Albert Camus'nün Yabancı Romanındaki Mösyö Meursault Karakteri Neden Seviliyor?

Fransız edebiyatçı Albert Camus'nün yarattığı Mösyö Meursault, oldukça ilginç sayılabilecek bir karakter. Peki birçok insan bu adamdan ölesiye nefret ederken bir kısım neden çok sever?
Albert Camus'nün Yabancı Romanındaki Mösyö Meursault Karakteri Neden Seviliyor?
Albert Camus

o(mösyö meursault), annesinin ölümü üzerine onun kaldığı huzurevine gider ve tabutun açılmasını isteyip istemediği kendisine sorulduğunda "hayır" der, biz de bunu diyebilecek kadar "ruhsuz" bir insan olabilmeyi isteriz çoğu zaman.

biri bizi tamamen iyiniyetle yemeğe davet edip -üstelik bunu kendisine yaptığımız bir iyiliğin karşılığında teklif etmişse- içten içe sevinir, bunu hak ettiğimizi düşünür, hatta "evde yemek yapma zahmetine girmeyeceğimiz" gibi bencil bir düşünceyle mutlu olabiliriz.

esmer severiz.

biri bize onu sevip sevmediğimizi sorduğunda ya da "seni seviyorum" dediğinde, içimizden gelmese de "ben de seni" diye cevap verebilme yapaylığını gösterdiğimiz için kendimizden iğrenir de "hayır, bu da nerden çıktı, ne kadar anlamsız bir soru" diye sorabilme cesaretini gösteremediğimiz için hayıflanırız hayatımızda en azından bir kere bile olsa.

kayıtsız olmaya özeniriz çokça, yalan değil. hiç ilgimiz olmayan bir konuda sırf birinin işi görülsün ya da hayatında istediği bir şey rast gitsin diye "şahit olmayı" kabul edebiliriz belki fırsatını bulsak.

sonra birden geriye dönüp baktığımızda aklımıza kaybettiğimiz insanlar gelir ama doyuracak bir karnımız, belki ocakta kaynayan bir tenceremiz, besleyecek bir kedimiz, rüzgârdan açılan bir camımız ve içeri dolan yağmur suları dikkatimizi dağıtır da hemen aklımızdan çıkıverir daha geçen gün toprağa gömdüğümüz insanlar. bunun nesi fenadır?

ya da sadece sabah erken kalkacağımız için onları düşünmeyi kesebiliriz, kesemesek bile kesebilenlere öykünürüz, ayıp değildir bu.

yaşadığımız hayat kimilerine "çok tuhaf", "çok yalnız", "içine kapanık" gelebilir de bize nedense pek de öyle gelmez ve hayatımızı değiştirmeye çalışanlara karşı hayretle bakıp "ben hâlimden gayet memnunum ki" diyebilmeyi isteriz. onu değiştirmek için bir sebep görmediğimizi söylediğimizde bizleri anlamalarını isteriz, ama çok şey istemiş oluruz genellikle.

yaptığımız şeylerin büyük bir kısmını aslında kendi istediğimiz için değil de hep başkaları -annemiz, babamız, öğretmenimiz, sevgilimiz, eşimiz, çocuğumuz, kedimiz- istediği için yaptığımızdan mıdır nedendir bilmeyiz, bir saatten sonra yaptıklarımızın bizim için çok da bir şey ifade etmemeye başladığını fark edip kayıtsızlaşırız, bu bizi belki biraz daha açık sözlü yapar ve sevmediklerimize onları sevmediğimizi söyleyebiliriz de onlardan anlayış göremediğimizde yine şaşırırız.

gün içinde aklımızdan sonsuz kere sonsuz düşünce geçerken hayatın olağan akışı içinde bir vapura binerken gördüğümüz kadının boynundan sarkan eşarbı yıllar geçse de unutamazken bizim için çok önemli olan evimizin kapı numarasını hatırlamayı gereksiz bulabiliriz. bu bizi çok mu kayıtsız yapar ki?

