1973'te Tam 6 Gün Süren ve Stockholm Sendromu'na İsmini Veren İlginç Banka Soygunu

Stokholm Sendromu, rehinenin kendisini rehin alan kişiyle olası diyalog sürecinde oluşan, duygusal anlamda sempati ve empati oluşması olarak özetlenebilecek psikolojik duruma deniyor. Bu sendromun çıkış noktası ise 1973'te İsveç'te yaşanan bir banka soygunu.
1973'te Tam 6 Gün Süren ve Stockholm Sendromu'na İsmini Veren İlginç Banka Soygunu
AFP


23 ağustos 1973 saat sabahın 10 u. stocholm'deki kreditbanken adlı bankaya giren kara gözlüklü ve siyah peruklu bir soyguncu, sağa sola ateş ederek "parti başlasın!" diye bağırır. bu kişiye daha sonra bir arkadaşı daha katılır. soyguncular yanlarında getirdikleri silah ve patlayıcı maddelerle banka çalışanı olan 4 kadını rehine alıp, diğer işçi ve müşterilerin kaçmasına izin verirler. böylece 6 gün sürecek rehin alma ve polise direnme eylemi de başlamış olur.

olay yerine ulaşan polis birlikleri bankaya girmek isteseler de, soyguncuların direnciyle karşılaşır ve başarısız olurlar. dışarıdan bankadakilerle iletişime geçerler. soyguncuların istekleri ceza evindeki bir arkadaşlarının bankaya getirilmesi ve yanında bir spor arabanın da bankanın önünde hazır bulundurulmasıdır. talepler yerine getirilir. ama ortada bir sorun vardır: polis ablukası kalkmadan buradan nasıl çıkılabilir? soyguncular ablukanın kaldırılmasını ve böylece karşılığında tüm rehineleri bırakacaklarını söylerler. polis tabi ki bu isteği red eder.


banka etrafındaki gergin bekleyiş devam eder. bu sırada gazeteciler, polis barikatı ardında nöbet tutar, radyo ve televizyonlar olay yerinden canlı bağlantılar kurar.
halk da büyük ilgiyle izleyerek işin sonunu bekler.

buraya kadar yazılanlar klasik bir soygun hikâyesi gibidir ama hikâyenin ilginç tarafıysa bankanın içinde yaşananlardır aslında.

6 gün boyunca rehin tutulan banka çalışanları ile soyguncular arasında pozitif diyaloglar oluşur. rehineler sonunda soyguncuların onları öldürmek istemediklerine, sadece buradan çıkıp gitmek istediklerine inanırlar. onlara göre soyguncular aslında gayet iyi insanlardır. yaşam koşulları onları bu işi yapmaya itmiştir. asıl suçlu ablukayı kaldırmayan polistir. çünkü rehineler eğer abluka kalkmış olsaydı işin şimdiye kadar çoktan biteceği inancındadırlar.

bir süre sonra soyguncular, kuşatmanın kalkabilmesi için rehineler ile basın görevlilerinin ilişki kurmasına izin verirler. telefonla dışarıdakilerle ilişki kuran rehineler, ablukanın kaldırılması için dil dökerler ama istekleri yine de yerine getirilmez polisler tarafından.


6 gün (131 saat) sonunda polis bankaya gaz püskürtücü atarak operasyon gerçekleştirip soygunu sona erdirir. fakat operasyon sırasında herkesi şaşırtan bir olay yaşanır. rehineler de soyguncularla birlikte polise karşı koyarlar.

dahası dava sürecinde soyguncuların aleyhine tanıklık yapmayı red eden rehineler, tuhaf bir işe daha başvururlar: aralarında para toplayıp savunmalarına yardımcı olmaya çalışırlar. hatta hapisten çıkınca ailece birbirleriyle görüşmeye de devam ederler. olanları yargılamak yerine, onları anlamaya çalışanların çabası sonucu oluşan bu duruma literatürde "stockholm sendromu" denir.


fbi araştırmalarına göreyse adam kaçırmak ve rehin alma oranlarının %27 sinde rehineler üzerinde bu ''stockholm sendromu'' etkisini göstermektedir.

en çok savaş esirleri, rehineler, cinsel tacize maruz kalan çocuklar, tarikat üyeleri, pazarlanan hayat kadınları ve aile içi şiddet mağdurlarında görülen bu stockholm sendromu'nun sebebi insanoğlunun hayatta kalma içgüdüsüdür.

sendrom genelde şu şekilde gelişir: önce dış dünyadan tamamen soyutlanmış durumdaki kurban, kendisine baskı yapan kişinin şiddet eğilimlerini fark eder, onun kendisini öldürebileceğini hisseder ve bu ölüm korkusu arttıkça hayatta kalma isteği de paralel olarak artar. baskıcının karşısında giderek zayıf düşen kurban, onun en küçük iyiliğini bile gözünde büyütüp minnet duygusuyla dolar. bir süre sonra kendini baskıcının yerine koyup olayları onun gözünden görmeye, ona karşı hoş duygular göstermeye başlar; yaptıklarına hak vermeye başlar. baskı gösterene kendini yakın hisseder ve ondan kendisine bir zarar gelmeyeceği hissiyle kendini rahatlatır. kurban sonunda sahip olduğu tek olumlu ilişkisinin baskıcıyla aralarındaki ilişki olduğunu düşünerek bu ilişkiyi kaybetmemek adına elinden geleni yapar.