9 Aydır New York'ta Yaşayan Birinin ABD Klişeleri Hakkındaki Bilgi Verici Gözlemleri

ABD sanıldığı kadar gelişmiş bir yer değil, ABD'de %1'lik kesim, geri kalanın tümünden daha zengin türünden klişeleri duymuşsunuzdur. Bir süredir New York şehrinde yaşayan bir Sözlük yazarı bu tarz şeyleri yerinde gözlemleme imkanı bulmuş.
9 Aydır New York'ta Yaşayan Birinin ABD Klişeleri Hakkındaki Bilgi Verici Gözlemleri
iStock

new york'a taşınmamın üzerinden bugün itibarıyla tam 9 ay geçmiş. ne çabuk geçiyor zaman yahu... sabah yaptım çayımı, biraz gözlemlerimi yazmak istiyorum abd/nyc özelinde. yazı biraz uzun oldu, siz de bir çay yapın güzelce.

biraz da dün kendimi, benim acından en azından, çok eğlendirici bir tartışmanın içinde buldum ve biraz da bu sohbet tetikledi bugün bir yazı yazma isteğimi. new mexico'nun en iyi hastanesinden new york'un en iyi hastanesine tam bir yıl önce gelmiş arkadaşım, ny'un sürekli ne kadar harika bir yer olduğundan bahsediyordu. haiti'den on yıl önce göçmüş, ağustosta harvard'a geçecek arkadaş, ny'a karşı daha temkinli ama o da artık boston olur, nyc olur, başka bir hayat tahayyül edemiyor. bense pişkin pişkin "bazı hedeflerimi gerçekleştirdikten sonra bir gün büyük ihtimalle sydney'e dönerim" dedikçe "ne diyor bu ya kafayı mı yemiş?" kafasındalar bana karşı. onlara göre birisinin başka bir şehri new york'a tercih edecek olmaları anlaşılmaz bir durum. bense artık şöyle düşünmeye başladım; çoğu insan ny'da yaşamaktan çok ny'da yaşamak fikrine bayılıyor. yoksa 3-5 semt dışında şehri tadını çıkararak yaşayan o kadar az insan var ki (bunu açacağım biraz sonra (bunu da anlatacağım canım kardeşlerim, bunu da anlatacağım ahaha)).

9 ayın sonunda, -ki daha önce abd'ye 6 kere gelip uzun süreler kaldığım da oldu- jüri kararım şu yönde sayın yargıç

- birleşik devletlerin neredeyse herhangi bir konudaki "ortalaması", aklınıza gelişmiş bir ülke dendiğinde gelen ülkenin "ortalamasından" kesinlikle fersah fersah geride. yani amerika'nın ortalamasıyla bir iskandinav veya gelişmiş bir commonwealth ülkesinin ortalaması kıyas kabul etmez derecede. bunu şöyle açıklayayım. mesela son verilere göre kişi başı geliri en yüksek ilk on oecd ülkesi hangileri, aşağı yukarı şöyle bir liste çıkıyor:

1. lüksemburg,
2. irlanda,
3. isviçre,
4. norveç,
5. amerika birleşik devletleri,
6. izlanda,
7. hollanda,
8. avusturya,
9. danimarka,
10. avustralya.

abd beş numarada. gross domestic product'a baktığınız zaman abd zaten açık ara liste başı. sonra çin, japonya, almanya falan geliyor.

mesela size ortalıkta pek dolanmayan farklı bir liste vereyim, ülke gelirinin yetişkin başına dağılımı (wealth per adult)

1. isviçre,
2. avustralya,
3. abd,
4. belçika,
5. norveç,
6. yeni zelanda,
7. kanada,
8. danimarka,
9. singapur,
10. fransa.

(bu arada türkiye bu değerlendirmede rezalet ötesi, eğer ilginizi çekerse bakabilirsiniz.)


şimdi dananın koptuğu yere gelelim

istatistik bilimlerine ilgisi olanlar "ortalamaya" bazen ihtiyatla yaklaşırlar, "medyan" değerlere daha çok güvenirler. tıbbi makaleler de bile bu böyle olabilir. medyan, küçükten büyüye (ya da bir uçtan öbür uca) doğru yapılan bir sıralamada bu sırayı ortadan ikiye ayıran değerdir. yani bir toplumun ortalamasıdır.

