1978'de PKK'nın Kuruluşundan Yakalanana Kadar: Abdullah Öcalan'ın Hayatı

PKK'nın kurucularından, teröristbaşı Abdullah Öcalan kimdir, nedir, ne değildir? 1978'de PKK terör örgütünün kuruluşundan 1999'da yakalanana kadar Abdullah Öcalan'ın hikayesi.
1978'de PKK'nın Kuruluşundan Yakalanana Kadar: Abdullah Öcalan'ın Hayatı

kişiler; hareketleri, toplumsal eğilimleri yaratmaz. toplumsal ve tarihsel gereklilikler kişileri yaratır. adolf hitler çocukluk çağında ölseydi bile 1930 ların alman toplumu bir başka hitler çıkarırdı. aynı şekilde demek ki, ulus devletler çağıyla birlikte kürt halkında kabaran bir öfke ve biriken bir enerji varmış ki ayrılıkçı bir siyasi damar hayat bulabilmiş. aksi halde 40 yıllık bir savaş ve on binlerce ölümün sebebini tek bir kişinin marifetiyle açıklamamız gerekirdi. apo uygun zamanda uygun pozisyona talip olmuş bir figürdür. türk milliyetçilerinin sürekli düştüğü hata üzere isyanları, ayrılıkçı hareketleri, etnik kıpırdanmaları, pkk ideolojisine kendilerini hasreden binlerce partizan ve sempatizanın eylemlerini bir kişinin "o*ospu çocukluğuna" bağlamak, öcalan'ın etkisini ve yeteneklerini fazlasıyla gözümüzde büyütmek olur.

olayın derinlemesine tahlili tarihsel ve tolpmusal bağlamıyla analize açıktır ve geniş bir perspektifte anlaşılabilir. yoksa dün şeyh sait'e küfür ederek mesai harcarsın bugün apo'ya. 90 yıl önce kürt teali cemiyeti 75 yıl önce hoybun, bugün de pkk. düşünür durursun, kürt isyancılar zilanlı resul aga'nın, tutaklı ali can'ın, eruhlu yakup aga'nın, ihsan nuri'nin ölümlerinin üzerinden neredeyse bir yüzyıl geçecek ama hala bölgede "orospu çocuğu" tükenmiyor diye. o sebeple küfür ayinini bir kenara koyalım ve ciddi olalım. neymiş şu apo meselesi?

birazdan detayına gireceğim sebeplerden dolayı, türkiye'nin şansı, 1970 lerdeki o kadar farklı radikal figür arasından, kazara abdullah öcalan gibi ideolojik formasyonu zayıf, ilkesiz ve düşük profilli birinin kürt ayrılıkçı hareketinin başına geçmiş olmasında sanırım. (öyle ki 20 yıl suriye ve lübnan gibi arap ülkelerinde yaşayıp arapça öğrenememesine bakarsak zeka açısından da pek parlak olmasa gerek) şanstan öte, bu sürecin tesisinde başkaca kirli ve karanlık işler dönmüş olabilir mi diye de düşünüyorum. anlatayım.

1984'te ilk kurşun patladığında türk silahlı kuvvetleri, hükümet, bürokrasi, istihbarat neredeyse herkes hazırlıksız yakalanmıştı

turgut özal, birkaç eşkıya, çapulcu diye geçiştirmeye çalışıyordu sonra baktılar ki kazın ayağı öyle değil. karşıda kısa vadede def edemeyecekleri bir bela var. örgütün taban bulmasını engellemek amacıyla propagandaya başladılar. basın 15 günde bir pkk bitti, bölündü, temizlendi kabilinden haberler yapardı. arşivlerden gördüğümüz kadarıyla, bu minvaldeki ilk haberi de savaş ay yapmış 1984 ağustosunda. ama ne hikmetse örgüt bitmek yerine her geçen gün büyümeye devam etti.

askerin gerilla savaşı konusunda tecrübesi yoktu. kore'de, nato'nun öncü birliğinde savaşan, kıbrıs'ın kuzeyini 4 haftada alan türk silahları kuvvetleri bu bilmediği savaş düzeni karşısında kendi ülke toprakları içinde neredeyse çaresiz kalacaktı. 1980 lerde bugün ile kıyaslanınca teknik ve lojistik kapasite çok kısıtlıydı. dronelar, termal kameralar, gece görüş dürbünleri, insansız hava araçları gibi teçhizatın henüz mevcut olmadığı yıllardan bahsediyoruz. üstelik ilk zamanlarında, pkk güneydoğu'da çok hızlı taban buldu. pkk'lılar köylerden erzak ve istihbarat alıyorlardı. araziyi tanıyorlardı. üstelik türk tarafının düzenli ordu olması sebebiyle nerede oldukları, her zaman pkk tarafından biliniyordu ama asker, pkk'lıların nerede olduğunu bilmiyordu. dağlarda tecrübe kazanmış ve adanmış militanlara karşı, üç aylık eğitim sonrası karşılarına dikilen 20 yaşında çocukların savaşındaki adaletsizlik birkaç yıl içinde kendini belli etti.

