Türkiye'de Yeraltı Edebiyatına Dair Kritik Eserlerden Biri: Kinyas ve Kayra

Hakan Günday'ın erken bir yaşta yazıp yayınlattığı, çokça tartışma yaratan Kinyas ve Kayra romanına dair fikir veren görüşleri derledik.
Türkiye'de Yeraltı Edebiyatına Dair Kritik Eserlerden Biri: Kinyas ve Kayra


kinyas ve kayra, hakan günday'ın ilk kitabı

sanıldığı üzere ergen hezeyanı ya da ergen romanı olmamakla birlikte türk yeraltı edebiyatının önemli eserlerinden biridir. karakterlerin birbirleriyle olan zıtlığı ve bir o kadar da benzerliği hayatın içinden ve dışından oluşu, realist gözlemlere rağmen absürt akımının takip edilmesiyle edebiyat içinde ses getiren bir tarza sahiptir. kitap içinde yer verdiği betimlemeler müthiştir, özellikle tembellik ve üşengeçlik ve hayattan beklentisi olmayan ve kendi ölümünü bir şekilde fiili hayatta gerçekleştirmiş bir insan figürü için yaptığı şu betimleme aslında bir klasiktir: "evde bir televizyonu vardır bir şekilde gelip takmışlardır televizyonu oraya, önceleri hiç yaklaşmayan adam bir gün bir şekilde izlemeye başlar ve hiç durmaz. hiç durmadan televizyon izlerken eve birileri gelir (haciz) ve televizyonu götürür, o günden sonra adam televizyon izlemez".

bu adamın bu absürt hayatı camus'nün, palahniuk'un saçma edebiyatlarına gönderme ve selam çakmadır.

bu kitap size iki farklı kişinin hayatıymış gibi gösterilir, oysa burada alt mesajları okumak gerekir. aslında her ikisi de ve romandaki yardımcı karakterlerin hepsi de ana karakterin alt benlikleri ve diğer kişilikleridir. sonraki romanlarında da ele alacağı deha ve delilik arasındaki çizgi, kaybolan ve öfke yüklü düşünceler ilk olarak bu romanında ortaya çıkmıştı. piç karakterleri bu romanda kendilerini buldu. zihinsel ölüm arayışında olan karakterler olabildiğince kötü ama arada bir iyi olarak yansıtılmış, yani karakterler kahramanlaştırılmamış tam tersine insanlaştırılmıştır. sadece masallarda kötüler sadece kötü ve iyiler sadece iyidir; insanlar kötü bile olsa arada iyidir. hakan günday burada buna da işaret etmektedir.

hakan günday 24-25 yaşındaydı bu kitabı yayınladığında; teknik eksiklikleri, cümle bazlı sorunları ve editörün başarısızlığı bir kenara bırakılırsa bence harika bir yeraltı edebiyatıdır. ilk romanın verdiği hikayeleri bağlama merakı da kitabın başarısına gölge düşürmüştür. absürt akımında yazdığı bu eser aslında varoluşsal sorunlara selam çakmakta, bir yeni chuck palahniuk usulüdür. 

dolayısıyla, türk edebiyatında yeraltı edebiyatının gelişimi ve aşamaları bilmeden, esere kimin öncülük ettiğini kimin etkisinin ağır bastığını bilmeden eserde yer alan akımları anlamadan kitabı "ergen" olarak nitelendirmek çok da doğru gelmiyor bana. varoluşla ilgili her buhran ergen buhranı değildir. insanlar yaşamlarının herhangi bir zamanında yollarını kaybedebilirler. doğru olan da her an bu varoluş buhranıyla kendini şekillendirmek bana göre.

elbette belirli bir popülarite gösteren ve sınıf belirten her şeye ilgisi olan bu "ergen kitle" gerçekten bu tarzda yaşayacaksa bu şekilde geliştirecek kendisini. tıpkı "ay ergenlerin hepsi de bu markayı kullanıyor" diye size çok uygun olan o ünlü markadan satın almayı bırakmıyorsanız, yazarın eserini de bu şekilde suçlamamak gerekiyor. kişinin en çok kafasının bastığı dönemlerden biridir ergenlik. o buhranların sebebi de varoluş sorunlarına eğilmeleridir. bir şeyler okumadıkça bir yere gelemeyecek ve gelişemeyecek olan grubu bırakın kaliteli yazarlar zehirlesin, kanlarına girsin.

ilginç bir kitap

öncelikle şunu söylemek lazım türk edebiyatında eşi benzeri olmayan bir tarz. dünya edebiyatında ise oldukça fazla eşi benzeri hatta sıradan bir tarz.

kitabı okumaya başladığınıdan itibaren iki süper insanla karşılaşıyorsunuz. kitabın tanımlamasıyla barbarlıklarıya ünlü liberyalı askerleri saniyesinde boğazlayıp öldürebilen, uyuşturucu kartelleri alteden garip 2 türk ve bu türkler henüz 30 yaşında bile değil.

