2020 Yılında Türkiye Ekonomisinin Yaşayabileceği Artı ve Eksi Durumlar

Yeni yılla birlikte yeni tahmin, öneri ve analizler de gelmeye başladı. İşte Türkiye ekonomisinin 2020 yılında nerelere gidebileceğine dair bir analiz.
2020 Yılında Türkiye Ekonomisinin Yaşayabileceği Artı ve Eksi Durumlar
iStock

bu yılın ilk kriz başlığı yazısında, mevcut ekonomik politikaların nerede işlevsiz hale geleceğine dair düşüncelerimi belirteceğim.

öncelikle ekonomi yönetiminin yapmaya çalıştığına kısaca bir değinelim

2018 eylül ayındaki rekor faiz indiriminden sonra geçen yılın temmuz ayına kadar neredeyse 10 aylık bir dönem boyunca ortalama fonlama faizi %24'te tutulmuştu. tabii bunun mevduat faizlerine yansıması, hükumetin uyarıları sonucunda %20'nin üzerine çıkamadı ayrı konu.

faizlerse geçen yılın son 5 aylık döneminde %24'ten %12'ye indirildi. buradaki temel amaçsa paranın devir hızını artırmaktı. bu her hükumet için önemlidir çünkü paranın devir hızı arttıkça ekonomik aktivite artar ve bu da harcamalarda artışı ve beraberinde ekonominin büyümesi sonucunu getirir.

bu konuya değinmek gerekirse bir yıl içinde paranın devir hızı kısaca, o ülkede üretilen milli gelirin ortalama m1 emisyonuna bölünmesiyle hesaplanan bir sayıdır. haftalık emisyonları tcmb'nin, milli gelir istatistiklerini de tüik'in sitesinden bularak geçmiş yıllara dönük olarak siz de hesaplayabilirsiniz. örnek olması açısından rakamlar şaşabilir ama 2017 yılı için aklımda kalanlar şu şekildeydi.

dolaşımdaki ortalama tl emisyonu yaklaşık 150 milyar liradır. o yılki gsmh ise yaklaşık 3.2 trilyon tl'dir. bu durumda ortalama pdh, yani paranın devir hızı, 3200/150=21.33 civarı bir değeri verir. tabii daha detaylı bir analiz için haftalık ortalamalara çeyreklik gsmh verilerine vs. bakmanız gerekir daha fazla sayılara boğmak istemiyor ve burada bırakıyorum.

bu paranın devir hızını artırmak temel amaçtır, en azından şu anki hükumetin temel amacıdır. bu para ağırlıkla bankalar-şirketler-hane halkı üçgeninde dolanır durur. devlet bütçe açığı veriyorsa bu üçgene para aktarıyor, bütçe fazlası veriyorsa bu üçgenden para çekiyor demektir.

tabi bu üçgen içinde mb ne şirket ne de banka olarak yok kabul edilirse. aksi takdirde gerçekte verilen bütçe açığı mb'den çeşitli isim ve şekillerde alınan para olarak gösterilir ve bu da emisyonu şişirir. bu bir nevi karşılıksız para basmak değil, karşılıksız emisyon artırmaktır. 1971 yılından beri bu gezegende basılan bütün paralar karşılıksızdır.


yeniden hükumetin ne yapmaya çalıştığına bakalım

bu dönemdeki yaklaşık 1200 puanlık faiz düşüşünü,

1) döviz tevdiat hesaplarına daha yüksek stopaj kesintisi

2) bir çeşit kambiyo vergisinin yeniden getirilmesi, sanırım binde 1 veya 2 olmalı

3) sanırım 100 bin idi, 100 bin dolar veya muadili ve üzeri değerdeki çevrimlerin hesaba bir gün geç geçmesi

4) bankalara emirle verilebilecek en yüksek tl mevduat faizlerinin dikte ettirilmesi

5) kredi artış oranını belirlenen hedefe çıkaramayan bankaların zorunlu mevduatlarına daha düşük faiz uygulanması