1990'lara gelindiğinde türk ordusu güneydoğu illerinde sadece karakollara sıkışıp kalmış bir güce dönüşmüştü

askerler gündüz dağlarda çatışsa bile hava karardı mı birliklere dönmek zorundaydı. bu pkk’ya hareket serbestisi sağlıyordu. gündüz çevirme ve kimlik kontrolünü jandarma yapardı, geceleri ise pkk araçları durdurup kimlik kontrolü yapıyordu. 1992 ağustosunda şırnak'ta kamu binalarını havan topuna tutacak ya da aktütün'de olduğu gibi, 400 militanla saldırıp, 18 saat boyunca bir karakolu ateş altında tutabilen baskınlar düzenleyecek cürete ulaşmışlardı. vergi topluyorlar, mahkemeler kuruyorlar, sokağa çıkma yasakları ilan edebiliyorlardı. en güçlü olduğu bölgelerde, gelişmemiş de olsa, paralel bir yönetim sistemi kurmuş durumdaydılar. yerel halk devletin mahkemeleri yerine pkk'nın halk mahkemelerine gitmeyi tercih ediyordu. 1992 yılında idil kaymakamı, gazeteci ismet imset ile yaptığı bir röportajda son 6 ay içinde mahkemeye tek bir başvuru bile gelmediğinden yakınıyordu.

gazeteci aliza marcus’un eski pkk’lı, sonradan peşmerge gücüne katılan sait çürükkaya ile yaptğı röportajda şöyle bir tespiti vardır. “devlet ile iktidarı paylaştığımız bu durum çok uzun süremezdi. ya stratejik bir hamle gelmeliydi ya da gerileme başlayacaktı”

pkk’nın kontrol düzeyi öyle yüksek bir çizgiye gelmişti ki kimi militanlar filistin’deki intifada hareketi gibi genel ayaklanma (serhildan) çağrısının ne zaman çıkarılacağını merak etmeye başlamıştı.

türkiye güçleri görece hazırlıksız yakalamışken; pkk’nın yaktığı kıvılcım en değme stratejistleri bile ters köşeye yatırıp, kendilerini bile şaşırtarak, bir anda yangına dönüşmüşken; ırak kürdistan’ında peşmerge ayaklanması, saddam’ın halepçe katliamı, çekiç güç, 36. paralel derken abd ve batı dünyasında kamuoyunun kürt hareketletine sempati ve desteği tavan yapmışken; örgütün dağdaki militan sayısı on bini, köylerdeki silahlı milisleri altmış bini bulmuşken, serhildan (büyük isyan) herkesin dilindeyken tüm kadroların beklediği kitlesel ayaklanma çağrısı hiçbir zaman gelmedi. ne var ki 1992 mart ayında nevroz kutlamaları kitlesel protestolara dönüşünce askerin müdahalesi sert oldu, çatışmalar büyüdü. gelmiş geçmiş en kanlı nevrozda 90 kişi öldü. ama protestocuların beklediğinin aksine pkk yardıma gelmedi. apo kesin olarak tüm kadrolara gerilla savaşı dışında bir yöntem yani kitlesel isyan istemediğini dayatıyordu.

birçok gazeteci, yorumcu bunun nedenini apo’nun kendi kontrolü dışında bir harekete tahammülü olmadığı şeklinde yorumladılar. savaşı büyütmeme tercihinin arkasında şöyle saikler arandı. öcalan, türk tarafının hatalarından hiç ders çıkartmadığı, kendini geliştirmediği, kendisinin ise hiç hata yapmadığı statik bir durum öngörüyordu. sanırım kafasındaki şöyle bir şeydi. “örgüt kurulduğundan beri her yıl ikiye katlanarak büyüyegeldiyse, böyle devam ettiğimizde kazanmamız bir iki yılı bulmaz.”

ileride başka örneklerinden de bahsedeceğim gibi apo’nun böyle kritik dönemeçlerde, kendi hareketi açısından hep kötü kararlar alması öngörüsüzlüğü ve vizyonsuzluğunu ortaya koyuyor yeterince.

