Ursula K. Le Guin'in Kadınlara İthafen Yaptığı Harika Mezuniyet Töreni Konuşması

Ocak ayında kaybettiğimiz usta bilimkurgu yazarı Ursula K. Le Guin, Mayıs 1983'te Oakland, Kaliforniya'daki Mills College'a mezuniyet töreninde konuşma yapması için davet edilmiş ve o da bu daveti mükemmel bir nutukla taçlandırmış. Buyrunuz.


"mills koleji ‘83 mezunlarına bana ender elde edilen bu şansı tanıdığı için teşekkür ederim: bir topluluk önünde kadınların diliyle konuşma şansı.

mezun olanlar arasında erkeklerin de olduğunu biliyorum ve onları dışlama gibi bir niyetim katiyen yok. bir yunanlı’nın bir yabancıya “yunanca bilmiyorsan başını salla ki anlamadığını bileyim” dediği bir yunan tragedyası vardır. her neyse... mezuniyet törenleri genellikle tüm mezunların erkek olduğu veya olması gerektiği ön kabulü ile yapılır. işte bu yüzdendir ki, törenlerde erkeklerin üstünde harika görünen, bizi ise bir mantara veya hamile bir leyleğe benzeten 12. yüzyıldan kalma cüppeler giyiyoruz. tüm entelektüel gelenek erkeklere mahsus. halk önünde, halkın diliyle, kabile veya ulusun diliyle konuşulur. işte bizim kabilemizin dili de erkek dili. tabii, kadınlar da bu dili öğrenebilir, aptal değiliz ne de olsa. söylediklerine bakarak margaret thatcher’i ronald reagan’dan, indira gandhi’yi general somoza’dan ayırt edebiliyorsanız bana da anlatın. bu dünya erkeklere ait ve erkeklerin dilini konuşuyor. sözcükleri güce yönelik, güç ile ilgili sözcükler. uzun bir yoldan geliyoruz, ama hiçbir yol yeterince uzun değil. ruhunuzu satarak bile oraya ulaşamazsınız, çünkü orası da onlara ait, size değil.

belki güç hakkında, hayat mücadelesi hakkında yeterince söz işittik. belki biraz da zayıflıkla ilgili sözcüklere ihtiyacımız var. şimdi bu fildişi kuleden ‘gerçek dünya’ya geçmenizi ve orada zaferlerle dolu bir kariyer yapmanızı veya kocanıza yardım ederek ülkenizi güçlü tutmanızı ve her konuda başarıdan başarıya koşmanızı dilemek yerine bir kadın gibi konuşsam ne olur acaba? dediklerim hoş gelmeyecek, sizi rahatsız edecek. mesela çocuk istiyorsanız, çocuklarınız olmasını diliyorum desem? sürüyle değil, iki tane. ‘umarım güzel olurlar. umarım hem sizin hem de onların karnı doyar, sıcak ve temiz bir yuvanız, arkadaşlarınız olur ve sevdiğiniz işi yaparsınız’ desem? peki üniversiteye bunun için mi gittiniz? bu kadar mı? başarı bunun neresinde?

başarı, bir başkasının başarısızlığı demektir. başarı, sadece düşleyebileceğimiz bir amerikan rüyası. çünkü, sadece abd’de otuz milyon olmak üzere dünyanın birçok yerinde birçok insan korkunç bir yoksulluk gerçeğiyle yaşıyor. hayır, size başarı dilemiyorum. başarı hakkında konuşmak bile istemiyorum. konuşmak istediğim konu, başarısızlık.

insan olduğunuz için başarısızlıkla tanışacaksınız. karşınıza hayal kırıklıkları, adaletsizlik, ihanet ve telafisi olmayan kayıplar çıkacak. güçlü olduğunuzu zannettiğiniz anlarda zayıf olduğunuzu farkedeceksiniz. mülk edinmeye çalışırken edindiğiniz mülklerin aslında sizin sahibiniz olduğunu anlayacaksınız. kendinizi -ki bunu halihazırda yaşamış olduğunuzu biliyorum- karanlıkta, tek başına ve korkar halde bulacaksınız.

kızkardeşlerim ve kızlarım, erkek kardeşlerim ve oğullarım; sizlerin akılcı başarı kültürümüzün inkar ettiği, sürgün yeri, yaşanmaz, yabancı topraklar olarak tanımladığı bu karanlık yerde yaşamayabilmenizi ümit ediyorum.

