Türkiye Gerçekten de Enflasyonun Yüzde 40 Bin Olduğu Venezuela Olabilir mi?

Çayınız kahvenizi alın gelin: Venezuela karşılaştırmasından başlayarak Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik çıkmaza nasıl girdiğinin anlaşılır özeti. Sözlük yazarı "immanuel tolstoyevski"nin kaleminden.
Türkiye Gerçekten de Enflasyonun Yüzde 40 Bin Olduğu Venezuela Olabilir mi?


hepimiz aynı lüks yattayız, istikamet de venezuela

hala eski parayla düşünenler varsa: şu anda 136 bin euro malvarlığı bulunan herkes kağıt üstünde trilyoner artık.

çocukluğumda “milyoner” lafı zenginler için kullanılırdı (kemal sunal’ın çarıklı milyoner filmi 1983 tarihli), “milyarder” de aşırı zenginler için. (şener şen’in milyarder filmi 1986 tarihli, 3 senede çağ atlamışız.) “trilyon” kelimesi ise zaten insan zenginliği ölçmek için kullanılmazdı, hatta kelimeyi bilmek bile arkadaşlara hava atma sebebiydi. şimdi paris’i, hatta istanbul’u geçtim, eski doğu bloku ülkelerinde mütevazi bir ev sahibi olan herkes trilyoner oldu.

kısacası aynı gemide değiliz, trilyonerlerle dolu bir vip yatındayız. ohhh, gelsin buzlu bademler, gitsin şampanyalar…

iki paralık bolivar

dalgasına söylüyorum tabii, tuvalet kağıdına dönmüş paranın zengini olsan ne olur?

venezüella “gerçeksosyalizmbudeğil” cumhuriyeti’nin parası, son bir senede dolara karşı %2 milyon değer kaybetti. bugün bir çikolata almak için bir çanta dolusu bolivar lazım.

hiperenflasyon öyle bir şey ki, para elinde durduğu her saat değer kaybettiğinden, onunla anında somut bir şeyler alman gerekiyor. sıcaklarda eriyen bir çikolata bile, nakitten daha güvenli bir zenginlik saklama aracı.


yukardaki grafik 2000 yılından bu yana, 1 doların kaç “bolivar” ettiğini gösteriyor. mavi çizgi gerçek kur, siyah da resmi (çünkü sabit kur rejimi var). grafik logaritmik, öteki türlüsü sığmazdı. bunu iyice göstermek için dikey mavi çizgiler çizmişler: her iki mavi çizgi arası, para değerinin onda birine inmiş. yani en sondaki 6 aylık sürede %90 değer kaybı var, ve bu kayıp, ondan önceki 4 aylık dönemdeki %90 değer kaybının üstüne gelmiş.

tek bir ülkenin değil, koca kıtanın bağımsızlığına kavuşmasının sembolü olan simon bolivar’ın ismi, dünya’daki en değersiz kağıt parçasının üstünde. nasıl bu hale geldiler?

cari dengeler ve varlık fonları hakkında hızlandırılmış kurs

"petrol gelirini halka vereceğim" diye başkanlığa gelen chavez, bir süre sonra hem özel sermayeyi kontrol altına aldı, hem de devlet bütçesini kendi çiftliğine dönüştürdü. bunu yapmak için kurduğu ulusal kalkınma fonu (fonden), bizdeki varlık fonu muadili: denetimden uzak bir paralel bütçe yani.

normalde, petrol gibi kaynakları olan ve cari işlemler fazlası veren ülkeler (cari işlemlerin en büyük bileşeni ticaret dengesidir, o yüzden biz kısaca "tükettiğinden çok üreten ülkeler" diyelim), ellerine geçen doları ülke içinde harcamamak için bir fon kurarlar.

bunun kabaca üç sebebi var:

1) volatilite: ham madde fiyatları değişir. petrol fiyatı yüksekken kazandığın parayı tasarruf et ki, fiyatlar düşünce yoksul kalma.

2) popülizm: bu tasarrufu hükümetin kontrolüne verme, yani bütçenin parçası yapma. dünya'da hiçbir politikacı, o paraları popülist programlara harcamaktan kendini alamaz.