tabii ki sınırsız kaynakları olan koskoca bir devlet on yıllar boyunca yeterli önlemleri almadan süreci kendi aleyhine akim bırakacak değildi

silahlı kuvvetler bölgedeki 90 bin kişilik gücünü 1994 olmadan 140 bine çıkardı. helikopter ve zırhlı araçlara büyük yatırımlar yaptı. geceleri de operasyona çıkabilme kapasitesine kavuştu. bu pkk’lılara nefes aldırmayan, ikmal, dinlenme, ihtiyaç giderme için fırsat tanımayan, sürek avına benzeyen, yeni bir çatışma süreci başlattı. dönemin hükümetleri ise örgütün finansal kaynaklarına saldırdı. hatta bu uğurda hukuk dışına çıkıldı, kürt işadamlarına mafyavari suikastler düzenlendi.

pkk’nın kırsaldaki desteğini kırmak için başvurulan köy boşaltmalar, köy yakmalar, kontrgerilla faaliyetleri, yargısız infazlar, faili meçhuller ve işkenceler kısa vadede örgüte desteği düşürdü ama kürt sorununu kangrene çevirdi. bir devlet, çatısı altındaki halklara toplum sözleşmesi denilen hayali bir rıza beyanı ile bağlıdır. rıza üretemeyen iktidarlar sadece cebri metotlarla otorite kuramaz. devlet hukuk dışına çıkarak bitmeyen mağduriyetler yarattığında halk ile kendisi arasındaki toplum sözleşmesini zımnen feshetmiş demektir. ama işte o dönem karar alıcıların, özellikle tansu çiller hükümetinin entelektüel derinlikleri gazoz kapağı kadar olduğundan devlet ağırlığına uygun davranılmadı. pkk katliam yapıyor, sivil öldürüyor, pusu kuruyor, kuralsız oynuyor o halde bizde kontrgerilla ile mukabele ederiz diye düşünüldü herhalde. pkk, keyfi yönetilen bir terör örgütüdür. terör örgütleri tanımı gereği terör yapar. savaşın bu tarafı ise devlettir. devlet her koşulda kendi ihdas ettiği kanunlara bağlı olmak zorundadır. bin yıllık devlet aklı nasıl oldu da kendini bir örgütle aynı kulvarda görüp onun taktik ve yöntemlerini taklit etti, hayret.

bugün hala akp’nin dahi kullandığı, beyaz toroslar mağduriyeti böyle başladı. akp’yi iktidara taşıyan tepki oylarının büyük kısmı 90 lardaki bu kirli savaşın neticesiydi. yine akp’nin bu kadar büyümesine sebep olan, kürtlerin yıllar süren desteği bundan ileri geldi. mao’nun bir sözü vardır. “gerilla, kendini destekleyen halkın içinde sudaki balık gibi olmalıdır” der. devlet balık avlamak için suyu kurutmayı tercih etti. bir gece asker, diğer gece pkk tarafından dövülen köylünün büyük kısmı kütleler halinde batı şehirlerine göç etmeye başladı. batıda, büyük şehirlerde hızlı nüfus artışının sebep olduğu gecekondulaşma, çeteleşme, mafyalaşma, işsizlik artışı, trafik sorunu, varoşlaşmanın bir sebebi de buradan kaynaklanır. metropoller 50 yılda tedricen varabilecekleri popülasyona 5 yıl içinde ulaştılar. yaşam alanlarından ve ekonomilerinden kopup yabancı bir şehirde tutunmaya çalışan büyük kalabalıklar, ilkin en kolay geçim yoluna yani suça savrulur.

türk tarafı köylerdeki baskıyı artırdığında apo tipik bir orta doğulu diktatörün ağzına yakışacağı gibi “öldürelim, biz otorite olalım”diyordu

gerçi apo’nun katliam emirleri vermek için savaşın sertleşmesini beklemesine gerek yoktu. daha 1987 de pınarcık köyünde 16 sı çocuk 30 kişinin ölüm emrini vermişti. 1993 de ise bingöl’de yol kesip kimlik kontrolü yapan pkk’lılarca, otobüsten indirilen 33 silahsız er kurşuna dizildi. yıllar sonra mahkemelerde öcalan ve şemdin sakık suçu birbirlerine attılar.