6) yeni uygulamaya konulan döviz cinsi zorunlu karşılıklara alınacak komisyon artışları

bu maddelere bakınca hükumetin derdinin insanları paralarını tasarruf etmek yerine harcamaya yöneltmek olduğu çok açık görünüyor. faizi düşürmenin temelinde de bu gerçek yatıyor fakat mb tl'nin patronu olduğuna göre kontrol edebildiği faiz de tl'nin faizi olacaktır.

eğer bir ülkedeki bütün tasarruf sahipleri paralarını dövizde tutmaya karar verirse, tl faizlerle paranın devir hızını kontrol edemezsiniz. bunun nedeni, harcama isteği yerine ve/veya tl mevduat tutma isteği yerine dövize kaçan paradır, yani dolarizasyondur.

dövizin cazibesini düşürmek için kambiyo vergisi getirmek, hesaba geç aktarmak, daha çok stopaj uygulamak, döviz zorunlu karşılıklardan daha fazla komisyon almak gibi uygulamalar sermaye serbestisini ve parasının konvertibilitesini koruduğunu iddia eden bir ülkenin ekonomik sistemi içinde atılabilecek en uç adımlardandır, ama yine de içinde denebilir.

yurt içi yerleşiklerin döviz tevdiatlarının toplamı 2019 yılı içerisinde 30 milyar dolardan fazla arttı. bu kadar yüklü bir para türk finansal sisteminden bir yılda çekilseydi kurun gideceği nokta düşünülemezdi ama kurda 2019 yılında ciddi bir artış olmadı aşağı yukarı yıllık enflasyon kadar arttı. yerleşiklerin almış olmasının önemi şudur. şirketler veya bankalar dış borçlarını ödemek için döviz alıp satarlar ama yerleşiklerin döviz borçlanması 2014 yılından beri yasak olduğundan dolayı yerleşikler sadece tasarruf aracı olarak dolar alırlar denebilir. bu da tl'ye olmayan güvenin bir sonucudur.


bu mucize nasıl oldu?

aslında mucize değil, nisan ayında londra'daki swap piyasasının tl işlemlere deyim yerindeyse kapatılması ve tcmb'nin viob üzerinden bu piyasayı içeride açması sonucunda para içeride dönmeye başladı. düşük reel faizle tl cazip olmaktan çıkıp, üzerine de rekor bütçe açığı verilince tl'de kalmayı kimse istemedi, istememek bir yana kimse de güvenmedi, hala da güvenmiyor.

sistem kısaca, parasını harcamak veya tl'de değerlendirmek istemeyen tasarruf sahiplerinin dolar talebini kamu bankaları üzerinden tcmb'nin net rezerv eriterek halka satması üzerine başladı. uğur gürses'in zamanın başkanına sorup yanıt alamadığı soru gibi bu durum da net rezervler hakkında bir bilinmezlik yarattı, ki bu durum şu an çoğu ekonomiste göre bir muamma olarak gizemini koruyor. mb'nin net dolar rezervinin negatife düştüğünü savunanlar dahi oldu geçmiş zamanlarda.

bunun sonucunda, tcmb'nin net dolar rezervi ile zorunlu karşılıklardan oluşan yükümlülükleri bir nevi yer değiştirdi. dışarıdan borçlanarak cari açık verdiğimiz dönemin aksine para sistemin içinde kaldığından dolayı da kurda ciddi bir şok yaşanmadı.


buraya kadar olan kısmı özetlemek gerekirse

hükumet hem tl için ciddi bir faiz verilmesine izin vermedi, fonlama faizi %24 iken mevduatların %20'nin üzerine çıkarılması el altından yasaklandı, hem dolara geçilmemesi için mevcut sistemin limitleri içinde elinden geleni yaptı, hem de el altından dolarda bir nevi ponzi sistemi kurarak kırılganlıkları yükseltti. bu arada da içerideki para döngüsünde tl paranın devir hızını yükseltme çalışmalarına devam etti.

bu süreçte cari fazla verilmiş olması ve aynı zamanda da, sermaye hesabındaki yurt dışı yerleşik vatandaşların vasat girişlerini de ekleyecek olursak ciddi bir dış borç ödenebildi. bu sistemin son 9 ayda ağır arıza çıkartmamış olmamasının en temel nedeni cari denge ve uyp açığındaki düşüştür.

yani dolardaki adımların kuru patlatmamasının temel nedeni budur.

peki şu an neden kur tutulamıyor gibi görünüyor?

açıkçası bu sorunun net cevabını politika yapıcılar bilebilir ama verileri ve sezgileri ön plana alarak yorumlayalım.

