Toplumun İntihara Sürüklediği Üç Dadaist Sanatçının Hüzünle Okuyacağınız Hikayeleri

Dadaizm, 1916'da başlamış ve Marcel Duchamp ve Tristan Tzara gibi sanatçılarla büyüyüp serpilmiş bir akım. Etkisi ise okuyacağınız üzere büyük olmuş bazı bünyeler üzerinde.
Toplumun İntihara Sürüklediği Üç Dadaist Sanatçının Hüzünle Okuyacağınız Hikayeleri

dadaistler tuhaf yaşamlarını bir sanat eseri gibi yaşamaları gerektiğine inanmışlardır. bu bağlamda üç iflah olmaz dadaistin hazin ve korkunç yaşam öyküleri vardır. sanat tarihçilerince sanatsal bulunan dadacı yazılarından örnekler vererek üçü de intihar etmiş bu tuhaf insan şöyledir:

toplumun intihar ettirdiği birinci dadacı; arthur cravan

asıl adı fabian lloyd olan cravan, 1887de rusyada doğmuş, 1909 yılında paris'e gelerek yerleşmiş bir sporcuydu aslında. arthur cravan adını 1909'dan sonra kullanmıştı. yaptıklarından çok oscar wilde'in akrabası olduğu ve onun mirasını yaşatmak için görevlendirildiği palavrasıyla tanındı. oysa ki oscar wilde irlandalı, cravan rustu. nasıl akraba olabilirlerdi ki?

arthur cravan 5 temmuz 1914te paris'te bir gösteri yapacağını duyurur. gelin görün, danton sokağı 8 numarada şair arthur cravan (oscar wilde'nin yeğeni) box şampiyonu, kilo 105, boy 2,01 m. acımasız eleştirmen cravan hem konuşacak hem dans edecek. yani boxing-dance gelin görün bu tuhaf davetiyenin içeriğini merak eden birçok insan sözü edilen danton sokağı 8 numaraya gider. kalabalık gitgide artar ve sonunda salonda hiç yer kalmaz. cravan topluluğu korkutacak şekilde havaya birkaç el ateş ederek gösterisine başlar. sonra biraz konuşur, biraz boks yapar ve dans eder. cravan gerçekten de dediği gibi çok sıkı bir eleştirmendir (eleştiri dediği şey toplanan kalabalığa hakaret etmektir). herkes şaşkın şaşkın bakarken 4 yıl sonra manifestosunu ilan edecek olan bir ölümcül, bir karamsar sanat anlayışının, dadanın o salonda, o gece filizlendiğinin farkında bile değildir.

1996'da yayınlanan cravan, bir skandal stratejisi adlı kitabından mana lluisa borras özetle diyordu ki; cravan son derece huzursuz bir karakterdi. huzursuz ve marjinal. toplumun erdeminin ve aklın yenilgisini, tek başına göğüsleme çılgınlığına tutulmuş biri öyle ki cravan, çıkardığı maintenant adlı dergisinin yazılarını yazmaktan ve yayımlamaktan tatmin olmamış; bu dergileri seyyar bir sebze-meyve arabasıyla, sokak sokak satmaya çalışmıştır. bunda bir gariplik bulmayanlar için fotoğrafı gözlerinin önüne getirmelerini öneririm. domates, patlıcan gibi satılan edebiyat dergileri bence oldukça garip. bir de satış anında seslenişleri duymayı deneyelim:

ben sütçülerle birlikte uyanırım her sabah, ve havuç bitkisi şeklinde mezarlara inanırım. ayağımın baş parmağına basılmasına dayanamam. eyfel kulesi bir kuzu kulağından daha yumuşak.

cravan'ın maintenant dergisi

birazdan çok ünlü maintenant'tan yapılan bir derlemeyi yorumsuz olarak aktaracağım ama önce cravan'ın dadacı eylemlerine kısaca bir göz atalım.

