Sosyal Medya ile İyice Coşan Olay: Yeni Nesil Annelerdeki "Çocuk Doğurdum" Şımarıklığı

İstisnasız herkesin denk geldiği bu şımarıklık hakkında Sözlük yazarlarının çok isabetli tespitleri var.
Sosyal Medya ile İyice Coşan Olay: Yeni Nesil Annelerdeki "Çocuk Doğurdum" Şımarıklığı

hamilelik dönemi, çocuk doğurmak, anne olmak elbette ki dünyanın en zor ve en kutsal şeylerinden biri. bunun için kimsenin seni takdir etmesine gerek yok, kadının kendi içinde bu kıvancı ve mutluluğu duyuyor olması gerekir zaten.

burada bahsedilen durum ise temelde asla "çocuk doğurdum" şımarıklığı değil, ele güne karşı "ben ne kadar mükemmelim"i gösterme çabasıdır aslında. bu iş çocuk doğurmadan çook çok önce başlar, çocuk bunun nirvanasıdır artık.

üniversiteye gider, ışık hızıyla giyimi kuşamı, saçı başı makyajı, yürüşüyü hali tavrı değişir, çünkü bunu bekliyordur uzun zamandır dört gözle. sonra okul kantininde, kampüs çimlerinde zilyon tane fotoğraf çektirmeyle başlar, birinde sağdan bakar birinde soldan bakar, birinde sağ elini beline koyar birinde sol elini, sonra bir bakmışsın badegül "kampüste keyif" albümüne 107 fotoğraf eklemiş.

bir sevgili bulur, soran sormayan herkese onu anlatmaya başlar, dünyanın en yakışıklı en romantik en düşünceli erkeğidir o, her türlü kaprisine katlanır hiç ses etmez, çocuk onu öyle böle sevmiyordur, her gün elinde çiçekle gelir, mütemadiyen hediye alır, sonra bir bakmışsın pelinsu "romantik aşkitoşumun süprizi :)))" albümüne 87 fotoğraf eklemiş.

sonra evlenmeye karar verirler, bunun tanışması var, istemesi var, sözü var nişanı var, kınası var düğünü var, fotoğraflar, check-in'ler kuaför salonundan başlar, french manikürlü tırnağa yaptırılan nazar boncuğunun fotoğrafı "aman nazar değmesin" yorumuyla hemen paylaşılır, kuaföre düzülen methiyelerle saç makyaj merasimi son bulup düğüne geçilirken bir bakmışsın kezbancan "evlendik :)))" albümüne 750 fotoğraf eklemiş.,

ve işte beklenen an. kızımız hamiledir ve "evli mutlu ve yakında çocuklu :))" diyerek müjdeli haberi eşe dosta yayar. tüm tanıdıklarının midesinin kadar bulandığından, o gün ne aşerdiğinden, ne yediğinden de haberi vardır artık. çocuğun cinsiyeti de belli oldu mu alışveriş temalı paylaşımlara gelinir, her güne bir bebek eşyası olmak üzere paylaşımlar itinayla sürdürülür, doğum öncesi hastanede en az yüz tane fotoğraf çektirmek tabi ki unutulmaz ve o mucizevi an yaşandıktan sonra bir bakmışsın şehriyesu "minik prensim/prensesim" albümüne 1026 fotoğraf eklemiş.

tabi bebeğin kırkı çıkana kadar asla yüzü paylaşılmaz çünkü hanım kızımız nazara çok inanmaktadır, bugüne kadar paylaştığı beşbin fotoğraftan bişey olmaz ama mazallah bebeğin bir fotoğrafıyla her şey yerle yeksan olabilir. bunu telafi etmek için bol bol el ayak resmi paylaşır ilk dönem, sonra yasaklar kalkınca...

bebeğin bir sağdan baktığı, bir soldan baktığı, bir sağ elini bir sol elini havaya kaldırdığı, sıçtığı, kustuğu,üstüne yemek döktüğü, ağladığı, güldüğü milyon tane fotoğraf paylaşmaya devam edecek ve aralarda "anne olmak çok zor iş", "gene uykusuz kaldım", "çocuk da yaparım kariyer de", bittim tükendim tandanslı yorumlarda bulunmayı asla ihmal etmez.