öcalan, yalnızca düşman gördüğü türk güçlerine zarar vermedi. bir gün bile dağda, ormanda, mağarada yatmamış, çatışma görmemiş olmasına rağmen saçma sapan savaş taktiklerini militanlarına dayatıyor, genelde toplu halde imha edilmelerine sebep oluyordu. 1995 lerden sonra türk ordusu teknik kapasitesini hızlıca yükseltti. gece görüş dürbünleri, termal kameralar, yeni nesil helikopterler ve daha modern karakollar sayesinde güneydoğuda kontrolü ve üstünlüğü ele geçirdi demiştik. şemdin sakık, selim küçükkaya, selahaddin çelik, hüseyin topgider gibi eski örgüt üyelerinin anıları ve röportajlarına göre sahadaki militanlar daha küçük gruplar halinde dolaşmaları gerektiğini söylediklerinde öcalan büyük taburlarla intikal istiyormuş. vurkaç taktiği ile zayiat vermeden çatışmayı teklif ettiklerinde düzenli ordu gibi mekan tutmalarında diretiyormuş. köylüler yerinden ediliyor, erzak ve istihbarat desteğimiz kesiliyor dediklerinde silah zoruyla köylülerin göçünü engelleyin talimatı veriyormuş. itirazlara her zaman karşı tarafı ödleklikle, savaşmayı bilmemekle suçlayıp, burnundan kıl aldırmıyormuş. bu sebepten 1984 den beridir 40 yıldır süregelen çatışmalarda türk silahlı kuvvetleri yaklaşık 6.500 şehit verirken, yaklaşık 32.000 pkk’lı öldürülmüştür.

işte türkiye’nin şansı saydığım noktalardan biri de budur. apo kritik aşamalarda kafasından uydurduğu stratejileri dayatmak yerine 15 yıldır dağda savaşan kadrolarına işi bıraksa, elbet düzenli bir orduyu ve koskoca bir devleti yenecek değillerdi ama daha fazla zarar görebilirmişiz. 90 ların sonuna yaklaşıldığında pkk artık üçer beşer değil ellişer yüzer kayıplar veriyordu.

1998-1999'a gelindiğinde malum, ecevit hükümetinin kararlı tutumu ile apo, suriye’den çıkarıldı

italya’ya gitti. dışişlerinin başındaki ismail cem’in diplomatik becerileri sayesinde italya, rusya, yunanistan, kenya nereye giderse gitsin barınamadı. en son cia ile mit ortak operasyonu ile imralı’ya getirildi. daha uçakta “annem de türk’tü, devlete hizmete hazırım, beni kullanın” diye yanlamaya başladı. işin ilginci bu adam 1980 darbesi sırasında meşum diyarbakır cezaevinde işkence gören, sakat kalan, kendini yakan mahkumlara “orada direnen siz değilsiniz benim manevi varlığımdır” diye mesaj gönderen adam. yakalanınca tek tokat yemeden çözülüverdi, itirafçı oldu.

apo ile ilgili başta söylediğim karanlık ve kirli kısma geliyorum

girizgahı biraz uzun tuttum çünkü önce sürecin nasıl geliştiğini anlatmadan, en civcivli konuya bodoslama dalmak istemedim. şunu da söyleyeyim hem buraya kadar bahsettiğim özet bilgilerin hem de bundan sonra bahsedeceğim asıl can alıcı kısmın kaynağı şu okumalardan derlemedir:

hasan cemal - kürtler
hıdır göktaş - kürtler
cengiz çandar - mezopotamya ekspresi
alev alatlı - valla kurda yedirdin beni
aliza marcus - kan ve inanç
fehim taştekin- rojava
cem ersever - kürtler, pkk ve apo
cem ersever - üçgendeki tezgah
selim çürükkaya - apo’nun ayetleri
medeni ayhan - apo’nun ihanet belgeleri
selahattin çelik - ağrı dağını taşımak
tarık ziya ekinci- kürt siyasal hareketlerinin siyasal analizi
denise natali - kürtler ve devlet

birkaç kitap daha sayılabilir.

bundan sonrası ezber bozan cinsten çıkarımlar olacak

ilk kez de ben tespit etmiş değilim. birçok nokta, hem derin devlet yapılanmasını eleştiren uğur mumcu gibi türk aydınlar hem de apo’nun teslimiyetçi, işbirlikçi tutumunu eleştiren medeni ayhan gibi kürt radikaller tarafından dile getirildi.