1917. new york'ta ilk bağımsızlar sergisi açılıyor. marcel duchamp, ball ve diğer ünlü dadaistler bu sergide cravan bir seminer vermek üzere new york'a davet edilmiştir. toplanan kalabalıkta bir şaşkınlık hali ve ayıplayan seslenişler, homurtular duyulmaya başlar.

konferans görevlileri topluluğun tepkisine dayanarak sarhoş bir adamın kürsüye doğru yürürken her iki adımda bir üstündeki bir giysiyi çıkardığını fark ederler. son parça çıkmak üzereyken kürsüye bir adım kalmıştır artık. polisler bu sarhoş adamı apar topar ve karga tulumba alaşağı ederler. doğru karakola kalabalıkta bir panik hali egemendir. onlar bir konferansa geldiklerini ve konuşmacıyı beklediklerini söylerken bu sarhoşun nasıl olup da, kürsüye kadar ilerleyebildiğini açıklanmasını istemektedirler. o gün yapılan açıklamanın ne olduğunu bilinmiyor ama bugün biliyoruz ki kürsüye her yaklaştığında üzerinden bir giysisini çıkaran ve sarhoş sanılan bu adam arthur cravan'dır. cravan bir anda yarattığı bu şaşkınlıkla dadacıların baş tacı olmuş, lider dadacı olarak selamlanmıştır. sonrasını merak eden varsa onu da söyleyelim. karakolda tuhaf tuhaf şiirler okuyup, polisleri dumura uğratan bu şair-eylemci, koleksiyoncu conrad arensberg tarafından ödenen epey yüklü bir kefaletle serbest bırakılır.

"suların üzerinde salınacak bir yatağı
ya da kaplanlar üzerinde uyumayı hayal edin.
unutmayın, ey müzelerin tozlu uğur böcekleri
en büyük anıtlar en tozlu olanlardır."

cravan dada hareketine bile kafa tutmuş bir isyancıydı. o tüm yaşantısını dadaca yaşamayı sanat sayıyordu. oscar wilde'a olan tutkusu herkeste merak uyandırıyordu. o da dergisinin bir sayısında bakın bu konuya dair ne yazmıştı:

"oscar wilde'a hayrandım, çünkü iri bir hayvanı andırıyordu; sadece bir su aygırı gibi sıçarken hayal edebiliyordum onu; ve bu imge, doğruluğu ve saflığıyla büyülüyordu beni."

arthur cravan aniden meksikaya ya da ispanyaya gidebilir, bunun için her yolu deneyebilirdi. örneğin meksika yolculuğunda, sürgün rus lider troçkiyle tanışmış, politik görüşleriyle onu da şaşkına çevirmişti (ne de olsa memleketli değiller mi). bu görüşme gayet iyi ve çoğunun bürokrasi dili dediği ciddi bir görüşmeydi. cravan'ın bu konuda daha sonra yazdığı yazıyı nasıl bitirdiğine baktığımızda, o fırtınalı ruhta süren sürekli şoku görürüz yine: sapkınlık olsun diye ciddiydim.

asıl bomba, cravan'ın, dönemin ağır sıklet boks şampiyonuna kafa tutup, onunla tüm dünyanın gözü önünde bir maça çıkmasıdır.

23 nisan 1916 günü ispanya'nın başkenti madrid'te, avrupa şampiyonu, zenci boksör jack johnson ve şair/dada eylemcisi arthur cravan ringe çıkarlar. şampiyon johnson 110 kilo, cravan 105 kilodur. her ikisi de iki metreye yakın birer deve benzemektedirler. bu işi, organize edenler olayı siyah ve beyaz savaşına dönüştürüp, tüm dikkati bu garip/ilginç maça yönlendirirler. maç başlar ve daha bir iki dakika geçmeden biter. çünkü johnson, cravana oturttuğu sıkı bir aparkatla onu yere serer. sonuç nakavttır. şimdi ne oldu diye sormayın. çünkü cravan yine başardı. panik, heyecan, özgürlük ve hiçlik duygusu hatta cravan daha sonra rövanş isteyecek ve rövanşın hikayesi de neredeyse aynı olacaktır. mutlu adam cravan, dergisine şöyle bir not düşer bu maçların ardından: ah! bırakın beni, bırakın da güleyim. bırakın beni, bırakın da jack johnson gibi zaferle güleyim. ne diyelim, insanın dayak yeme özgürlüğü de olmalıdır.


şimdi cravan'ın dergisinden yaptığım bir derlemeyi alt alta yazıp, toplumun intihar ettirdiği diğer dadacıların hikayelerine geçelim.

diyordu ki maintenant'da cravan

-sayın andre gide, kusura bakmayın, rahatsız ettim ama boksu edebiyata yeğlediğimi size açıklamam gerekiyordu.

-hemcinsim olduğunu söyleyen gelsin de yüzüne tüküreyim. kimse benim sanatıma eşlik edemez. çünkü kendisine tapındığım ve içine sıçtığım için benim sanatım sanatların en güçlüsüdür.

