Türk Halkının Sütü Pek Sevmeyip Yoğurda Hasta Olmasının Olası Sebeplerinden: Laktoz Duyarlılığı

Basitçe "vücudun laktozu sindirememesi" olarak tanımlayabileceğimiz bu hastalık hakkında daha fazla bilgiye ihtiyacımız var.
Türk Halkının Sütü Pek Sevmeyip Yoğurda Hasta Olmasının Olası Sebeplerinden: Laktoz Duyarlılığı
iStock


laktoz duyarlılığı dünya nüfusunun %70’inde görülen bir durum

ilk anda bu kadar yüksek bir oran şaşırtıcı gelmekte çünkü toplumda laktoz duyarlılığı bir hastalık belirtisi olarak algılanmaktadır. her ne kadar laktoz duyarlılığınının hastalıktan kaynaklanan çeşitleri olsa da, görülen laktoz duyarlılığı vakalarının çok büyük çoğunluğu birincil de denilen yetişkin tipi laktaz eksikliğinden kaynaklanmaktadır ki o da bir hastalık değil, evrimsel bir özelliktir. memelilerdeki özellik, tüm yeni doğanların ince bağırsaklarında yüksek seviyelerde laktaz enzimine sahip olmaları, fakat sütten kesildikten sonra bağırsaktaki laktaz seviyesinin birden düşmesi şeklinde kendini göstermektedir. memeli hayvanlarda görülen bu özellik insanların çoğunluğunda da (yukarıda bahsedilen %70) korunarak, erken çocukluk döneminde laktaz seviyesinin %90-95’i kaybolacak şekilde bir genetik programlama gerçekleşmiştir. laktoz duyarlılığı genin orijinal şeklinden kaynaklanmakta; laktoza dayanıklılık ise sonraki mutasyonlar sonucu ortaya çıkan bir özellik olarak kendini göstermektedir.

laktazın ince bağırsakta korunma oranı kuzey avrupalılarda çok yüksek olduğundan, laktoz duyarlılığına bu toplumlarda az rastlanmaktadır (örneğin isveç’te bu oran %4’tür)

bundan dolayıdır ki mutasyonun kuzeyde gerçekleşip, sonradan dünyaya yayıldığı görüşü vardır. bu düşünceyi savunanların açıklaması şöyledir: sağlıklı kemik gelişimi için önemli olan kalsiyum ve fosforun bağırsaklardaki emilimini sağlamak için gerekli olan d vitamininin üretilebilmesi için belli bir miktar morötesi işinin deriye nüfuz etmesi gereklidir. kuzey enlemlerde derinin açık renkli olması kalsiyum emilimi için gerekli olan d vitamini üretimi açısından avantaj sağlasa da güneş ışınlarının bu bölgelere dik gelmemesi ve gökyüzünün yıl boyu bulutlarla kaplı olması nedeni ile kuzey enlemlerde güneş ışınlarına maruz kalma oranının azalmıştır. bu da buralarda yaşayan insanlarda üretilen d vitamininin kemik hastalıklarının engellenmesinde yetersiz kalmasını ve bundan dolayı vücudun fazladan kalsiyum alma ihtiyacının doğmasını gündeme getirmiştir.


laktozun kalsiyum emilimini arttırdığı ve laktoz içeren tek gıda tipinin süt ve süt ürünleri olduğu bilinmektedir

ayrıca kalsiyum açısından en zengin gıdalardan biri olduğundan kuzey insanının fazladan kalsiyum alma ihtiyacına çözüm olarak süt ideal görünmektedir. iklimin soğuk olması sonucunda kolayca bozulmaması, kuzey insanının beslenme alışkanlığında sütun bir ömür boyu yer etmesinde önemli bir rol oynamıştır. bu insanların sıkı birer süt içicisi olabilmesi önündeki tek engel ise atalarından gelen o mel’un gendi, onu da işte bu mutasyon yolu ile gel zaman git zaman halletmişlerdir. afrika kıtası genelinde laktoz duyarlılığı oranının %90’in üzerinde olması da bu teoriyi doğrular niteliktedir ancak güney sudan’da sığır yetiştiricisi bir kabilede bu oranın %17 olması, bu durumun sırf kuzeyde gerçekleşip yayılan mutasyon savı ile açıklanamayacağını, beslenme alışkanlıklarının da konu üzerinde önemli bir rolü olduğunu göstermektedir. sonuç olarak laktoz duyarlılığının evrimsel gelişimi hakkında kesin bir yargıya henüz varılamamıştır, tartışmalar devam etmektedir.

evrimsel gelişiminin aksine, laktoz duyarlılığının vücutta nasıl gerçekleştiği konusu ise ayrıntıları ile bilinmektedir

laktazın korunduğu durumlarda, enzim ince bağırsağın ikinci kısmı olan jejunumda laktozu yapı taşlarına parçalar ve oluşan glikoz ile galaktoz kolayca emilir. laktaz eksikliği bulunan durumlarda ise, ince bağırsakta parçalanamayan laktoz kalın bağırsağa geçer ve buradaki bağırsak bakterileri tarafından asetik, butrik, propionik asit ile karbondioksit, hidrojen ve metan gazları (pırt) oluşturacak şekilde fermente edilir. alınan laktoz miktarı belli bir sınırı geçmediği takdirde oluşan bu asit ve gazlar bağırsak mükozası tarafından emilebilir ya da yine bağırsak bakterileri tarafından kullanılabilir. böyle bir durumda laktaz eksikliği mevcut olmasına karşın laktoz tahammülsüzlüğü belirtileri gözükmez. laktoz tahammülsüzlüğü belirtilerini oluşturacak laktoz miktarı kalınbağırsaktaki bakteri özellikleri, sindirim sisteminin boş olma oranı, sindirim sisteminden geçiş zamanı ve laktoz ile birlikte yenilen maddelere bağlı olsa da ortalama olarak bu miktar yaklaşık 200 ml ya da 1 bardak süte karşılık gelen 12-18 gramdır. bu sınır aşıldığı takdirde tüketilen laktozun miktarına bağlı olarak ya sadece gaz üretiminden kaynaklanan mide gazı, şişkinlik ve kramp gibi rahatsızlıklar ya da daha ileri seviyelerde gaz oluşum belirtileri ile birlikte ishal durumu da meydana gelmektedir.


işin ilginç kısmı nüfusunun çok düşük bir kısmı laktoza duyarlılık göstermesine rağmen kuzey avrupa ülkelerinin laktozsuz ürünlerin üretilmesi konusunda başı çekmesidir. bunun altında yatan gerçek ise bu ülkelerde süt içme alışkanlığının çok yüksek olması ve laktoz duyarlılığından mustarip olan o azıcık nüfusun bile önemli bir tüketici potansiyeli oluşturmasıdır.

türkiye için ise ne yazık ki sağlık bakanlığı tarafından yapılmış herhangi bir tarama yoktur, laktoz duyarlılığı oranı hakkında “sağlıklı” rakamlara bu yüzden pek ulaşılamamaktadır. ancak üzerinde bulunduğu coğrafya itibarı ile laktoz duyarlılığı gösteren bireylerin oranının ülkemizde hiç de düşük olmadığı tahmin edilmektedir. "sütü pek sevmeyip yoğurda bu kadar düşkün olmamızın sebeplerinden biri de yüksek laktoz duyarlılığı olabilir mi?" diye düşünmüyor değil insan.

Bu içerik de ilginizi çekebilir