3) rekabet: elinde dolar biriktikçe, kendi para birimine kıyasla dövizin değeri düşer, ithal mallar ucuzlamış olur (millet aynı maaşla daha fazla iphone alabilir) ve ihracat zorlaşır (yerel parayla beslenen işçilerin maliyeti artıyor). bu sefer de ticaret açığı verirsin, dışarıya ödeme yaptıkça elindeki dolar azalır, azalan şey değerlenir, kendi paranın değeri düşer ve bu döngü yeniden başlar. bunu kırmanın yolu, mal sattıkça gelen doların bir kısmını dışarıya aktarmak. çin hükümeti mesela gidip abd'ne borç veriyor, onların hazine bonolarını satın alarak, ve böylece kendi işçisinin alım gücü ve maliyeti çok artmıyor.

şu anda dünya'daki en büyük tekil yatırımcı, norveç'in ulusal fonu

1990'dan beri, tam 1 trilyon dolarlık birikim yarattılar ve dünya'daki tüm borsalarda işlem gören hisselerin %1.4'üne sahipler. sadece 2017 yılında bu fonun getirisi 131 milyar dolardı. norveç 5 milyonluk bir ülke, ankara kadar hepi topu. neredeyse hiç çalışmadan, sırf bu fonla geçinebilirler. birleşik arap emirlikleri ve katar gibi ufak ülkelerin de yüz milyarlarca dolarlık fonları var.

chavez de bunu yapabilirdi, dünya'nın en büyük petrol rezervlerinden birine sahipti. ama onun kurduğu fonun asıl amacı, özel sermayeyi devleştirmek ve denetimsiz biçimde devşirmekti. petrol parasını akılcı yatırımlara değil, yandaş beslemeye ve popülist projelere kullandılar.

örneğin 2015'te iç piyasada petrolün fiyatı, galon başına (3.78 litre) sadece 6 sentti. bunu "halk hizmeti" sananlar şunu anlamıyor: sudan ucuza petrol satan ülke vatandaşına kötülük yapıyor demektir. devlet bütçesinin çeyreğini bu şekilde heba ettiler. sübvansiyonların gerçek maliyetini kavrayamayan ahmaklar için kahraman oldu chavez.

zaten abd ile olan sürtüşmeden de puan kazanıyordu (en büyük ticaret ortağı abd olmaya devam etti gerçi). bu sayede, ülke batarken bile kötü yönetimi değil, dış güçleri suçlayan milyonlar oluştu. tanıdık geldi mi?


rekor seviyedeki petrol fiyatları, chavez'in iktidarda kalmak için yaptığı bu harcamaları anca karşılayabiliyordu ve ihracatın %95'si petroldü. yukardaki grafikte petrol dışı ihracatın birkaç milyar doları geçmediğini görüyorsunuz. yani petrol geliriyle "fon kurup yatıralım" desen zaten yok da, "katma değeri yüksek endüstriler kuralım, başka şeyler de ihraç edelim" de yok. dolayısıyla petrolün değeri düşünce, tüm sistem saçmaladı.

oysa bae gibi kısa süre önce tamamen petrole bağlı bir ülkenin 2020 hedefi ne biliyor musunuz? petrol dışı gelirlerini %80'e çıkarmak.

hele dubai iyice ilerde: petrol ve gaz gsmh'nın sadece %5'ini oluşturuyor. bugün petrol bitse, bu herifler tık demeyecekler. türkiye'deki muhalif kesimin pek beğenmediği arapların kafası, chavez ve benzerlerinden daha iyi çalışıyor...

dünya'nın en zayıf mülkiyet hakları

fonden giderek daha fazla şeyi içine çekti. wall street journal'a göre, dünya'daki en zayıf mülkiyet hakları venezuela'daydı, çünkü chavez istediği şirketi devletleştirip, bütçe dışına çıkartabiliyordu. kuvvetler ayrılığı yoktu, yargı onundu. böyle saçma bir ülkeye aklı başında kimse yatırım yapmadı ve inşaat bile yapılamadığı için emlak krizi çıktı. petrol üretimi dahi düştü ve halen de düşmekte.