-dünyanın bütün lokomotifleri aynı anda düdük çalsalar, çaresizliğimi dile getirmezler. ben, belki de hiçbir şey olamamışların kralıyım. çünkü herhangi bir şeyin kralı olduğumdan adım gibi eminim.

-ben ki biri keman çalsa yaşama hırsıyla dolar taşarım; kendimi zevkten öldürebilirim; bütün kadınlar için aşktan ölebilirim; bütün şehirler için gözyaşı dökerim. buradayım, çünkü hayat için bir çözüm yolu yok.

-şunu iyice bilin ki sanat burjuvalarındır. burjuva derken şunu anlıyorum: imgesiz bir adam.

-ve kalbim, tutkusundan taş devri çıplaklığını yaşıyor. ehlileşmek istemiyorum. çünkü aralıksız heyecanlıyım (çeviri: selahattin hilav).

cravan'ın tuhaf ve kısa hikayesi (1887- 1918) yine esrarengiz bir şekilde bir dadaist gibi şokla son bulur: cravan yalnız başına ve motorsuz küçük bir tekneyle atlas okyanusuna açılırken görülür en son. yazıları ben puroydum başlığıyla kitap olarak toplanır sonraları.

işte cehennemin çıngırakları eşliğinde, kaçış halinde yalpalamakta olan bir dünya, öte yanda ise kaba, yerinde duramayan, gözyaşlarının üzerinde ata binen yeni insanlar. işte sakat bir dünya ve iyileştirme ihtiyacındaki şarlatan edebiyat hekimleri. size söylüyoruz; başlangıç yoktur ve biz hiçbir şeyden korkmuyoruz. duygusal değiliz. yıkımın, yangının ve çürümenin büyük gösterisine hazırız (dada manifestosundan, 1918).

toplumun intahar ettirdiği ikinci dadacı; jacques vaché

türk okuyucusu vaché'yi pek tanımaz. tanımaz, çünkü ne sanatsal bir eseri vardır, ne de savaş mektupları adıyla fransada ünlü olan kitabının çevirisi yapılmamıştır dilimize. peki jacques vaché ne yaptı da bu makale setinin içine girebildi?

vaché'nin hikayesi; hayatını tam bir dadacı eser gibi yaşamış bir karşı eylemcinin, onlar için şaşırtıcı olmayan ancak ben ve benim gibi geleneksel kültür kalıbında, sınırlandırılmış özgürlük ve kutsal imgelemler bombardımanında yetişmişler için sarsıcı bir intihar hikayesidir.

vaché (1895-1919) yazı yazmış, ancak hiç yapıt vermemiş bir yazardır. jacques fransız ordusunda askerdir. 1. dünya savaşı'nda cephede fiili çarpışmada yaralanır ve nantes hastanesine kaldırılır. o hastanede, kafasında yeşermek ve ilan edilmek için artık gün sayan karamsarlığın çocuğu dada fikrinin ateşli savunucularından andre breton'la tanışır. breton, vaché'nin isyancı karakterine ve kıvrak zekasına hayran olur. neyse, bu tanışma her iki tarafı da derinden etkileyen bir dostluğa dönüşür ve vaché iyileşip cepheye döndüğünde bile breton'la ilişkisini kesmez. ona mektuplar yazar. breton'la yoğunlamasına görüştüğü o ilk günler, breton aracılığıyla tanıştığı louis aragon ve téodore fraenkele de savaşın insanın duygularını nasıl yerle bir ettiğini ve ne için, kimin uğruna savaştığını hiç anlamadığına dair muhteşem mektuplar yazar. dört mektup fraenkele'e, bir mektup aragon'a ve on mektup da breton'a, sonra? sonrası yok. önemli, kayda değer, ilginç hiçbir şey yok. savaş ve kıyım... düşlerin iğfali ve dipsiz karanlıklara dair tutunmak lazım. bir şey yapmak lazım (sanat her daim tutamaktır) sahneye çıkar vaché; tiresias'ın memeleri adlı oyunda, sırtında ingiliz üniforması, elinde tabancayla, yenemediği karamsarlığın bir parçası olarak kaymaya başlar. sonra dert ortağı, fikir yoldaşı breton'la bir iki buluşma daha sonra uzun bir sessizlik. sanat da çözümsüzlüktür ve savaş hala alkışlanmaktadır. hayatın gerçeği ölümün şiirini okuyorsa hayatın da canı cehenneme askerlikten ayrılır.