birileriyle konuşurken sırf lâf olsun ya da sohbet açma sırası size geldiğinde sıranızı savmak istediğiniz için "köpeği hakkında aslında cevabını sizin de bildiğiniz sorular sorma" yolunu seçebilirsiniz. birini dinliyormuş gibi yapmak sohbet açmaktan daha kolay geldiğindendir ki çoğu zaman sıklıkla başımızı sallar ve aslında başka şeyler düşünerek vaktimizi ziyan olmaktan kurtarırız. "yarım yamalak dinlediğimiz bir adamı başımızdan savmak istediğimizde ona hak veriyormuş" gibi yapmak bizi yalancı yaparsa, bundan çekinmeyiz. çünkü biliriz ki bu bizi yalancı yapmaz, sizi sıkıcı yapar.

biz de kendimizi bomboş hissedebiliriz genellikle. beyaz ten üstünde siyah kıl görmekten iğrenebiliriz ve aklımıza yıllar önce bir vapura binerken gördüğümüz kadının boynundaki eşarbın kırmızısı gelebilir. bir süre önce çok saçma bulduğumuz bir konuyu -evlilik gibi- aradan kısa bir zaman geçtikten sonra ciddi şekilde düşünebilme özgürlüğümüz bizi tutarsız mı yapar, biz bilemeyiz. ama siz daha çok bilemezsiniz.

birilerine bir şeyleri açıklamak zorunda kalmak çoğu zaman sıkıcı gelir bize, o yüzden yalnızlığı tercih ederiz, çünkü açıklama yapmamız gereken biri varsa bunun bir başkası olması istediğimiz son şeydir. bir tek kendimize açıklama yaparken sıkılmayız çünkü çoğu zaman böyle bir açıklama gerekmediği için kendimizle yaşamayı tercih ederiz, bu çok mu bencil yapar ki bizi?

hiç olmadık bir yerde ve zamanda sevişme isteği duymamız bizim suçumuz mudur yoksa varoluşumuzdan dolayı içten gelen bir arzunun dışavurumu mudur? "kumdan, beyazlaşmış bir midye kabuğundan ya da bir cam kırığından kılıç gibi bir ışık hüzmesinin her çıkışında çene kemiklerimizin kasılması" çok mu olağandışıdır? bir tek bize olan bir şey, sırf bir tek bize oluyor diye sıradanlığını yitirir mi? bunu kendimize yapılmış bir haksızlık olarak görürüz.

sevdiklerimizin ölümünü az çok arzu etmişizdir, bu bizi câni mi yapar? daha az insan mı yapar yoksa sadece insan mı?

konuşma işini, söyleyecek fazla sözü olan insanlara bırakmak bizi neden suskun yapar? şaşarız. söyleyecek şeyimiz yoksa susmayı erdem biliriz, severiz.

"bizi kuru bir ağacın gövdesine hapsetseler de başımızın üstündeki gök parçasına bakmaktan başka yapacak işimiz olmasa da yavaş yavaş ona alışırız. kuşların geçişlerini, bulutların birbirlerine rastlayışlarını bekleriz, nitekim belki kaderimizin çizildiği bir mahkeme salonunda avukatımızın taktığı acayip renkteki kravatlara takılabilir gözümüz" ya da o kravatın kırmızısını yıllar önce bir vapura binerken gördüğümüz kadının boynundaki eşarbın kırmızısına benzetebiliriz. dışardan baktığınızda gözlerimiz dalmış gibi görünebiliriz size ve fakat o sırada beynimizden geçen düşünceler bir yana kendimizden bahsedildiğini işitmemizle dağılan ilgimizle yorulmaktayızdır.

"kaderimiz, çoğu zaman bize fikir sorulmadan belirlenmektedir" bize göre ve bunun için kılımızı kıpırdatmayı gereksiz bulabiliriz, buysa bizi kayıtsızlaştıran, kayıtsız olabiliriz. "herkes bilir ki hayat, yaşanmak zahmetine değmeyen bir şeydir. aslında otuz ya da yetmiş yaşında ölmenin önemli olmadığını bilmez değilizdir, çünkü her iki durumda da gayet doğal olarak başka erkekler ve başka kadınlar yine yaşayacaklar ve bu binlerce yıl devam edecektir."

ama yaşamımıza son vermeyiz, size inat yaşarız, çünkü filmin sonunu biz de sizin gibi merak ederiz.

bunlardır bizi kendimize yabancı yapan.

Hem Futbol Oynayıp Hem Filozof Olabilen Tek Adam: Albert Camus'den Nefis Alıntılar