şimdi fazla da yorum katmadan bazı bilgiler vereceğim.

apo’nun siyasal hareketlere katıldığı 70 li yıllarda, yasadışı silahlı örgüt enflasyonu yaşanıyordu. pkk nın kurulduğu 1978 yılına gelindiğinde ise tekoşin, denge kawa, pekanin, peşeng, ala rizgari, kürdistan ulusal kurtuluşcuları (kuk), kürdistan sosyalist partisi (psk), beş parçacılar, üç dünyacılar gibi bir sürü örgüt ve hareket kürtçülük davasında aktifti. bildiğim kadarıyla kemal burkay’ın psk’sı hariç hepsi de silahlı mücadeleyi savunuyordu. özellikle kuk ve kawa çok geniş bir tabana ulaşmıştı. (kemal burkay ismi bazılarına tanıdık gelmiş olabilir. aynı zamanda şairdir ve sezen aksu'nun gülümse şarkısının söz yazardır)

bu saydığım, türkiye (pkk diliyle bakur) menşeili örgütler dışında, kökü ırak’ta (başur) olan kürdistan demokrat partisi, suriye (rojava) merkezli hoybun ve iran (rojhildan) kürtlerinin etkili kürtçü silahlı grubu komela gibi örgütlerin de türkiye’de faaliyet gösteren uzantıları vardı. 1923 de kürdistan uyezdi adıyla kurulan sovyet özerk kürt bölgesinin yeniden inşasını amaçlayan yekbun bu tanımın dışındadır. kızıl kürdistan (kürdistana sor) mıntıkasında faaliyet gösteren kürt siyasal temsilcileri 1920 lerden beri var olsa da yekbun 1989 da kurulduğu için 1970 lerdeki örgüt enflasyonuna yetişemedi.

pkk kurulduktan sonraki birkaç yıl içinde tamamı ya devlet eliyle tasfiye edildiler ya da aldıkları darbelerden sonra marjinalize oldular. pkk hariç yalnız. o aksine büyüdükçe büyüdü. diğer örgütler çökertilirken ilginçtir apoculara kimse dokunmadı. pkk da ilginçtir sırayla bütün kardeş örgütlerle çatıştı. bazılarının tasfiyesinde rolü vardır. ilginç bir anekdot: kawa örgütünün tüm merkez komite üyeleri silahlı mücadele sürecini başlatmak için toplandıkları evde baskına uğradılar, tamamı öldü. eğer kawa, pkk’dan bir gün önce silahını patlatmış olsaydı herhalde tabanını daha kimsenin tanımadığı pkk’ya kaptırmazdı.

biraz başa dönersek, abdullah öcalan 1972 yılında bildiri dağıtırken yakalanır. askeri savcı baki tuğ, apo için ceza yasasının 142, 153, 159, 311 ve 312 maddelerinden yargılanmasını isterken duruşma sırasında görüş değiştirip sadece üç ay hafif hapis cezası istedi. daha sonra savcı baki tuğ durumu şöyle açıklamış. aslında örgüt üyeliğinden dava açılması gereken kişi ramazan özcan adında biriymiş. daktilo yazarken yanlışlıkla ramazan özcan yerine abdullah öcalan yazılmış. böylelikle sadece bildiri dağıtmış olan apo örgüt davası dosyasına yanlışlıkla girmiş.

1978 e gelindiğinde, diğer örgütler birer birer çökertildiği sırada, apo, iki arkadaşıyla birlikte pkk’yı kurmak için, diyarbakır’a uçakla gidiyordu. o tarihlerde otobüslerin yolcu kayıtları tutulmuyordu ama uçakların tutuluyordu. apo hayatının belki de en önemli toplantısına giderken devletten emin olmalı ki uçak kullanacak kadar rahattı.

yanındaki iki arkadaşından biri sonradan karısı olacak, mit mensubu ali yıldırım’ın kızı kesire yıldırım ve diğeri askeri istihbarattan olduğu iddia edilen pilot necati kaya’ydı. daha sonra apo, mehmet ali birand ile yaptığı röportajda o yılları anlatırken, devletin istihbaratçı necati kaya aracılığıyla kendini kullanmak istediğini, ama kendisinin onları kullandığını söyleyecekti. yani pkk’yı kurmaya giden üç kişinin birisi istihbaratçı, birisi istihbaratçı çocuğu diğeri de abdullah öcalan’mış.

yine uğur mumcu’nun araştırmasına göre abdullah öcalan’ın askerlik durumu 8 yıl boyunca yani 1979 a kadar sürekli ertelenmiş, üstelik devletten burs almaya devam etmiş, dahası örgütü kurduktan 6 yıl sonra, yani pkk’nın eruh saldırısını yaptığı 1984 yılında bile siyasal bilgiler fakültesinde kaydı devam etmekteymiş.