dışardan gelmeyenlere ek, içerde olup kendini kurtarabilen de kaçtı: birkaç sene içinde, 13000 olan şirket sayısı 4000'e düştü.

yeni yatırım gelmeyince,
mevcut sermaye ve know-how kaçınca,
petrol dışı ihracat çok az olunca,
ve petrol fiyatı da düşünce, ülkedeki döviz krizi ayyuka çıktı.

sabit kur rejimlerinde ve özellikle bugünün venezuela'sında, dolar alım satımı serbest değil. çünkü serbest bırakıldığı anda, millet parasını tuvalet kağıdı alarak değil, dolar alarak korumaya çalışacak. herkes her yerde dolar kullanınca da, efektif olarak, bir başka ülkenin para birimine geçmiş oluyorsun. basamadıkları bir para birimine geçmeyi önlemek için, karaborsada dolar alıp satmanın cezası büyük. türkiye'yi aratmayacak bir şekilde, venezuela'da bu işe getirilen suçlama terörizm finansmanı.

En perişan durumdaki ekonomiler.

tüm bunların sonucu olarak, venezuela her sene sefalet endeksinin (işsizlik + enflasyon) tepesinde yer alıyor. 2018 tahminlerinde de yemen'in, kongo'nun, mozambik'in açık ara ilerisindeler.

bu tarihte daha kaç defa tekrarlanacak bilmiyorum. adına ister sosyalizm deyin, ister devlet kapitalizmi, ister korporatizm, ister komünizm, ne derseniz deyin, merkeziyetçiliğin sonu hep felaket. iyi niyetli olsan bile felaket, ama o kadar güç kazanınca iyi niyet de kalmıyor.

türkiye'nin venezuela'dan farkı

merkeziyetçilik, popülizm, yandaşlar, zenofobi, ideolojik parasal yönetim, kuvvetler ayrılığı, denetimsiz fonlar... hepsi tanıdık geliyordur. mesela varlık fonu içinde bugün thy, halkbank, ziraat, ptt, botaş, borsa, ne ararsan var. bizdeki yeni zenginlik yaratmak için kurulmuş bir düzen değil maalesef...

bir başka benzerlik: chavez, petrol fiyatları yüksekken har vurup harman savurdu, bizimki de borç para ucuzken. herkes olayı chp'ye, hor görülmüş halka filan bağlıyor da, zamanında abd'nin faizleri düşürme politikasının akp iktidarına pozitif etkisi, bence diğer tüm faktörlerden büyüktür.

fakat arada büyük farklar da var, en barizleri şunlar

1) türkiye tek bir kaleme bağlı değil. yani petrol-dışı ihracatı öyle 3-5 milyar dolar değil, 150 milyar dolar. büyük bir ekonomi bu.

2) bunca ihracata rağmen, venezuela'nın aksine, ticaret açığı var. hem de dev: 2017'de 60 milyar dolardı. toplam cari açık da 50 milyar dolar kadar.

3) çünkü türkiye'nin doğal gazı, petrolü yok (sürpriz!) ve ihracatının %70'i de ithal girdilere bağlı (gerçek sürpriz).

4) yani normalde dolar artınca türk ihracatçısı daha cazip hale geliyor ama olması gereken oranda değil, çünkü tüm girdileri kafadan %70 artıyor. işçisine de daha çok para ödemek durumunda, çünkü işçinin evinde kulandığı doğalgaz, işyerine gelirken harcadığı benzin hep dolarla.

5) "petrolümüz" dediğimiz turizm geliri 25-30 milyar dolar. bu da çok fazla artamaz. lira düştükçe daha çok turist gelir ama bıraktıkları paranın dolar değeri düşük olur. oysa suudilerin petrol geliri 150 milyar dolardan fazla. rusya'nın petrol ve gaz geliri 45 milyar dolar. daha acısı, çölün ortasındaki küçücük bir şehir olan dubai'nin turizm geliri, dünya'nın en güzel coğrafyalarından birinde olan türkiye'nin tüm turizm gelirinden fazla ve her sene bu fark açılacak (2020'de 20 milyon turist hedefliyorlar).