şimdi "median wealth per adult"a baktığınızda abd ne yazık ki listenin ilk 20'sine bile giremiyor! avustralya liste başı, isviçre ikinci. japonya, yeni zelanda, singapur falan ilk ondalar. bu su demek; amerikan toplumunun ortalama bir bireyi, isviçre toplumunun ortalama bir bireyine göre çok daha fakir çok daha eğitimsiz durumda. "amerika'yı anlamak açısından tek bir veriyi açıklama şansın olsa, hangi veriyi açıklardın?" gibi saçma sapan bir durumla karşılaşsaydım, kesinlikle bu veriyi seçerdim.

ünlü bir klişe var ya, "abd'de yüzde birlik bir kesim, gelirin yüzde 90'ına sahip" diye. işte bu geyik doğru ve bu sizin abd'deki yaşantınızı birebir doğrudan etkileyecek. yani bu sayıları vermemin aslında pratik bir nedeni var.

buradan sonra biraz kişisel deneyimlerimi anlatıp, sonra abd'ye bence kimler gelmeli ve kimler gelmemeli üzerinden yazımı bitireceğim

abd'de iki grup göçmen çok mutlu: birincisi, ilk deneyimi abd olanlar. hindistan, peru vesaire yaşadığı ülkeden hoşnutsuz insanlar ny'u mesela hayallerinin bir döneminin bağdat'ı, roma'sı, konstantinopol'ü olarak idealize ediyorlar. dolayısıyla ilk deneyimleri abd olduğunda, yaşadıkları kötü şartlardan kurtuldukları için bu ülkenin negatif yanlarını vesaire pek görmüyorlar. halbuki bir kuzey avrupalının abd'de mutlu olması gerçekten çok nis şartlara bağlı. avustralya mesela ben orada yaşarken abd'den kaçıp gelmiş beyaz insanlarla doluydu. şimdi nedenini daha iyi anlıyorum. yani sen genç memleketli arkadaşım, ilk deneyimin abd olacaksa mutlu olma şansın, orta yaşlı, başka ülkelerde yaşamış, gezmiş görmüş memleketlime göre daha yüksek.

ikinci mutluluk şartıysa çok üst düzeyde bir uğraş: çok iyi bir üniversite, çok iyi bir şirket, birleşmiş milletler binası, vesaire bu tarz kurumlara eğer kapağı atamıyorsan, green card çıktı, ucuz okul ayarladık, tenesse'de bir üniversiteden kabul aldım falan... bana sorarsan sakın yapma. eğer en iyi 20 okula, en iyi 50 şirkete vesaire giremiyorsan, abd'yi bence hiç düşünme bile. bunun tek bir istisnası var, onu da şöyle açıklayayım.

abd gerçekten ekstremlerin ülkesi. dünyanın en kötü fakirlik problemi de burada, dünyanın en zengin insanları da... dünyanın en iyi üniversiteleri de burada, en kötü okulları da... bir yandan aşırı sağlıklı yaşayan insanlar, bir yandan da bu halen nasıl yaşıyor olabilir dediğiniz insanlar... yukarıdaki medyan listesine baktığınızda diğer tüm ülkelerin bunun tam tersi olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. finlandiya, avustralya, ya da singapur... bütün ilkeleri tamamen amerikan ideolojisinin tersine kurulmuş ülkeler.

amerika "amerikan hayalini" gerçekleştirmek üzerine kurulmuş bir ülke. finlandiya ise "ortalamayı mükemmelleştirmek" üzerine kurulmuş bir ülke. yani amerika bireyleri aradan fırtlatayım diye materyal kazanımları ve tüketiciliği körüklerken, finlandiya sistemi nasıl herkes için daha kusursuz hale getiririmin derdinde. ben yerimi burada açıkça belirteyim. finlandiya'nın (ya da bahsettiğim diğer ülkelerin) tarafındayım. yalnız bu da işte şöyle bir yan etki doğuruyor. farlılıkların ve çoğu zaman bireysel başarıların törpülendiği toplumlar yaratıyor. nitekim avrupa'nın geliştikçe rekabetçiliğini kaybetmesinin en büyük nedeni bundan kaynaklanıyor.