bu bir süreçtir, çocuk doğurmakla başlamaz, ve maalesef doğurmakla da bitmez, bu canhıraş çaba ister istemez çocuğa da bulaşacaktır ve nesilden nesile aktarılacak, kafa sikmeye devam edeceklerdir.


genç evlilerdeki olağanüstü kıroluk'un bir sonraki level'ıdır

"hadi çocuk yaptım beni takdir et" diye beklerler sanki bana yapmışlar gibi!

edit: sorun çocuk doğurmaları değil, sorun bunu köpürtmeleri. tabii ki annelik, anne olmak dünyanın en güzel duygusudur. "kediler köpekler ana olmasın" der annem. en uysal havyan bile yavrulayınca alacaklar korkusuyla nasıl da sahiplenir ve vahşileşir.

çocuk doğurdun diye ilk yaptığın geceden son dakikasına kadar log tutman, ifşa etmen ve başkalarının kafasını şişirmen gerekmiyor.

yeni nesil bir anne olarak tamamen katıldığım önerme

küçük yaşımdan beri çocuklara bayılan bir insanım. ilkokuldayken bile eve gelir önlüğümü çıkarır karşı komşumuzun bebeğine bakmaya onunla oynamaya giderdim. sonra yurtdışında da bu alışkanlığımı au pair olarak sürdürdüm ve yabancı annelerin ''cool'' duruşuna orada iyice şahit oldum. çocuğu kafayı gözü patlatıp yere düşse bile sakinliğini koruyan ''ağlayacak bir şey yok bunda haydi'' diyerek sakince teselli eden, bizde olsa morarana kadar ağlayacak çocukları 1 dakikada susturup yüzündeki morluklara şişliklere gülerek pansuman yapan annelerdi. buradaki o 'çocuğumun yüzüne sinek konsa dünyayı yakarım' andavallarına karşı, çocuğunu o sinekle başbaşa bırakıp onla başetmesini öğreten annelerdi. yıllarca gözlemlediğim en önemli şey türk annelerinin çocuklarını çok ana kuzusu ve donanımsız yetiştirdiğini görmekti. ekşi sözlük'teki "türk kadını şöyle hede böyle hödö" başlıklarından tiksinen biri olarak maalesef bu tespitim genel olarak hep bu şekildedir.

geçen gün yine hamile bir arkadaş ile benzer şey geldi başıma

sürekli dünyada sadece kendisi doğuracakmış gibi davranan, doğurganlığı kendisine özgü sanan bu arkadaş ile pazara gittik. bu konuda zaten sürekli ufak sürtüşmelerimiz vardır. en sonunda anne olmanın yetiştirmeyle alakalı olduğunu bölümde hemfikir olmuşken ''evet yoksa kediler, köpeklerde anne oluyor bizim farkımız var yaneeeee'' deyip yine bütün asfalyalarımı attırmıştı. cayır cayır yanan binadan yavrularını kurtaran köpekler, annesi ölen kedileri sahiplenip kendi yavrularından ayırt etmeden bakan kediler... çoğu insandan daha iyi annelik yapan hayvanlar keşke kendisine anaçlık konusunda biraz ilham verebilseydi. neyse gittiğimiz bu pazarda yürürken yanımızdan tatlı mı tatlı bir köpekçik geçti ve o anda bin kişilik o pazarda başımdan aşağı kaynar sular döken sahneler yaşanmaya başladı "ayyyyyyy köpeeekkk, git burdan ne işin var senin pazarda, hamileyim ben hamileeeeeeeee" gibi anlam dahi veremediğim cümleleri içerek çığlıklar atmaya başladı. sadece ondan böyle bir tepki gelirken, herkes şaşkınlıkla olan biteni izliyordu. köpek sadece yanından geçmişti halbuki... hemen adımlarımı hızlandırıp pazarın çıkışına ilerledim. kimsenin o kişinin arkadaşı olduğumu bilmesini istemedim, gerçekten o an biri sorsa ''tanımıyorum'' diyecektim.


velhasıl evet dostlar, özellikle yeni nesilin bu çocuk doğurmanın bokunu çıkarması sebebiyle ağızlarına ıslak odunlarla vurulması gerek. avrupada köpeğiyle uyuyan, düşen kalkan, yere düşen emziği alıp ağzına atan hanslar, stevenlar, sarahlar varken bizim burda anneleri tarafından tekmişcesine yetiştirilen muhittinler, cerensular, berketaylar...