yıllar sonra 1993 de apo, dünya basınından gazetecileri bekaa vadisine davet ediyor. panaroma dergisinin genel yayın yönetmeni olarak da avni özgürel gidiyor. apo özgürel’i görünce yanına geliyor, eğilip “gençliğimizde takıldığımız mekanı söylemeyesin kimseye. ben zaten günü gelince açıklayacağım. ben söyleyene kadar sen de söyleme” diyor. o an avni özgürel, apo’yu daha önce nerede gördüğünü hatırlıyor. yıllarca gazetelerde resmini gördüğünde bir şey çağrıştırmayan yüz bir anda tanıdık geliyor. kendisi de derin devletle sıkı ilişkiler içinde olan özgürel gençliğinde mit’in paravan şirketlerinden biri olan fikir ajansına gidip oradan komünizm karşıtı yayınları alırmış. abdullah öcalan’ın orada çalışan genç bir çocuk olduğunu hatırlıyor. daha sonra bunu neşe düzel ile yaptığı röportajda da anlatıyor.

özgürel'in yorumu şöyle: "türkiye'de o dönemde ibrahim kaypakkaya diye ideolojik formasyonu çok güçlü biri de vardı. eğer kürt hareketi düşünce planında onun gibi radikal bir kadronun kontrolünde olsaydı türkiye'de çok ciddi sıkıntı yaşanırdı. onunla mücadele etmek zorlaşırdı. oysa öcalan her türlü işbirliğine gelen pragmatik biri. onun kürt hareketinin başında olması bizim devletin de işine geldi."

devamında şunu belirtiyor: "mit'in, jitem'in, emniyet'in irtibat kurduğu insanların önemli kısmı kontrolden çıktı. çatlı ve ağca böyledir. öcalan da belki bunlardan bir tanesidir. bilemezsiniz. kontrol edeceklerini zannetmişlerdir, ama hiçbirini kontrol edememişlerdir."

bir başka şüphe uyandırıcı ifadeye geçelim.suriye baas hükümetinin cumhurbaşkanı yardımcısı abdülhalim haddam, gazeteci muammer elveren ile yaptığı röportajda apo’nun şam’da türkiye askeri ataşesi ile aynı apartmanda ikamet ettiğini söyler. koskoca metropolde başka bina kalmamış gibi. ilginç.

diyelim ki 70'li yıllarda apo, mit tarafından devşirildi. 80 darbesiyle birlikte apo, mit’ten özerkliğini ilan etmiş olsun. yakalandığı 1999 senesinde bile görünen o ki türkiye askeri ataşesi ile irtibatının olması düşündürücü.

biraz komplo teorisi gibi olacak ama pkk tarihini okuyan gazeteci ve araştırmacılar şunu bilir. abdullah öcalan yıllar içinde örgüt içinde itibar kazanan, kahramanlaşan, başarı kazanan herkesin kellesini alarak gelmiştir. bir örgüt programına yazdığı amaçlara ulaşamasın, ne bir kazanım elde edebilsin, ne tasfiye olsun, çözülsün, yıllar boyunca sürüncemede kalıp on binlerce gencin hayatını yutsun diye planlasan ancak böyle yönetilebilir.

mahsum korkmaz pkk içinde ilk sivrilen komutanlardan biriydi mesela. abdullah öcalan'ın sağ kolu. şam'da göt büyüten öcalan'dan farklı olarak dağlarda kışlıyor. ırak’ta kdp peşmergeleriyle çıkan çatışmada en umutsuz durumda pusuyu yarıp takımını kurtarması dillerde. pkk'lılar bu adamı efsane olarak görüyorlar. 1986 da türk silahlı kuvvetleri ile çıkan çatışmada öldü deniliyor. apo, beka vadisindeki ana askeri kampın adını onun anısına mahsum korkmaz akademisi olarak değiştiriyor. şemdin sakık ise imralı'da bir tiran kitabında olayı farklı anlatıyor. mahsum korkmaz'ı alnına tek kurşun sıkarak öldüren kişi korkmaz’ın kendi ekibinden fevzi aslan'mış. tabancasını olay yerinde bırakıp kaçıyor. öcalan'la irtibata geçip bekaa'ya dönüyor. şemdin sakık dahil olayın şahitleri öcalan'a meseleyi açıklayan rapor sunuyorlar. fevzi aslan soruşturmaya uğramadığı gibi rusya'ya gönderilerek mukafat alıyor.