yiğidin kamçısı, aptalın sonu

bakın, abd’nin de 20 trilyon dolar borcu var ama abd kendi parasıyla borçlanıyor. daha yakından bakarsak, bu borcun birkaç trilyonu devlet kurumları arasındaki borçlar, birkaç trilyonu da amerikalı yatırımcıların amerikan devletine verdikleri. e kalanı da (çin hükümeti örneğin) elindeki dolar rezervini oraya yatırıyor.

dolayısıyla abd en kötü senaryoda, kendi parasını basıp, biraz enflasyona sebep olarak açığını kapatabilir. yahut vatandaşın üstündeki vergi yükü az, oradan sıkabilirler. kurumlar arasındaki hesapları maliye oyunlarıyla dengelerler, vs. bu sebeplerden dolayı kimse dolardan kaçıp euroya hücum etmiyor.

oysa türkiye'nin büyümesi üreterek veya kendi parasıyla borçlanarak değil, döviz borcuyla oldu. bugün türkiye'ye her sene kafadan 50 milyar dolar girmesi lazım.

türkiye'nin tüm yoksulluğunu, tüm eğitimsizliği, tüm vergileri, tüm o yetersiz sosyal harcamaları (oecd'de son üçte) düşünün: işte bu seviyeyi bile tutturabilmek için 50 milyar dolar net giriş gerek her sene.

toplam ihtiyaç yerine net giriş diyorum, çünkü önümüzdeki sene içindeki ihtiyaç (cari açık + vadesi gelen önceki borçlar) tam 240 milyar doları buluyor.

oysa biz daha geçen seneki cari açığı telafi edemedik. mahfi eğilmez şurada dökümünü yapmış: gereken paranın üçte ikisi "sıcak para" yoluyla girmiş -ki bu istenen bir şey değil, sıcak para girdiği gibi çıkar-, %17'si de hiç bulunamadığı için rezervlerden yenmiş. sizce 2018 tablosu daha mı iyi olacak?


geliş(me)mekte olan ülke girdabı

türkiye, klasik bir emergent markets girdabına kapılmış vaziyette...

1) zamanında bizim gibi riskli ülkelere gelen yatırımcı artık çıkış yapıyor, yenisi de gelmiyor.

2) dolar azaldıkça, yerine kendi dolarını koyamıyorsun (petrol satmadığın, fazla ihracat yapamadığın, ve rezervlerini yemiş olduğun için).

3) dolara talep var ama ortada arz yok, değeri artıyor. bu da vadesi gelen döviz bazlı borçların maliyetini yükseltiyor. yani geçen ay 100 bin liralık borcu olan şirketin, bu ay 130 bin liralık borcu var. durduk yerde 30 günde 30 bin lira daha bulman lazım...

4) ...ki sen zaten orijinal 100 bin lirayı da ödeyemiyordun, ortalama tahsilat süresi 83 günü bulmuştu (çin ve yunanistan'ın ardından dünya 3.'süydük ve o da mayıs ayının haberi).

5) bu ortamda şirketler ya batıyor (daha çok işsizlik) ya da hükümet tarafından kurtarılıyor (daha çok kamu borcu). yukarıya ne kadar yakınsan, borcunun vatandaşın üstüne yıkılması o kadar olası.

6) bu güvensizlik hem yatırımcıyı daha çok kaçırıyor hem de içerde kalanları da dolara yöneltiyor ve başa sarıyoruz.

7) ve tüm bunların üstüne bir de erdoğan etkisi var: artık insanlar, dünyada eşi benzeri olmayan "faizleri arttırmak enflasyonu arttırır" teorisine gülüp geçmeyi bırakıp korkmaya başladılar.

bu zaten kendi başına ölümcül bir girdap ve ilerledikçe kırılma noktasına yaklaşılıyor. yani bu tip piyasalardan kaçış öyle lineer olmaz, yavaş yavaş başlar sonra çorap söküğü gibi gelir her şey (borsadaki stop-loss'ların devreye girip akıntıyı sele dönüştürmesi gibi).

bu kırılma noktalarının yüzeysel tetikleyicileri olabilir (papaz olayı gibi) ama zaten devam etmekte olan ve her halükarda hızlanacak bir şeyden bahsediyoruz.

