Yeşilçam Filmlerinin İçerdiği Zenginleşme Ahlakının Toplum Üzerinde Yarattığı Ters Etki

Yeşilçam filmlerinin hemen hepsinde fakirliğe övgü, zenginliğe yergi vardır. Tabii bu durumun toplum üzerinde yarattığı zenginleşme ahlakı ise çok da iç açıcı olmamış. Sözlük yazarı "lemre", toplumun yarattığı yanlış zenginlik algısının vahimliğini anlatmış.
Yeşilçam Filmlerinin İçerdiği Zenginleşme Ahlakının Toplum Üzerinde Yarattığı Ters Etki


yeşilçam filmlerin üçte ikisini seyretmiş biri olarak (erotikler hariç, onları hep bir arkadaş seyredip anlattı bana) diyebilirim ki fakirliğe övgünün kralını yaparak bir toplumun acayipleşmesinde aktif rol oynamıştır.

tek tek örnek vermiyorum çünkü milyar tane örnek var ama mesela içinizi ışıtan sıcacık bir film getirin aklınıza;

fakir bir evde hararet ve neşeyle kurulan bir sofra, birkaç parça yemeğin yanında babanın içtiği rakı, gülüş cümbüş (genelde buralarda hep şarkı/müzik girer),

ya da sokakta bulduğu izmarite sevinen fakir ama mutlu, içinde fesatlık olmayan adam (genelde sadri alışık, tanju gürsu falan oynar),

beraberce gidilen piknik, eğlence, "fakiriz ama mutluyuz" efektleri eşliğinde gülüşmeler (münir özkul'dan adile naşit'e),

Bizim Aile


fakirliğin verdiği gururla zengin ama kalpsiz adamı sonunda dize getiren kahramanlar.

karşı tarafta ise olanca mal varlığına rağmen yalnız ve mutsuz olan kötü zengin, kötülüğünün karşılığını alan vicdansız adam,

her türlü konfor ve lükse rağmen sonunda kaybeden, ezilip büzülen güçlü kişi.

baştan söyleyeyim sertifikalı fakir olarak kapitalizm'e karşıyım elbette, ama ne yazık ki gerçek hayat temenniler üzerinden yürümüyor, her aklı dengesi yerinde insan evladının bildiği gibi zengin fakiri eziyor, fakirin hayatı boyunca en fazla hayal etmekle yetinebileceği keyif/sefa ve mutluluğu zengin yaşıyor.

güçlü olan güçsüz olanı silindir gibi eziyor, ne atılan erdem tiradları iş yapıyor ne de yapılan kötülüğe karşılık verebilecek bir mucize oluyor. son anda "imana gelmesi" beklenen güçlü ve kötü adamlar tabii ki kötülüğünden vazgeçmiyor, umrunda bile olmuyor.


işte yukarıdaki örneklediğim filmler de zaten kaderciliğin dibine vurmuş toplumlarda öyle bir afyon etkisi yaratıyor ki ne siz sorun ne ben söyleyeyim.

mesela işin bir diğer yönü de yeşilçam'ın olmazsa olması "bir anda tanınmayan birinden miras kalması", "piyango vurması" "fakirin tatlı bir intikam alması için kılık/kültür değiştirmesine yardım eden zengin ve iyi kalpli ihtiyar" temalarında varolan durum, bugün bilinen "sonradan görme" konseptinin gelişmesinde çok yardımcı olmuştur. çünkü bu tesadüfen gelen zenginlik sonrasında ilk yapılan şeyler en lüks arabayı almak, hemen uşak/bahçıvan/şoför tutup hava atmak, şehrin en lüks oteline yerleşmek gibi aşırı uçtaki örnekler oluyor.

"e ne var bunda?" diyeceksiniz, sorun şu ki okumaya/kafasını geliştirmeye/öğrenmeye pek de hevesli olmayan toplumlar kendisine sunulan herşeyi doğruymuş gibi kabul etmeye bayılır.

 işte reel hayatta örneğini bolca gördüğünüz "loto çıktıktan 2 sene sonra fakir kalan adamın dramı", kazandığı paranın yarısını lüks arabaya/telefona yatırıp ondan meden uman "sonradan görme" karakterler bu tarz algılarla hareket eder.

işin en temelinde ise bu "zenginliği hazmedememe" ve "kaderciliğin dibine vurma" davranışlarının geri kalmışlığın kalıcılaşmasındaki çok önemli rolü vardır.

neyse işin saçmalaması bir tarafa da, yeşilçam denince aklıma ayhan ışık, sadri alışık, ve vahi öz'lu filmler gelir, hatta geldi, en iyis açayım da seyredeyim. zengin olmaya falan ne gerek var kardeş, işte mutluluk bu (fakir bahanesi).