bizse, zaten halihazırda yabancıyız. kadınlar, kadın olarak, erkek egemen düşünceyle, erkeklerce oluşturulmuş toplumsal normlara, insanın ‘insanoğlu’ diye adlandırıldığı, saygı duyulan tek tanrının erkek olduğu, gidilebilecek tek yönün yukarısı olduğu bu topluma zaten büyük ölçüde yabancılaşmış ve bu toplumdan dışlanmış durumdalar. bu onların ülkesi. biz kendimizinkini keşfedelim. seksten bahsetmiyorum, seks her kadın ve her erkeğin kendine ait bambaşka bir evren. ben toplumdan, insanoğlunun dünyası diye adlandırılan kurumsallaşmış rekabet, saldırganlık, şiddet, iktidar ve güç üzerine kurulmuş toplumdan bahsediyorum. eğer biz orada kadın olarak yaşamak istiyorsak üstümüze bir miktar ayrımcılık yükleniyor: mills koleji de böyle bir ayrımcılığın ustalıkla oluşturulmuş hali zaten. savaş oyunlarının dünyası ne bizim tarafımızdan ne de bizim için yapıldı; hatta orada maske takmadan soluk bile alamayız. ancak, maskeyi bir kere taktınız mı artık çıkartmak çok zordur. peki ya yaşamımızı burada mills’teyken bir miktar yapabildiğimiz gibi, kendi bildiğimiz gibi sürdürmek istesek? erkekler ve erkeklerin iktidara dayalı hiyerarşisi için çalışarak değil, bu onların oyunu. erkeklere karşı da değil – bunu yapmak oyunu yine onların kurallarıyla oynamak demektir. bizim yanımızda olan erkeklerle ‘beraber’: bizim oyunumuz budur işte. üniversite eğitimi almış özgür bir kadın hayatını neden ya maço erkeklere hizmet ederek ya da onlarla kavga ederek geçirsin? neden onların belirlediği şartlarla bir yaşam sürdürsün?

maço erkek tümüyle akılcı, olumlu ve rekabete dayalı olmayan koşullarımızdan korkar. bu nedenle onları aşağılamayı ve yadsımayı öğrettiler bize. toplumumuzda kadınlar, yaşamın çaresizlik, zayıflık ve hastalık içeren ve sorumluluğunu taşıyan, akıldışı ve telafisi imkansız olan, müphem, pasif, kontrol edilemeyen, hayvani olan, temiz olmayan tüm bölümlerini gölgelerin vadisini, yaşamın derinliklerini yaşadıkları ve yaşamaya devam ettikleri için aşağılandılar. savaşçıların reddettiği, geri çevirdiğidir bize kalan. biz kadınlara ve bizimle bunları paylaşabilecek yani doktorculuk oynayamayıp sadece hemşire olabilen, savaşçı olamayan sadece sıradan bir sivil olabilen, şef olamayan sadece sıradan bir yerli olabilen bizlere kalan budur. işte burasıdır bizim ülkemiz. ülkemizin karanlık tarafı. eğer bu ülkenin bir de aydınlık tarafı, yüksek sıradağları, parlak çayırları varsa, biz onları ancak öncü kaşiflerin masallarından biliyoruz. henüz oraya ulaşmış değiliz. oraya maço erkekleri taklit ederek asla ulaşamayız. oraya sadece, kendi yolumuzu çizerek, kendi ülkemizin karanlığını yaşayarak ulaşabiliriz.

sizin icin ümidim kızkardeşlerim, orada mahkum olarak, kadın olmaktan utanarak, psikopatvari sosyal sisteme esir olmaya razı olarak değil kendinizi evinizde hissedeceğiniz, kendi üzerinizde kontrole sahip olacağınız, kendinize ait bir odanızın olduğu şekilde yani ‘yerli’ olarak yaşamanızdır. orada, sanat mı, bilim mi, teknoloji mi, şirket yönetmek mi veya yatak altlarını silmek mi, hangi konuda iyiyseniz onu yapmanız ve kadın olduğunuz için yaptığınızın ikinci sınıf iş olduğunu söyleyenlere umarım, cehenneme kadar yolları olduğunu söylersiniz ve umarım bu arada eşit işe eşit ücret alırsınız.

umarım ne hükmetme ne de hükmedilme gereksinimi duymadan yaşarsınız. umarım hiçbir zaman kurban olmazsınız ve aynı zamanda da başkalarının üzerinde iktidar da kurmazsınız. başarısız olduğunuzda ve yenildiğinizde ve acı çekerken ve karanlıktayken umarım savaşacak ve kazanılacak savaşların olmadığı, ama geleceği barındıran, yaşamış olduğunuz kendi ülkenizdeki karanlığı hatırlarsınız. köklerimiz karanlıkta; dünya ülkemiz. kutsanmak için nedene çevremize ve aşağılara bakmak yerine yukarılara bakıyoruz? ne umuyoruz? umduğumuz şey casus uydular ve silahlarla dolu gökyüzünde değil aşağılarda dünyada. yukarıdan değil aşağıdan. köklerimiz gözleri kör eden ışıkta değil, insan denen varlığın ruhunu oluşturduğu besleyici karanlıkta."

emekçi kadınlar gününü kutlamak adına, ursula k. le guin'in yaptığı mezuniyet konuşmasını eklemek istedim.

kaynak: başlangıç dergi

çeviren: olcay bingöl

konuşmanın orijinal metni de şurada