binbaşı cem ersever'in kürtler, pkk ve apo kitabında ise şöyle bir cümle geçer. apo; böylece grubun gelişmesi, isim yapması için çaba sarfeden, abdullah öcalan'ı apo yapan mehmet uzun, ali yaylacık, ahmet ballı ve daha birçoklarini mafyavari ama tamamen uyduruk senaryolarla öldürttü. aslında bu tavır, daha o dönemde örgüt saflarına bir mesajdı. gerekçesi ne olursa olsun hiçbir eleştiriye prim verilmeyeceginin işaretleriydi bunlar.

apo kendi iktidarına tehdit olarak gördüğü partidaşını harcamaktan hiç çekinmemiştir. çoğu halde herhangi bir militanın apo’nun iktidarına göz koyması bile gerekmemiştir. çok sivrilmesi, isminin fazlaca öne çıkması yeterlidir. o zaman en bilinenlerinden bir iki tane daha sayalım. dilaver yıldırım’ın birikimli biri olmasından ve kadrolarda gördüğü saygıdan ürkmüş ajan olduğu yönünde sorgulamalardan sonra öldürülmüştür. resul altınok tavizsiz ve dobra biri olarak bilinirdi. apo’yu açıktan eleştirdiği için işkenceli sorgudan geçirilip öldürülmüştür. mehmet şener apo’nun radarına girince öldürüleceğini anlıyor, kaçıyor. pkk’dan ayrılıp pkk vejin’i kuruyor. apo’nun suikastçileri onu kamışlı’da bir evde bulup öldürüyorlar. şemdin sakık sadece pkk içinde değil sempatizanlar arasında bile ünlenince fişi çekiliyor. şener’in aksine sakık apo’nun elinin kolunun uzun olduğunu biliyor ve muhtemel o yüzden bir mizansen ile türk güçlerine teslim oluyor. diyarbakır cezaevinde ağır işkencelere ve 11 yıl hapishane koşullarına dayandığı için pkk içinde saygınlık elde eden selim çürükkaya bekaa kampında çeşitli bahanelerle tutuklanarak tasfiye edilmek isteniyor. örgütün hapishane olarak kullandığı binadan kaçıp beyrut'a atıyor kapağı. orada apo'nun katilleri izini buluyorlar ama bir şekilde onları atlatıp avrupa'ya iltica edebiliyor. apo'nun karakter zaafiyetini ve düşkün kişilik yapısını çürükkaya gibi onun elinden kurtulabilmiş eski partizanların yazdığı kitaplardan bilebiliyoruz.

apo'nun bu kadar sefil bir karakter olmasının biz türk tarafına göre iyi yanı şu olmuş. sürekli olarak en başarılı olabilecek adamları temizleyerek örgüt içinde yapay bir seçilim yaratmış. iyi yönetici ve stratejistlerin yerine dalkavuk ve yalakalar yükselmiş. bu durum bir yandan bağımsız, birleşik kürdistan hayallerini boşa düşürürken diğer yandan kalitesiz ve ahlaktan mahrum komuta kademesinin elinde örgüt, uyuşturucu ticareti dahil çeşitli pis işlere bulaşmasının önünü açmış. terörizm sabıkaları ile birleşince uluslararası mecrada bulabilecekleri destek kısıtlanmış, dünyada kamuoyu yaratma güçleri sınırlanmış oldu.

asker ve sivil güvenlik bürokrasinin bu adamı neden sevmediğini açıklamaya gerek yok herhalde. her ne kadar totosu sıkışınca mektubundan medet umar hale gelseler de türk milliyetçisinin, sağcısının tutumu da belli. benim gibi sosyalistlerin gözünde ise devrimci yöntemleri ve gerilla savaşını kirleten adamdır. pkk sayesinde her türlü muhalefet, protesto, eylem terör ile ilişkilendirilir oldu. halbuki fidel ve che gerilla savaşı ile amerikancı bir diktayı devirmişlerdi. ho chi minh ülkesinden emperyalist işgalcileri kovmuştu. onların yükselttiği mücadele tarzının, itibarından bugün bir şey kalmadıysa sebebi pkk'nın adi şekilde yürüttüğü 40 yıllık kirli savaştır.

velhasıl apo'yu sevmeyen kesimin sebepleri sağlam. ama asıl bu adamı sevenler, önderlik olarak görenler, öcalan irademdir diye sözünün altına imza atanlar hangi saiklere dayanıyor, bu ilginç geliyor bana. bu zevat için, bağımsız kürdistan bir hayaldiyse eğer, herhalde bu hedefte bu hareketin başına geçebilecek en çapsız adam olabilir öcalan. kürt toplumunu kendi kültünü büyütmekle mükellef bir insan deposu gibi gördüğünden hayatlarına zerre değer vermediğini binlerce kez ispatlamıştır.