işin komiği bizim süper, über koruyucu annelerimizin yetiştirdikleri memur olsa büyük başarı sayılırken, orada sözde ilgisiz ecnebi analarının evlatları cern'i kuruyor.

sözüm size genç anneler, tek doğurabilen varlıklar sizler değilsiniz. bu yazıyı okurken yüzbinlerce kadın hamile kalıyor, bir o kadarı doğum yapıyor. hepimiz aynıyız; insanız. farkımız doğuştan gelmiyor, sonradan oluyor. merhametli, sevgi dolu, mütevazi, bilinçi nesiller yetiştirin. bırakın artık şu çocuğum için dünyayı yakarım masallarını. çocuğunuzu düzgün yetiştirin yeter!

çok dert değildir. valla annelerin şımarıklığında değilim. bana ne? bakmam olur biter. ammaaa yetişen çocuklar ağır psikopat olacak, bi 20 seneye ağzımıza fena sıçılacak, hazır olun. hayır, sıkıntı şu ki böyle ego dopingli çocukların arasında ben kendi çocuğumu mütevazi yetiştirirsem benim gibi mutsuz ve çekinik bir şahsiyet olur. kendim gibi bir çocuk istemiyorum. mutsuz olmak hiç güzel değil. neyse daha çocuk mocuk yok ortada, kısmet bakalım.


kaç tane arkadaşımın bebeğini görsem, sürekli ağlıyorlar, bağırıyorlar ve gerçekten rahat durmuyorlar.

elbette bebeğin suçu değil bu, ağlayacak ne yapacak, sorununu nasıl anlatacak başka.

ama ebeveynlerin hepsinden şunu duyuyorum,

"ya aslında hiç böyle yapmaz. normalde hiç böyle değil."

sanırsınız kimse olmadığında, oturup ortadoğu barışını tartışıyorlar kahve eşliğinde.

çocuğun ağlamasından bile çekinmek nedir ya, bu bile müthiş bir ego tavrı bence.

biz biliyoruz onun ağladığını, uyumadığını, senin hayatının tek anlamı haline geldiğini, ara ara pişman olduğunu, kimselere anlatamadığını.

biz biliyoruz da tercih etmiyoruz, anlatma bize. mutlu ol yeter.

belli bir disiplinle büyümüş, çocuğum olsa onu da bu şekilde büyütecek biri olan tamamen katıldığım önerme

yav arkadaş hakikaten bu nasıl bir şımarıklıktır aklım almıyor. anladık annelik dünyanın en kutsal mertebesi. hak veriyorum. ama allah aşkına bunu insanların gözüne gözüne sokmayıverin. o sizin biricik evladınız olabilir ama karşınızdaki için sıradan, muhtemelen sevimli bir bebekten başka bir şey değil.

her muhabbete çocuğunuzu limon gibi sıkmayın, yaptığı bilinçsiz bebek hareketlerine belki anne baba olarak aşırı heyecanlanıyor olabilirsin ama bana anlatıp da bu olaya şok olmamı ya da kahkahalar atmamı bekleme.

hastanede başlayan ve cidden birçok doktorun dalga geçtiği, sinir olduğu (şahit olmuşluğum var) oda süslemek nedir arkadaşım? ınsanın gülesi geliyor yemin ediyorum.

ıstediğini yedir, istediğini giydir, istediğin marka araç koltuğunu al, güle güle yesin, giysin, kullansın da bana bunların markasını, fiyatını, hangi yurt dışı gezinde paris'in bilmemne mağazasından aldığını kibirli kibirli anlatma gözünü seveyim.


senin çocuğun senin için biricik, tek; bunu biliyorum ama emin ol benim sümüklü yeğenimden hiçbir farkı yok, hepsi bebek, hepsi götü boklu velet işte, abartma bu kadar.

eline tablet, bilgisayar verip de mucizeler yaratıyormuş gibi davrananlar var ya, size ne demeli bi bilsem... ne yaparsanız yapın elbette, beni ilgilendirmez ama şunu unutmayın ey anne-baba; çocuğun zekasını tablet, bilgisayar, telefonu ne kadar iyi kullandığı değil, ne kadar iyi iletişim kurabildiği, kendisinin ne kadar farkında olduğu, gerçek sosyal ortamlarda ne tepkiler verdigi belirler. yoksa sizin ufaklığın bilgisayar ekranını büyütüp küçültmesini mucize gibi anlatmayın zira bu durum çocuğunuzun ne kadar zeki oldugunu göstermiyor maalesef.