işin açıkçası, asıl soru şu olmalı: neden bu kadar gecikti?

yani ben asıl türkiye'nin bu kadar dayandığına şaşıyorum. sanırım dünya'da para aşırı bollaştığı için bu kadar saçmasapan ülkelere bile gelmeye devam etti. bu sistemin çarkı olan kredi kuruluşları filan da, tıpkı 2008 krizinde yaptıkları gibi, çalan müziğin biraz daha uzaması için lakayıt davrandılar.

allah aşkına şu devletin nasıl yönetildiğini görmüyorlar mıydı: türkiye'nin haziran ayındaki bütçe açığı 25.6 milyar lira. diyanetin bütçesi ise 8 milyar. yani diyaneti tümden kapatsanız, anca haziran'ın ilk 10 gününü kurtarıyorsunuz. devletin her yeri çürük.

ben uzman olmadığım için, aklı başında olan kimsenin 2015'ten sonra türkiye'ye yatırım yapmayacağını sanmış, üç beş kuruş kalan paramın tamamını da 2016'da dışarıya çıkarmıştım. bu yüzden son iki senede bir miktar faiz geliri kaybetmiş oldum ama kafayı yemediğime değdi.

sonuçta bu amerikan papazı filan işin magazin kısmı, durumun bu noktaya geleceği bariz bir matematik hesabıydı, mayıs'taki bloomber röportajı sonrasında da tekrarlamıştım.

amariga'nın oyunları

bu yazıyı okuyanların çoğunun zaten "ülkemize operasyon yapılıyor" kafasında olmadıklarını varsayıyorum. bu söylev, sıçıp batırmış her popülist rejimin sığındığı söylevdir. fakat etrafınızda buna inanan ahmaklar varsa diye, bu işin abd-türkiye ilişkileri ile sınırlı olmadığını anlatmak için 4 grafik vereceğim (buraya linkleyemedim, orijinal yazıdan bakarsınız). sonra da trump'ın akılalmaz hamleleri ve ülkeyi çin'e satmak üstüne laf edeyim:

1) doların son bir aydaki genel değeri

pound, yuan, euro karşısında neredeyse aynı. yeniden ambargo başlattığı iran'ın riyali karşısında %6, ambargoyu sıkılaştırmak istediği rusya'nın rublesi karşısında %8 değerlenmiş. herhangi bir ambargoyla filan uğraşmayan lira karşısında ise %29 değerlenmiş. yani "dolar her yerde artıyor" bahanesi yetersiz.


2) lira açısından bakarsak

aynı para birimlerinin her birine (dolar, pound, euro, yuan, ruble, riyal) karşı değer kaybı %20-%32 arası. yani hepsi birden artıyor. emperyalistler doğusuyla batısıyla bir olmuş, bize saldırıyorlar (!)


3) lira ve aşırı dandik para birimleri

meşhur haiti gurdesine, suriye pounduna, ırak dinarına, küba pesosuna ve kuzey kore wonuna (?) karşı dahi %28-29 değer kaybı var. (bu paraların bir kısmı doğrudan dolara endeksli fakat sabit kur uygulamayanlarda da durum aynı).

yani abd ile her ay karşılıklı "bonbaların ucuna taramalı takar, sizi yok ederiz" diye atışan ülkelerden bahsediyoruz artık. onlara karşı bir "ekonomik savaş" yok veya varsa da bu kadar etkili değil, ama nedense "güçlü türkiye" porselen bebek gibi kırılmış. 


4) alacaklar

türk bankalarının borçları ile alacakları arasındaki makas çok açılmış. bu bankalara kim borç veriyor: “dış mihraklar”. türkiye’ye dünya kadar para gömmüş diğer bankaların planı, türkiye’nin tamamen batması olabilir mi?


trump’ın gümrük çıkışı

ne yazık ki ülkenin muhalif kesiminde de nedensellik ilkesi ve temel ekonomi bilgisi pek yaygın olmadığından, “elbette amerika da az değil” diye bir laf araya sıkıştırıyorlar hep, ne olur ne olmaz diye. hah, işte trump’ın yaptığı son gümrük vergisi çıkışı bu hikayelere inananlara iyi bahane oldu.