milliyetçi türkler tarihte bireyin rolünü, tarihsel nedensellik ve zorunluluk kuramlarını, altyapı üstyapı ilişkilerini bilmedikleri için toplumsal hareketleri kişilerle açıklamaya çalışıyorlar. kavramları yerli yerinde kullanamadıkları için meseleyi terör sorununa indirgeyerek konuşuyorlar. halbuki sorunun doğru tanımı kürt halkının türkiye cumhuriyetine karşı ayrılıkçı isyanıdır. terör bu ayrılıkçı harekete lokomotiflik eden örgütün seçtiği yöntemdir. iki toplum demokratik bir zeminde, diyalog kurarak bu meseleyi sulh içinde çözmediği için bir yerden patlak vereceği belliydi. öcalan olsun olmasın bu çatışmanın maddi koşulları oluşmuştu. öcalan hukuki olarak bir terörist, bir katliam azmettiricisi, bir toplum düşmanı olabilir ama tarihsel rolüne bakıldığında olmayacak bir savaşı oldurmuş değildir. zaten büyük işler başarabilecek kalibrede de değildir.

ayrılıkçı kürtler tarihte bireyin rolünü, tarihsel nedensellik ve zorunluluk kuramlarını, altyapı üstyapı ilişkilerini bilmedikleri için toplumsal hareketleri kişilerle açıklamaya çalışıyorlar. abdullah öcalan gibi yetersiz, özgüvensiz bir sosyopatı, aşiretlerden bir ulus yaratan lider olarak görüyorlar. cumhuriyetin başından beri süregelen inkar politikalarının, kürt diye bir halk yoktur, onlar dağ türkleridir şeklinde özetlenen resmi ideolojinin, kenan evren tesis ettiği ceberrut devlet aygıtının, diyarbakır cezaevindeki işkencelerin biriktirdiği öfkenin, kürt toplumunda bir reaksiyon yarattığını (aynı zamanının yetkilileri gibi) göremeyip, muhtemelen zamanında mit'in kullandığı bir figüranın isminde, cisminde mücadeleleri hayat buldu zannediyorlar.

yazmayı unuttuğum bir iki noktayı da iliştireyim şuraya.

yukarılarda bir yerde yekbun ve kızıl kürdistan'dan bahsettim. geçen yüzyılın başında ermenistan ve azerbaycan arasında savaş sebebi olan karabağ bölgesinde yoğun kürt nüfusu var. sovyet rejimi bu mıntıkaya kürdistan uyezdi adıyla bir tür otonomi tanıyor. başkenti laçin oluyor kubatlı, kelbecer ve zengilan gibi kürt yoğun nüfuslu şehirler bu yönetime bağlanıyor. sonra idari yapı değiştiriliyor falan buraları geçiyorum. 1991 de sovyetler birliği rejimi çökünce bölgede azerbaycan, gürcistan, ermenistan bağımsızlık ilan ederek rusyadan kopuyorlar. kafkasya kürdistan özgürlük hareketi ise sovyetlerin ilk dönemindeki kürdistan uyezdi'ne isabet eden bölgede laçin kürt cumhuriyetinin yani kürtler arasındaki ismiyle kızıl kürdistan'ın kurulduğunu ilan ediyor. başkanı da wekil mustafayev.

pkk’nın eski sovyetler ve doğu avrupa sorumlusu mahir welat kod adlı numan uçar mustafayev'e geliyor. "azerbaycan sana 3,5 milyon dolar ve moskova’da bir ev verecek. ayrıca oğlun için de yüksek kıdemli bir görev ayarlayacaklar. yeter ki sen kafkasya kürdistanı’ndan vazgeç, oranın kürdistan toprağı olmadığını, azerbaycan toprağı olduğunu belirt” teklifinde bulunuyorlar. mustafayev sert cevap verip gönderiyor bunları. sonra abdullah öcalan tarafından şam'a çağırılıyor. apo artık kafkasya kürdistanı için çalışmaması yönünde telkinde bulunuyor. mahir welat'ın azerbaycan hükümetiyle, ermenistan başkanıyla yürüttüğü trafik sonrası kızıl kürdistan'dan eser kalmıyor. yani apo'nun, kızıl kürdistan projesinin bozguna uğratılmasında da rolü var.