bir de "yemek yemiyor, ayy her şeyi kırıp döküyor, görüyor musun nasıl da büyüklerine cevap veriyor (olumsuz anlamda), elinden bilgisayarı alamıyoruz" gibi çocuğun olumsuz davranışlarını bıyık altından gülerek yalancıktan şikayet etme ve gurur duyulacak bir şey gibi anlatma ablacım, acayip yapmacık oluyorsun. sen daha 2 yaşındaki çocuğuna laf geçiremiyorsan, sözünü dinletemiyorsan benim söyleyeceğim tek şey, o çocuk büyüdüğünde önce sana, sonra öğretmenlerine allah sabır versin.

herkes çocuğunu elbette istediği gibi yetiştirecek, anneliğinin, babalığının tadını çıkaracak, buna zaten lafı yok kimsenin, ama bıktırma insanları, bunaltma, çocuğundan soğutma.

george carlin - çocuk fetişisti ebeveynler


şimdi bu olay farklı kademelerden oluşur

birinci kademedekiler

benim gibi evlendiğinde eşiyle gidebildiği her yere gidip evliliğin tadını çıkarmak için (o da ne demekse) hatta çocuk yapıp yapmamakta kararsız olduğu için uzun bir süre (bizimki 8 yıl) bekleyen tipler. e sonucunda da ortaya fazla tatlı, sevimli birşey çıkınca sosyal medyada 'ya bakin biz bile yaptık ama ne kadar da tontis değil mi?' falan diyerek fotoğraf paylaştığımız oluyor. ama kesinlikle ilk boku bu renk oldu, aman da prensesimiz 1 yaşına girdi, oglusumun pipisi uf oldu gibi paylaşımlar bana lüzumsuz ve saçma gelse de yapanı yargılayamam.

ikinci kademedekiler

yaşça (işte o yaş nedir ben de bilmiyorum) geç evlenip hemen bir tane yapıştıranlar.
herkesin çocuğu kıymetli tabii ki ama haliyle böyle anneler de istediği fotoyu paylaşmakta özgür. tabii o çocuk fazla kıymetli olduğundan nazar değmesin diye genelde ayak fotosu koyarlar, e onlarla yetinecez artık napalım...

üçüncü kademedekiler

daha bebek ana rahmine düştüğü an ultrason görüntüsüyle başlarlar, sonra gelsin baby showerlar, odamız da hazır ahan da bu da kapı süsümüz, bu da anı defterimizler, (yeni doğmuş bebeye ne yazacaksam artık) hastane odamızı şöyle süsledikler, mevludumuzdeki cookieler ve dizayn için falanca tasarıma teşekkürler, odamız bilmemne home'danlar, bu da bizim ilk dişimizler, buğra berk birinci yaşına girdiler, yok oğlumun bullugu, kızımın beziyle imtihanı derken o aile de kaybolur gider bu çılgınlığın içinde.

dördüncü kademedekiler

üçüncü kademedekilere ilaveten maddi durumu çok daha iyi olup iyice bokunu çıkaranlardır. gender reveal party'ler, kesinlikle falanca doktorla suda doğurunuzlar, şunu şurdan, bunu burdan aldık paylaşımları, olay arabada güvenlikse eğer kesinlikle falanca markayı tercih edinizler, ay eğer bebisinizle tatil yapacaksanız kesinlikle göcek'te bilmemne otelini tercih edinizler, bebek menüsü ve bebisiniz için aktiviteleri var, bebisiniz babysitter ile eğlenirken siz de denizin keyfini çıkarabilirsinizler, (ben de çok geziyorum ancak çoğu zaman temiz bir mama sandalyesi bulabildiğime şükrediyorum hatun babysitter diyo), ilk adım ayakkabımız burdanlar, böyle gider bu liste. bu dördüncü kademenin içindekilerin bazıları bebek bakımı gibi grupların kurucu üyeleridir (bunların bazıları nispeten faydalı olup bazıları çok tehlikelidir) ve bebek bakımı konusunda doktormus gibi ahkam keserler, hatta çoğu başka annelerle dalga geçecek ya da onları yargılayacak kadar ileri giderler, küstahlasirlar.. (aaaa sen emzirirken sigara mı iciyoosoon!?? mama mı veriyosooon?! biz mamaya karşıyız ) la siz kimsiniz acaba ve belki kadının sütü yok gelmiyor.