mesela new york'a taşındığımdan beri en ücra semtine kadar gittim

sürekli bir kafe ve restoran keşfetme derdinde olduğumdan, alıyorum e-kitap okuyucumu, atlıyorum metroya, bazen kendim bazen arkadaşlarla gidiyorum her yere. abartısız söylüyorum, kötü kokmayan, birilerinin bağırıp çağırmadığı, yerlere koca koca şekerli içeceklerin ya da alkolün dökülmediği, birilerinin birilerine saldırmadığı, kötü kokmayan (bunu söylemiş miydim?), normal bir metroya binmeyi gerçekten ciddi anlamda özledim. yok arkadaş. ny metrosu ünlüdür zaten demeyin. herhalde 50'ye yakın ülkede metroya bindim. böylesi yok gerçekten. her metro kavga eden, şizofrenik, kokan, bağıran çağıran, saldıran, "normal olmayan" insanlarla dolu. parklar da öyle. ufak parklar zaten pek yok, olanı da evsizler vesaire tarafından işgal edilmiş durumda. büyük parklarda durum bazen daha vahim. geçen gün quora'da bir şeyler okurken, abd'de yaşamak ile ilgili bir yorumda bulunmuş bir eleman. şöyle diyor; "ben central park'da yaşıyorum ve söylediklerinize katılmıyorum" ! adam central park'ta yaşıyor ve internette bir tartışmaya katılacak kadar normal bir insan! bu arada central park iyi güzel ama kuzey batı tarafına akşam bir yalnız gitmeyi deneyin bakalım. ya da lower manhattan taraflarında sahildeki parklara...

neydi, bir medeniyet, kadınlarının akşam şehirlerde yalnız yürüyebilme özgürlüğüyle ölçülür... bir iki semt dışında new york ne yazık ki bu listede kendine yer bulamıyor.

abd şu kişiler için çok uygun; sen mesela gençsin, başarıya açsın. yılda sadece 2 hafta tatil verilmesine razısın. haftada işte 60 saatleri rahatça vuracak enerjin var. çok bir hobin yok. sosyal hayatın iş çıkışı biraz koşayım, belki bir iki arkadaşla bir şeyler içerim şeklinde. çok sağlıklısın ve hasta olmaktan korkmuyorsun. annen memlekette hasta olsa büyük ihtimalle memlekete gidecek zamanın da yok, dolayısıyla annen de sağlıklı olsa iyi olur. 1 haftadan uzun süreli tatile gideyim biraz dünyayı gezeyim gibi düşüncelerin yok. çocuğun mu olacak? kadınsan belki biraz süre alabilirsin, ama erkeksen büyük ihtimalle 1 hafta izin alsan kendini şanslı sayacaksın. harika bir evin, müthiş bir araban olacak. yaşadığın şehirde gittiğin semtler kısıtlı sayıda olacak. bir nevi bir bubble içinde yaşayacaksın. başka semtlere gitmeye kalksan belki diğer gruplar senin götünü kesecekler dolayısıyla bubble'ının dışına çıkmaya kalkarsan "smart-street" kavramından haberdar olman gerekecek. yediğin yiyecekler tuz, şeker, gmo vesaire artık ne varsa tıka basa basılmış olacak. bla bla-like product kavramından haberdar olacaksın (yoghurt-like product...). ufak satır aralarını, sayfalarca uzunluktaki kontratları okuma konusunda uzman olacaksın. sürekli teyakkuzda olacaksın. iş yerinde harika başarı hikayeleri yazmış, genç, egotizmden tavanlara vuran çalışma arkadaşların olacak, ya da belki yeterince iyiysen sen de bu kişilerden birisi olacaksın... hasta olsan hastaneye gitsen beklenmedik ücretler ortaya çıkması seni rahatsız etmeyecek. daha ciddi bir hastalık geliştirirsen, yok olmasın, yoksa zaten abd'de yaşayamazsın...