1) öncelikle hükumet yep'te açıkladığı ortalama kur hedefini 2019 yılı için tutturdu. bu nedenle 2020 hedefi görece daha yüksek olduğundan dolayı kısmi olarak izin veriyor olabilir.

2) daha büyük sorun ise cari açıktır. şu an elimizde en son 2019 ekim ayı verileri var ve kasım verileri için sanırım yaklaşık 2 hafta daha bekleyeceğiz. ama elimizde dış ticaret verileri var.

buna göre ekim-kasım-aralık aylarında sırasıyla 1.82-2.24-4.72 milyar dolar dış ticaret açığı verilmiş. turizm sezonu olmadığından dolayı hizmet gelirleri görece daha az olacağına ve ekim ayında da 2.8 milyar dolar hizmet geliriyle kabaca 1 milyar dolar cari fazla verildiğine göre muhtemelen kasım ayında da cüzi bir cari fazla verilir ama biz aralık ayında kabaca 2 milyar dolara yakın bir cari açık beklenebilir.

şunu atlamamakta yarar var, cari denge aralık 2019 henüz açıklanmasa da biz şu an o dönemi geçtik ve faiz indirimleriyle son sürat devam ediyoruz. kredi vermeye politika yapıcılar tarafından zorlanan özel bankalar da, daha garantili gördüklerinden dolayı ve özel sektör zaten net dış borç ödeyicisi olduğundan dolayı tüketici kredilerine odaklanınca 13 haftalık hareketli ortalamalarda tüketici kredileri artışı %40'ları patlattı.

bunun nedeni, cumhuriyet tarihi boyunca yaratılan nitelikli emeğe karşın nitelikli sermaye yaratımındaki zayıflıktır.

tüketiciye verilen kredinin ithalatı artırmaması imkansızdır. düşünsene sen, ben krediyle ne alırız?

elektronik eşya = ithal
araba = en az %50 ithal
ev = inşaat üretim maliyetlerinin kahir ekseriyeti ithal


şu an kuru tutmakta zorlanma nedenimiz aslında bu kredilerdir

daha emin bir fikir için belki 2020 ocak ayı dış ticaret rakamlarına da ihtiyaç duyabiliriz ama aslında kuru tutamadığımız için sevinmemiz lazım demek ki krediler işe yaramış. tcmb 10 gün sonra toplanacak ve 150-200 puan faiz indirmeye kalkarsa işin sonu nereye varır bilmiyorum, aslında biliyorum da otosansür diyelim.

bu durumda önemli olan cari açığın çıkacağı boyut ve özel sektörün dış borç çevirmede ödeyeceği risk primidir. yeni bir qe politikası uygulansa bize borç gelmese dahi eski borçların çevrimindeki faizin korunması dahi başarı sayılabilir. buna ek olarak, cari açığı sermaye hesabındaki yerleşiklerin hareketleriyle sınırlı tutabilirsek uyp açığını kapatırken cari açık vermeyi sürdürebiliriz geçmişten farklı olarak.

her şeye rağmen itiraf etmeliyim, bu resmen bir pollyanna'cılıktır. bu kadar dışsal riskin olduğu bir ülkede bu kadar kırılgan dengeler biteviye sürdürülemez. bu nedenle, ya 2019 yılı genelinde olduğu gibi cari fazla vermeye devam edeceğiz, ya da cari fazla yaratırken istihdam artırmanın yollarını bulacağız ki bu da bizi yazının başında değinmekten vazgeçtiğimi, bu yazı için tabii ki, katma değer üretim kavramına götürür.

herkese iyi bir yıl dilerim.

Yakın Gelecekte Herkese Bağlanması Öngörülen Distopik Maaş: Evrensel Temel Gelir