beşinci kademedekiler

yavrum kıt kanaat geçinip, anne bebek ürünlerinin fiyatları ve üzerinden alınan vergiler de düşünüldüğünde malum, güvenliği, plastiğini, organiğini bi tarafa koyup gidip en hesaplı olanını alabilenler. e foto paylaşmak onların da hakkı değil mi? tabii ki hakkı.

ay içim şişti daha yazamiciim. velhasıl kelam ben de yapıyorum ama insanları bayiltmamaya çalışarak. gereksiz aslında niye yapıyorsak? şımarıklık mı, görgüsüzlük mü, abartmak mı, fazla mucizevi bulmak mı, şeyimin keyfi mi artık neyse sebebi?

şunu da eklemek isterim. bu gibi paylaşımlarda bulunan annelerden (ki bunların çoğu da blog yazarı) öğrendiğim pek çok şey de oldu. yabancısı olduğunuz bir durum yaşadığınızdan, bilmediğiniz bir sektöre bulastiginizdan, başka insanların tecrübeleri, tavsiyeleri çok çok faydalı olabiliyor sizin için. bunu da yazalım şurda dursun.


şahsi fikrime göre arabayla hava atmaktan ya da evi ile övünmekten farkı olmayan durumdur

sosyal medyada kişilerin paylaşımlarına dikkat ederseniz kendini konumlamaya çalıştığını görürsünüz. adam nefret ettiği ofisinden bin tane foto paylaşır çünkü kendini beyaz yakalı pozisyonuna konumlandırmak ister. arabasını paylaşan adam kendini zenginliğe, çocuğunu öne çıkaran kadın ise kendini anneliğe konumlandırmaya çalışır.

toplumumuzun bu hastalığa tutulmasının sebebi ise kendine yatırım yapmayan bir sürü olduğumuz gerçeğidir. bireysellik anlayışının da pek gelişmemesi ile kendi başına bir varlık olmaktan ziyade bir kitlenin parçası olmak için çırpınmamızdır. çocuk doğuran kadın annelere dahildir ve bunu öne çıkararak o kitleye dahil olur. beyaz yakalı adam işten çıkmak için saniye sayan haliyle beyaz yakalı sürüsüne dahil olmak için her ritüeli yerine getirir. pahalı kıyafet, saat, son model telefon hep bu aitlik çabası ile satın alınır. gezmekle övünen insan bile böyledir ki gezmek kendine bir yatırımdır ama gezen kişi ayhh ben de çok geziyorum yha diye bağıra bağıra bi hal olmak zorunda hisseder. örneğin ben yurt dışında türklerden başka full makyaj ve düğüne katılsa sırıtmayacak abiyelerle gezen başka bir ırk bilmiyorum. çünkü gezmek sosyal medyada paylaşmak içindir, kendine yatırım için değil. bir amerikalıya bakarsınız, eski bir tişört, şort ve parmak arası terlikle gezer. sıfır makyajı belirtmiyorum bile.

herhangi bir şirkette çalışırken yırtık çantayla gezen sade giyimli bir üst düzey çalışana illa denk gelmişsinizdir. bu kişi mesela avrupalıdır, bireyselliği oturmuştur, kendine sürekli yatırım yapar ama bir sınıfa dahil olmak için çabalamak zorunda hissetmez. 10k dolarlık saati olmazsa ölecek hastalığına yakalanmamıştır.

kendine yatırım yapmak bir kitap okuyup bir fikir edinmektir, bir müziği dinlemek, bir filmi izlemek, eğitim almak, hep öğrenmek, kendini geliştirmek, dünyayı merak etmek, yeni yerler keşfetmektir. vizyon edinmektir. fizyolojik olanaklarla elde ettiklerimiz veya parayla üzerimize iliştirdiğimiz nesneler değil.

kısacası birey olduğumuzu anladığımızda bu şımarmalar, sosyal medyayı çöplüğe çevirmeler bitecek. o vakit gelene kadar bir kitleye dahil olmak için çırpınmalarımız bitmeyecek. kimseye bir şeyi kanıtlamaya çalışmayacağız. ama o zamanın gelmesine daha çok var.