abd yerine isviçre, avustralya, danimarka, singapur şu kişiler için daha uygun: metroya normal insan gibi bineyim. restoranlara fast food lokantalarına insan gibi gidebileyim. çok harika bir evim olmasın ama hayat şartlarım kötü de olmasın. arabam en iyisi olmasın ama yaşadığım şehrin hava kalitesi dört dörtlük olsun. güvenlik sorunum olmasın. çocuğum olsa eğitim sorunu olmasın. yılda 5-6 hafta tatil alayım, gideyim biraz yaşadığımı hissedeyim. ailemden biri hasta olduğunda "care's leave" alabileyim, işimi kaybetme korkum olmasın. çocuğum olduğunda anne ve babası dahil ebeveynler toplamda 16 hafta veya üstü ödemeli tatil alabilsinler. sigorta şirketine deli gibi para bayılmayayım, üstüne dört dörtlük sağlık sigortam olsun. ortalama insanın medeniyet seviyesi yüksek olsun, şehirler garip tipler tarafından istila edilmemiş olsun. vesaire vesaire vesaire...

sakin "danimarka'da çok vergi ödüyorsun, abd'de vergi yok" demeyin, kalbinizi kırarım. ny'da tam 6 kalem vergi ödüyorum. bakın bakalım singapur'da, dubai'de, zürih'de vergi oranları nasılmış.

sonuç olarak yaşadığı ülkeden nefret edecek hale gelmiş ortalama bir random citizen, abd'yi idealize ediyor ancak birçok şey arada kaynıyor. biraz da bunlardan bahsetmek istedim bu yazıda.


peki ben abd'de yaşamaktan mutlu muyum?

açıkçası mutluyum. bu mutluluk bazen beni rahatsız ediyor, çünkü abd'de düşkün, mutsuz o kadar çok insan var ki... ve bu insanlar için o kadar hiçbir şey yapılmıyor ki? bir market alışverişi çıkışı metroyla evime dönerken en az on tane evsizin bakışlarına maruz kalıyorum ve bazen ben şimdi evime gıdım bu aldığım şeyleri yerken bunlar bankta oturarak uyumak zorunda kalacaklar diye düşünüyorum. yukarı da bahsettiğim gibi birçok şeyi özlüyorum, daha medeni insanları, daha sağlıklı ürünleri, daha yüksek normal hayat standartlarını özlüyorum, ama içinde bulunduğum şartlar itibariyle skalanın "mutlu" olan tarafındayım. çok iyi bir patronum olmasa, ny'un en iyi hastanesinde çalışıyor olmasam, arkadaşlarım, apartmanım vesaire şu anki gibi olmasa burada kalır mıyım? cevabım belli...

abd'de havası ve mevsimleri singapur'a veya iskandinav ülkelerine göre çok daha güzel yerler var. vergi oranları bazı şartlarda gerçekten düşük olabiliyor. eğer geliriniz belli bir seviyeden yüksekse, içinde tuz şeker basılmış saçma sapan kalitesiz yiyecekler yerine avrupa standarlarında yiyecekler tüketme şansınız var. çok kültürlülük mesela bir japonya'da olacağına göre kendinizi izole hissetmenizi engelleyecek, keyifli bir ortam yaratabilir. yani birçok avantajı var aslında abd'de yaşamanın. yinede buraya belli bir farkındalık seviyesinde gelecek arkadaşlar sık sık "bu nasıl gelişmiş ülke yahu?!" diyecekler, ancak şartlarınıza bağlı olarak deneyiminizin pozitif olma şansı da yüksek. bu açıdan kendinizi, potansiyelinizi, isteklerinizi ve buraya geleceğiniz şartları iyi değerlendirmeniz gerekiyor. çok iyi bir okul, harika bir şirket olmadıkça pek çekilecek bir yer değil burası. kategorik olarak beni rahatsız eden çok şey olsa da, ben şu anda mutluyum ve umarım diğer arkadaşların deneyimleri de benim gibi pozitif olur.