6 ocak 1919 günü vaché, nantes'da bir otel odasında yapayalnızken aklının bir yıldız gibi parıldadığı bir an en sevdiği üç arkadaşını aramak ister. onları arayacaktır ve birlikte olmak, içindeki savaşın açtığı derin yara izlerini unutmak için onlarla bir kahve içmek, söyleşmek arzusundadır. vaché'nin derin kederini bilen dostları onu böyle bir günde yalnız bırakmayacaktır elbette. hemen vaché'nin yalnız yaşadığı otel odasına gelirler. vaché'nin yüzü gülmektedir; hatta neredeyse yüzü, gözleri ışıl ışıl parlamaktadır. şaşkınlıklarını belli etmek istemez dostları; ne de olsa karamsarlığın prensi vaché'nin o hüzünlü yüzü gülmektedir ya! nedeni ne olursa olsun, değil mi? hoşbeş, selam, esenleme derken vaché kahveleri yapayım diyerek izin ister. az sonra da elinde tuttuğu dört fincan kahve ile geri döner. kahveler de ne güzel olmuştur; sıcak, telveli ve acı. dört dost höpürdete höpürdete içerler kahvelerini. hepsi tatlı bir sarhoşluk içinde gibidirler. sanki o an doğmuşlar gibi. yüzlerindeki huzur, dünyanın bütün sıkıntılarının dışarıda bırakıldığı ve zamandan çalınmış dakikalardır sanki. birden vaché nasıl, kahveleri beğendiniz mi dostlarım? der. önce anlamazlar bu soruyu, saçma hatta tuhaf bulurlar. kahve işte, ne olacaktı ki? vaché, bir daha sorar: beğendiniz mi? kırık dökük cevaplar. iyi der vaché beğendiğinize çok sevindim. çünkü hiç olmazsa giderken mutlu olmanızı istedim dostlarım. madem bu dünya pis bir savaşın elinde, erdemlerinin kanını içerek yaşıyor ve madem siz de benim gibi düşünüyorsunuz sevgili dostlarım, sizi bu pis yerde bırakmak istemedim. kahvelerinize zehir kattım. hep birlikte kurtuluyoruz bu dünyadan (uzun ve aynı tınıda öten bir siren sesi duyar gibi oldunuz mu?) vaché, 6 ocak 1919 günü, zavallı bir otel odasında ve henüz 24 yaşındayken üç çok sevdiği dostunu da yanında götürmek kaydıyla bu dünyayı terk eder.


breton'a göre hareketlerin önemi üstünde ısrar eden ilk sanat adamı j. vaché'dir. o bir lümpendir, bir dandy ve ölümü bile alaya alacak kadar zeki, eğlendirici deneyimlerin adamıdır.

breton, vaché'nin intiharından hemen sonra onun yazdığı on beş mektubu savaş mektupları adıyla yayınlar. oysa ki bu mektuplar bir kucak tuhaf, alaycı ve dada anlayışına temel oluşturan yazım fantezileridir sadece karamsarlığın, ölümün bile ciddiye alınmamasını dayatan bir ruh halinin uçuk paradigmaları. huzurlu bir son için kendine son vermek. tuhaf!

breton 1949'da jacques vaché'nin kız kardeşine yazdığı bir mektupta şöyle seslenir: saygıdeğer madam marie-louise vaché, kardeşiniz, benim dünyada en çok sevmiş olduğum insandır ve hiç kuşkusuz beni çok etkilemiştir.

hakkında çok fazla kaynak olmayan bu dada filozofu, dadaistlerin bir çoğunun yapmaya çabaladığı şeyi ilk yapan kişi olarak dada tarihine geçmiştir: yaşamlarının tümünü bir sanat yapıtına dönüştürmek ve ölümleriyle efsane olmak.


toplumun intihar ettirdiği üçüncü dadacı; jacques rigaut

"insanseverlere öğüt. eğer intihar olaylarının azalmasını istiyorsanız öyle bir düzen kurunuz ki sadece ve sadece bilinçli, sakin, belirsizliklerden kurtulmuş bir iradeyle kendilerini öldüren insanlar olsun." - foucault.

