400 Yıl Önce İstanbul Nasıl Bir Yerdi?

400 yıl önceki İstanbul'un şehirleşmesi, planlaması, nüfusu, sosyal hayatı ve ticaretine dair bilgiler.
400 Yıl Önce İstanbul Nasıl Bir Yerdi?

osmanlı devleti, on altıncı yüzyıl sonunda “duraklama dönemi” dediğimiz bir sürece girdi. kurumlardaki bozulmalar yolsuzluklara, toprak gelirlerinin azalmasına, askeri açıdan zayıflamaya sebep oldu.

bu dönemde devlet hala ihtişamıyla ayakta, ancak bazı ekonomik sorunlara da çare bulunamıyor. bütçede ki büyük açık on yedinci yüzyılda daha da belirginleşti. öyle ki giderler gelirlerin üç katına çıkmıştı.

avusturya ve iran ile yapılan savaşlar, celali ayaklanmaları, devleti çok yıpratmış ve ekonomiyi iyice bozmuştur. i. ahmet zamanında avusturya ile yapılan savaşlara son verilince biraz rahatlama olmuş ve barış dönemine girilmiştir. ancak bu dönem kısa sürmüş, sultan ahmet’in ölümünü takip eden altı yıl içinde toplam dört padişah değişmiştir.

yine bu yüzyılda, ukraynalı kazaklar tarafından karadeniz kıyılarına saldırılar olmuştur. istanbul’un kuzeyine, boğaziçine kadar gelen kazaklar yağma yapmış hatta tarabya kasabası da ateşe verilmiş.

ekonomik sorunlarla ortaya çıkan celali isyanları da şehrin çevresinde güvensizlik yaratmıştır. istanbul’un belki de en sıkıntılı dönemleri on yedinci yüzyılda yaşanmıştır.

şehirleşme ve yönetim

istanbul şehrini dört bölge olarak düşünebiliriz: suriçi, eyüp, galata ve üsküdar. her bölge ayrı bir kadı tarafından yönetilirdi ve osmanlı kadılıkları arasında en üst dereceydi.


suriçi, dersaadet de olarak adlandırılan alan tarihi yarımada dediğimiz yer. topkapı sarayı, ayasofya’yla birlikte istanbul’un nüfusunun büyük çoğunluğu burada yaşamaktaydı.

eyüp, suriçi’nin bitişinden istanbul’un batısında kalan çatalca’ya kadar olan bölgeyi kapsayan bölgeydi. eyüp, istanbul’un dini merkezi gibiydi. padişahlar cuma selamlığına eyüp sultan türbesi’ne giderlerdi.

galata ise bugün galata kulesi’nin de olduğu, haliç’ten karadeniz kıyılarına kadar olan bölgedir. burası ithalat ve ihracat işlemlerinin merkeziydi.

üsküdar ise istanbul’un anadolu yakasındaki durak noktasıydı. burası anadolu’dan istanbul’a gelen ürünlerin aktarma yapıldığı, aynı zamanda tarım yapılan bir yerdi.


bu bölge kadılıkları içerisinde mahalleler bulunuyordu. mahalleler birbirinden kesin çizgilerle ayrılmıştır. “osmanlı mahallesi” bir cami, mescit etrafında kurulmuştur. mahalle pek çok konuda bir bütün kabul edilmiş ve sorumluluk verilmiştir. müslüman mahallenin başında “imam” bulunurdu. saraydan gelen emirler, bölge kadısı tarafından imamlara söylenir. imam pek çok açıdan mahalleden sorumludur. sorunları kadıya bildirir, mahalleliyi yakından tanır ve gelen yabancıları tespit etmeye çalışır. o zamanlar bir mahalleye taşınabilmek için mahalleden birinin kefil olması gerekirdi.

mahalleler genelde homojen yapıdadır. aynı din ve etnik kökenden gelen insanlar bir aradadır. bazı mahallelerde birkaç millet yan yana yaşamaktaydı. ancak tam anlamıyla bir kaynaşma söz konusu değildi. milletler kendi toplulukları ile beraber yaşıyorlardı.


zenginlerin saray ve konakları atmeydanı, ayasofya yakınlarında, divanyolu caddesi üzerindeydi. halk mahalleri ise haliç boyunca, edirnekapı-beyazıt hattının kuzeyinde, aksaray-yenikapı tarafında bulunuyordu.

istanbul’u çepeçevre saran surlar şehrin semtlerine de isim vermiştir. evliya çelebi’ye göre şehrin yirmi altı kapısı bulunur. bu kapılar şehir surlarının geçiş noktalarıdır. topkapı, edirnekapı, yenikapı, eğrikapı gibi isimler bugün hala aynı semtlerde kullanılmaktadır. (diğer kapılar: ahır kapı, aya kapı, cibâli kapısı, ayazma kapısı, balat kapısı, fener kapısı, balıkpazarı kapısı, çatladı kapı, davutpaşa kapısı, edirnekapı, eğrikapı, eyyüb-i ensari kapısı, kumkapı, langa kapısı, narlıkapı, odunkapı, petro kapısı, samatya kapısı silivrikapı, şehid kapısı, topkapı, unkapanı, yedikule, yeni cami kapısı, yenikapı, zindan kapı)


bir seyyahın dediğine göre istanbul sokaklarının hiçbirinin adı olmadığından, gidilecek yeri bulmak için semtin adını ya da çevredeki herhangi bir caminin adını vermek yeterliymiş.