bu türklerin derdi zamanla açığa çıkıyor, yaşamdan umutlarını kesmiş ne zaman öleceklerinin planlarını yapıyorlar. 20'li yaşların başında, her şeyden umudunu kesmiş bir arkadaşım her gün 2 şişe şurubunu (sonra yasaklandı zaten bu şurup) içerdi. yaptım hesabımı 25 yaşında öleceğim ben derdi. ama o ölümü bekleyiş hareketliydi öyle yataktan çıkamama durumu yoktu. elbette liberyalı askerlerin boğazını kesmezdi ama hep dışarıdaydı hep sosyaldi ama 25 yaşında ölecekti. böyle öleceğini bekleyen iki tip. kazanılan milyon dolarlarla bmw parçalayan, en lüks otellerde en lüks kadınlarla sürekli seks yapan 2 tip.

açıkcası nerden bulaştım bu kitaba dedim, direnmeye çalıştım. direndikçe daha güzel geldi kitap, konusundan çok insan analizleriyle durum analizleriyle, yazar kendisini hissettirmeye başladı. durun sadece 2 süper insan yok ben de varım demeye başladı. böyle böyle sürükledi roman.

kitaptan hoşunuza gidebilecek bir kesit

"bir buçuk ay boyunca sallandım. mürettebatla bir sorun yaşamadım. pek konuşmuyordum onlarla. vahşetlerini amerika'ya saklıyorlardı. yolculuğun tek heyecanı, aşçının yamağına sarkan birinin linciydi. adamı dövüp bir depoya kapattılar. tabii genç tecavüzcü yerde kıvranırken çevresinde oluşmuş ve tekme yağdıran zincirin halkalarından biri de bendim. yanımdakilerin omuzlarına tutunarak birkaç tekme de ben fırlattım, kendi kanında boğulmak için dua etmeye başlamış olan adamın kafasına. iki gün sonra unutuldu her şey. ve aşçı yamağının kalçaları başkalarının da ilgisini çekmeye başladı. bu sefer kimse linç girişiminde bulunmaya çalışmadı çünkü yamağı düzenlerin sayısı ahlakçılık oynayanlarınkini geçmişti. kanıksanmıştı çocuğun kalçalarının lezzeti. ama ilk hareketi yapıp dişleri paramparça olan adam, tabuyu yıkan kişi olarak, bütün insanların günahlarına karşılık çarmıha gerilmiş isa gibi, yolculuk boyunca hücresinde tutuldu."

final notu

kinyas ve kayra, okuduğum güzel kitaplardan bir tanesidir. hani tüm eleştirilerin ve yaklaşımların dışında "okuyun len bunu" diyebileceğim...

yazarın genç yaşının verdiği deneyimsizliğin, kurgusal hataların/basitliklerin ve diğer eleştirilerin önemi yoktur; önemli olan bu kitap okunmaya değer güzel bir "yolculuk" kitabıdır. çünkü hiçbir zaman elinizden bırakmak istemiyorsunuz. türlü monologlarla "sıkıcı" bir eser olunması beklenirken yoluculuğa çıkar iken aldığınız gerilim romanları misali sizi sıkmıyor. çünkü sürekli size dokunuyor yazar. kinyas ve kayra'nın yasama bakışında mutlaka ki sizden bir parça işliyor. üstelik bunu kimi zaman öyle şiirsel bir dil ile yapıyor ki; çokça okuduğunuz sayfayı yeniden okumak istiyorsunuz.

zihinsel ölümün peşinde giden iki anti-kahraman. neden böyle bir ölümü gerçekleştirmek istedikleri ilgimi çekmedi. kurgusal basitlikler de hiçbir şekilde bozmadı. hazır birisi iyi olmuş iken diğeri kötü olsun gibi sonu baştan belli kurgular.. hiçbir şey önemli değil. sadece yaşama dair söylevlerindeki şiirsel dil ve yakaladığı ayrıntılar o kadar hoş ki; elimden bırakamadım. bir beş yüz sayfa daha olsa okurum, üstelik bitmesin bitmesin diye hayıflanarak.

spoiler olarak belirtmek gerekirse; kayra'nın gerçekdışı olarak algılanmaya müsait zihinsel ölüme giden yolculuğu; çok daha gerçekçi olan kinyas'ın yaşama dönüşünden daha gerçekçiydi. daha elle tutulur, daha bir ilgi çekici. kinyas'ın yaşama dönüşü okur iken zorlama bir kurgu gibi geldi.

bu kitabı bir başyapıt olarak ele alırsanız, tutunamayanlar ya da dostoyevski eseri kıvamında yaklaşırsanız bu güzellikleri kaçırmanız olasıdır. eleştirel gözle yaklaşacak derece beklentileriniz olmaması keyfinizi artıracaktır.

yazar; 24 yasında idi bu eser yayımlandığında. her bakımdan saygı duyuyorum. elias canetti, dostoyevski değil ama onlar gibi genç yaşında ve ilk eserinde "muhteşem" bir başarı yakalamıştır.

Okurken Altı Çizilmeden Geçilmeyen Kitapların Sahibi Hakan Günday'dan Enfes Alıntılar

Tom Robbins'in, Aşk ve Kelebekleri Felsefeyle Harmanladığı Bal Tadında Kitabı: Dur Bir Mola Ver