işin açıkçası, trump’ın cezalandırıcı vergilerinin mantığını bilmiyorum. arkaplanda, yani abd iç politikasında, bir korumacılık (anti-serbest ticaret) almış başını gidiyordu. ekseriyetle çin, rusya ve ab hakkındaydı bu. türkiye’yi de papaz olayı sonrası buna dahil etti, “lira çok düştü, haksız rekabet yaratıyor, kendi üreticilerimizi korumalıyız” bahanesiyle vergi koydu. halbuki dolar krizindeki bir ülke için, yerel paranın daha da düşmesi demek bu. yani abd ihracatçısına yararı değil, zararı var.

çok cömert davranırsak, şöyle bir rasyonel plan bulabiliriz: kriz derinleşirse, türkiye’ye borçlanmış ab bankaları alacaklarını tahsil edemezler. yani trump bunu, ab ile arasında bir koz olarak kullanıyor olabilir.

ama abd’nin son 1.5 senede ne kadar amatörce yönetildiğini gördükten sonra, buna dahi pek ihtimal vermiyorum. muhtemelen trump, halkbank davasını filan geciktirerek erdoğan’a jest yaptığını, şimdi de papaz olayıyla kazık yediğini düşünüp hırs yaptı.

her neyse, bunları da böyle söyleyince “bak işte üstümüzde oynanan oyunlar” algısı iyice yerleşecek, halbuki bahsettiğim şey olan bitenin çok ufak bir kısmı. trump bugün ölse veya erdoğan’ın vücuduna daron acemoğlu’nun zihni girse, yine de türkiye’nin durumu değişmeyecek.

peki seçmeni oyalamak için bir yandan batı’ya milliyetçi atarlanmalar yaparken, diğer yandan gidip ne yapıyoruz?

çin malı

bizimkiler şimdi çin’den medet umuyor. piyasayla takıştıktan, abd’yi azarladıktan, imf’ye zaten kapıyı kapadıktan sonra, elinde hiçbir koz olmadan, başkasının kapısında dilenmek kadar boş bir strateji olabilir mi?

onca milliyetçi tatavanın sonu bu: gidip başka bir ülkeye yalvarmak.

5 gün önce, borsa istanbul’da işlem gören tüm hisse senetlerinin değeri 122 milyar dolardı. sadece apple’ın neredeyse onda biri. yahut çin’in gsmh’sinin %1'i.


adamlar bugün çıldırıp, “tamam kardeşim, her şirketinizi satın alıyoruz” deseler bile, cari açığı 2 sene bile kapatamıyorsun. varını yoğunu satsan statükoyu 2 sene uzatamıyorsun yani. bu rakamların abd’yle bir alakası yok.

reçete

yok arkadaşlar bir reçete; gidebilen gitsin, gidemeyen de kendini ağaca çiceğe böceğe filan versin. size umut satanlara inanmak isteyeceksiniz, insan doğası böyledir (wishful thinking) ama umut matematiğe çare olamaz.

paul krugman bugün şunu yazmış: “kısa vadede sermaye kontrolü ve borç reddi, uzun vadede de rasyonel bir faiz, tasarruf ve yatırım politikası… bu dengeyi tutturmak her halükarda çok zor ama erdoğan türkiyesi'nde imkansız”.

kur stabilize olsa bile dev enflasyon, işsizlik ve vergiler kaçınılmaz. “kendinize bir viski koyup rahatlayın” diyeceğim ama zaten onu bile yapamadığınız için durum bu kadar vahim.

şaka gibi ama bu ülke hak etmediği bir “refah” yaşıyordu, ve şimdi hem o dönemin, hem de on yıllardır düzeltmediği yapısal sorunların hesabını ödüyor. bunu bir nesil boyunca ödeyip kurtulsak neyse, bir de üstüne gittikçe artan bir yabancı düşmanlığı ve sığ milliyetçilikle boğuşacağız, onun da üstüne bir ihtimal çin malı olacağız.

mandarin konuşmasını öğrenin bari.

[tweet zinciri | blog yazısı | medium'daki yazı ]

Paranın Evriminin Son Halkası Bitcoin'in Yükselişi Neden Durdurulamaz?