ticaret

istanbul’da ticaretin yoğunlaştığı yerler eminönü ve kapalıçarşı’ydı. han ve kervansaraylar da bu bölgelerde yoğunlaşmıştı.

istanbul’un zengin bir ticaret hayatı vardı. pek çok meslekten esnaf loncalar halinde örgütlenmişti. esnaf alaylarında her meslek loncasıyla beraber yürüyüşe katılır, kendi sanatını gösterirdi.


milletlerde farklı mesleklerde uzmanlaşmıştı ya da onların elindeydi diyebiliriz. deniz işleri özellikle balıkçılık, meyhanecilik gibi meslekler rumlar tarafından yapılırdı. ege ve akdeniz ticaretinin çoğunluğu rumlardaydı. yahudiler hekimlik, sarraflık ve ticaretle ilgilenmişler. özellikle uluslararası ticarette avrupalılarla aracılık yapmışlar. ermeniler bakkal, pastırmacı gibi işler yanında ipek ticaretiyle de ilgilenmişler.

nüfus

çeşitli tahminlere göre şehrin nüfusu 800 bin ile 1 milyon arasındadır. o dönem ki pek çok avrupa başkentinden daha kalabalıktır istanbul. hatta bu nüfus artışını durdurmak için çeşitli tedbirler alınmıştır ancak yine de göç engellenememiştir.


toplam yüzde kırk civarında gayri müslim nüfus olduğu tahmin ediliyor. bu nüfus içerisinde büyük çoğunluğu rumlardı.

sosyal hayat

sarayın sünnet ve düğünleri bütün şehirde büyük coşkuyla kutlanırdı. günlerce süren eğlenceler, hacivat-karagöz oyunları, esnaf geçitleri yapılırdı.

on yedinci yüzyılın istanbul’unda müslümanlar için hayat, sabah namazı ezanıyla başlardı. günün temposu namaz vakitlerine göre belirlenirdi. güneş ışıklarıyla başlayan gün, güneşin batışıyla sona ererdi. ramazan ayı dışında (teravih namazı için) akşam dışarı çıkılması yasaktı.

içecek olarak genellikle kahve, boza ve şerbet içilirdi. bir gezgin türklerin yemekte genelde su içtiklerini yazmış.

on yedinci yüzyıl istanbul’da kahvehaneler yaygınlaşmıştır. insanlar bozahane, meyhane (müslümanlara yasaktı) yerine kahvehanelere gitmişler. tütünün de istanbul hayatına girmesiyle birlikte, kahvehaneler hedef tahtasına koyulmuştur. sultan ıv. murad (1623-1640) döneminde idam cezalı tütün ve alkol yasakları verilmiş, kahvehaneler kapatılmıştır.  cezası ölüm olduğu halde yine de yasağa uymayanlar olmuştur. insanlar vakit geçirmek, sosyalleşmek, eğlenmek için kahvehanelere gidiyorlardı.

meddahlar ve kıssahanlar, kahvehanelerde iskendername'den, battal gazi'den hikayeler anlatırlardı. meddahlar, aynı zamanda taklit de yaparlardı. bir de saz eşliğinde şiir okuyan âşıklar vardı. ama en sevilen gösteri hacivat-karagöz oyunu olmuştur.


şehir halkının en sevdiği eğlence kıra gitmekti. kağıthane, göksu deresi yakınları istanbullular için mesire yeriydi. maddi durumu iyi olanlar boğaziçi’nde ya da adalarda yazlık sahibiydiler.

ulaşım şehir içinde atlarla, atlı arabalarla ve boğaziçi'nde kayıklarla yapılırdı.

ayasofya cami

evliya çelebi, istanbul’daki camileri anlatırken hep ayasofya ile kıyaslar. ayasofya’yı anlatırken “… hâlâ insafla bakan hayretler içinde kalıp bütün şekilleri canlı sanırlar” diyerek kubbedeki melek ve insan resimlerini anlatmış. sütunların köşelerinde melek resimlerinin dört büyük meleği tasvir ettiğini yazmış.


ayasofya on yedinci yüzyılda dört minarelidir. birinci minareyi fatih, ikinci minareyi ıı. selim yaptırmış. üçüncü ve dördüncü minareler iii. murad tarafından yaptırılmıştır.

istanbul yangınları

insan eliyle istanbul’un başına gelen en büyük felaket yangınlardır. on yedinci yüzyılda yaşanan üç büyük yangından söz edebiliriz. 1633’te 20bin ev yanmış, 1660’ta çıkan yangında 4000 kişi ölmüş. 1693 yangınında ise onlarca cami, 2000den fazla ev ve dükkan harap olmuş.

evlerin ahşap olması küçük bir alevin mahalleye yayılmasına sebep olmuştur. hatta bir yangının kahvehanede nargile içenlerin ateşinden çıktığı söylentisi sonucu kahvehaneler de kapatılmış.

not: tarih ve genel kültür içerikli videolar hazırlıyorum. youtube kanalıma bakmak isterseniz buradan ulaşabilirsiniz.

kaynakça