filozof foucault yukarıdaki sözü söylerken sanki rigaut'un intiharındaki duru bilinci incelemiş de söylemiş gibi gelir hep bana. jacques rigaut 1899-1929'da dadacılar içinde özel bir yere sahiptir. onun hikayesi de son derece sıradan, son derece iddiasızdır. o başkaldırı idealini anlatırken sadece içindeki farklılığı anlatmakla yetinmiştir. rigaut'a göre hiçbir yaratım mümkün değildir. tam olarak şöyle yazar j. rigaut: bir şey yapmak istemeye başladığımdan beri yapacak hiçbir şey yok; çıldırmak üzereyim, hiçbir şey yok yapacak. ona göre tasarladığı roman hiçbir zaman yazılamayacaktır. çünkü o küçücük odasında içindeki ona ait tek şey olan arzusuna yem olmuş bir kuş gibi beklemektedir sadece. bir tek şey vardır ona ait; arzusu var ama eylem yok! ne acı! o arzu öyle bir oyar ki yüreğini, o yürek öyle bir kanar ki; 5 kasım 1929'da o kanayan yüreğe kendi tabancasıyla bir el ateş ederek ancak acısını bitirebilir rigaut. kendini kalbinden vurarak intihar eder.

bazı kitaplarda dadanın ardından gelen gerçeküstücü hareketin önemli bir temsilcisi olarak işaret edilen rigaut, bence yaşamını sanat eserine dönüştürmüş dada liderlerinden biridir. hatta belki de en ilginç olanlardan biri. onun eylemlerinde de savaş başroldedir. jacques rigaut da çok genç yaşında savaşa katılmak zorunda kalır. derler ki; savaşın en kanlı siper çatışmalarının biri sürerken genç asker rigaut aniden ayağa fırlayıp ben her iki taraftakileri de tanımıyorum diye bağırmaya başlar. hem bağırmakta, hem de her iki cepheye birden ateş etmektedir.birini vurmuş mudur ya da ona sonradan ne yapmışlardır bilinmiyor. onun deli olduğunu, delirdiğini düşünmüşlerdir herhalde. oysa ki, onun elde kalmış birkaç çalışmasından biri olan genel intihar komisyonculuğu adlı yazısında hiç de deli olmadığını hatta zehir gibi bir zeka taşıdığını göstermiştir.


jacques rigaut 30 yaşında intihar etti. soranlara; sizler şairsiniz, bense ölümden yanayım dediği söylenir. anlaşılan şu ki; hem cravan, hem vaché, hem de rigaut bir özenti başkaldırısından yanadırlar. bazı yazıları elimizdeyse, bu tamamen şanstır. onlar sanatı ya da sanatçılığı daha ziyade eylemlerinde ve davranışlarında yoğunlaştırmışlardır. bu açıdan bakıldığındaysa onları toplumun intihar ettirdiği üç kurban olarak değil de, edebiyatın intihar ettirdiği üç sanatçı gözüyle incelenmektedir.

rigaut 5 kasım 1929'da intihar ettikten sonra, dostları ona ait bulabildikleri yazıları bir araya getirerek 1934'teki ölümünden sonra yayınlanan kağıtlar adıyla basarlar. ancak onun edebiyat tarihindeki yerini alması bu bir iki yazı etkisiyle olmamıştır. daha sonra nazi faşizmiyle iş birliği yaptığı için fransızlar tarafından dışlanarak intihar edecek olan fransız yazar drieu la rochellein boş valiz, deli fişek ve üç kitap içinde en ünlüleri olan rigaut'un adına yazılmış olan elveda gonzagueyla edebiyat çevrelerinde ölümsüzleşir rigaut... rigaut'un intiharı, la rochelle'de bir takıntı haline gelmiş ve sonları da aynı olmuştur.

toplumun intihar ettirdiği üç seçilmiş dadacının kısa süren yaşantılarından şöyle bir sonuca varılıyor

dada ruhun diktatörlüğüdür. ya da başka bir deyişle aklın ölümü. işte bu yüzden ölüm (intihar) erdemdir. biz bilincimizle ölümü seçtik, oysa ki siz bir köpek gibi geberip gideceksiniz. hayatlarınızı başkaları yaşadığı sürece burjuvazinin oyuncaklarısınız. işte bu yüzden geberip gideceksiniz. dada bakire bir mikroptur ve geleceğe karşıdır. dada budala ve ölüdür aslında. işte bu yüzden diyoruz ki; yaşasın dada, kahrolsun dada!

Resimden Müziğe Kadar Avrupa'ya Damgasını Vurmuş Türk Modası: Turquerie Akımı