hazırlayan bir tutumu oldu. bunu gözlemledim. isteseler gerekli önlemi alabilirlerdi. yeteri kadar önlem almadılar, bilerek olayı hazırladılar ve bizzat saldırının önünü açtılar."


asker de oradaydı. çok şükür sivas'ın telsizi, telefonu, her imkanı, can alınmasını önleyebilecek yardım çağrısını yapmaya yeter düzeydeydi. fakat, 10,000 kişiye yaklaşan kalabalığa karşı, dalga geçer gibi 40-50 kişilik bir birlik gönderince içlerindeki en cesur, en dürüst erin bile nutkunun tutulduğuna eminim. kalabalığın yaratabileceği yıkımı sezip, megafonla "ben emniyet teşkilatından değilim, sizlerin bir kardeşinizim. allahınızı seviyorsanız artık dağılalım, yeterli tepkiyi gösterdik" diye çağrı yapanlara bile kulak asılmıyordu. belli ki ölüm, tek çareydi.

işte böyle bir ortamda o megafondan "gazanız mübarek olsun!" sesi yükseldi.

Madımak yanarken çaresizce otelin merdivenlerinde bekleyen üç şair: Metin Altıok, Hasret Gültekin, Behçet Aysan

bu "izin" nitelikli, sırt sıvazlayan hareketten sonra tek engel o 40-50 kişilik ufak birlikti. müdahele etmeye çalıştıkları anda öfkeyle "asker bosna'ya!" diye kovulan askerler, vazgeçip geri çekilmek durumunda kaldıklarında "en büyük asker bizim asker" nidaları ile uğurlanıyorlardı, hem de coşku ile. çünkü artık her şey hazırdı. orda "halk iradesi"ni o binlerce kişi, "devlet"i "gazanız mübarek olsun" diyenler, "kolluk kuvvetleri"ni ise aciz kalıp geri çekilmeye mecbur olanlar temsil ediyordu. halkın da, devletin de, askerin de tutumu artık bu ölüm izninin çıktığını işaret ederken, ilk ateş yakıldı.

ateş, yıkım, acı ve ölüm korkusu, otelin içindeki onlarca insana ızdırap çektirirken dışarda alkışlanıyordu. can havliyle otelin çatısından yandaki binaya atlayanlar, büyük birlik partisinin ilçe başkanlığında olduklarını kurtuldukları zannedip sopalarla dövülünce anladılar.
bu kaosun ortasında tek bir itfaiye aracı bile yokken, "itfaiyeciler de isteksiz" diyebilen devlet büyükleri bulunurken, mucize eseri gelen itfaiye kamyonunun uzattığı merdivene tutundu aziz nesin. can havliyle.. onu aşağı indirmeye çalışanlar, aziz nesin olduğunu bilerek değil, mahsur kalmış bir komiser olduğunu sanarak bu "insani" hareketi yapıyorlardı. onlar da yarıyolda anladılar yardım ettiklerinin aslında öldürmek istedikleri olduğunu. refah partisi'ne mensup cafer erçakmak'ın "kurtarmayın, esas öldürülecek hayvan burda!" haykırışları ile aziz nesin itfaiye merdiveninden yere atıldı. tekme ve yumrukların, ölümün arasına..


işte o gün sivas'ta ne olduysa,bunu bizler yine bize yaptık. ve yarın 17. yıldönümünü bazılarımız acıyla, bazılarımız ise farkında bile olmadan yaşayacak.

sağını-solunu, alevisini-sünnisini, inançlısını-inanmayanı ve bunun gibi onlarca kamplaşmayı bırakmak için treni çoktan kaçırdık ama yine de yazmadan edemiyorsun. umut işte, insanlık hali..


edit: biraz geç oldu ama bir de bu var tabii http://www.radikal.com.tr/…04.07.2011&categoryid=97

Olay sonrası siyasiler ne demişlerdi?

içişleri bakanı mehmet gazioğlu; "olaylara heykel (pir sultan abdal) neden oldu."

tansu çiller; "çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir."

tansu çiller; "olayı bu kadar büyütmek yanlış, bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilirdi."

süleyman demirel; "olay münferittir. ağır tahrik var. bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş."