Almanya'nın Sosyal Hayatındaki Olumsuzluklara Dair Dürüst ve Düşündürücü Bir Yazı

Muasır medeniyetlerin optimum ülkesi Almanya'nın bürokrasi, ırkçılık ve sosyal hayat gibi konulardaki olumsuzluklarına bakalım biraz.
Almanya'nın Sosyal Hayatındaki Olumsuzluklara Dair Dürüst ve Düşündürücü Bir Yazı
iStock

almanya hakkında, toplam 3.5 yıllık farklı bölgelerdeki tecrübelerimden faydalanarak günlük hayat ve ülkenin düzeni ile ilgili bilgiler vermek istiyorum. olumlu yanların yanında bu yazı almanya hakkında tecrübe ettiğim olumsuzluklardan fazlasıyla bahsedeceğim bir olumsuz eleştiri yazısı olacak zira kendimce sistemde ve toplumda içine girilmeden anlaşılamayacak fazla sayıda sorunun mevcut olduğunu düşünüyorum.

günlük hayat düzeninden başlayalım o zaman

almanların zaten sakin ve düzenli bir günlük hayatı tercih ettikleri biliniyor. nasıl bir sakinlik bu ondan biraz bahsedelim. insanlar hafta içi ev iş arasında gidip geliyorlar ve genellikle akşamları evlerinde aileleriyle veya yalnız hobileriyle ilgilenerek vakit geçiriyorlar. zaten genelde nüfusu 200 bin civarı ve altı şehirlerde kışın akşam 6’dan sonra yazın akşam 8’den sonra açık kafe dahi bulmak oldukça zor. aynı şekilde süpermarketler de saat 8 dedi mi kapanır. bu saatlerden sonra sadece bahar sonundan yaz sonuna kadar sokakta tek tük insan görürsünüz. gördükleriniz de genelde köpeğini gezdiren veya akşam yemeği sonrası yürüyüşe çıkmış çiftlerdir. sokakta insan grupları görmezsiniz, gezen eğlenen gençler görmezsiniz. yazın iş çıkışı şehir merkezleri biraz dolu olur ama saat 7-8 de o da biter. cumartesi ise dışarıda sosyalleşme günüdür. sadece şehirde gezmek değil, entelektüel sosyal aktivitelerin, festivallerin kralına gidilir ve çevre büyük şehirlere geziler yapılır. festival demişken burada bir parantez açmak istiyorum: insanların genç yaşlı fark etmeksizin şu biçim kostümleri giyerek ortalıkta gezdikleri eğlendikleri bir fantezi orta çağ festivaline gitmiştim. bu şekilde akla mantığa gelmeyecek etkinlikler mevcut:


neyse biz konumuza devam edelim

şehrine göre değişir ama cumartesi günleri mekanların öğlen 3-4 gibi kapanmasıyla hayatın şehir içinde bittiği yerler de vardır. pazar günleri ise zaten her yer kapalıdır millet ya evinde oturur ya da yine doğa yürüyüşüne falan çıkar. yani kısacası dışarı çıkıp insanlarla sosyalleşebileceğiniz zaman oldukça kısıtlıdır. insanlar batılı yaşam tarzının verdiği kaliteli kişisel alan ve yüksek maddi alım gücü sebebiyle kendileriyle baş başa vakit geçirmektedirler. ancak bu belki de türkiye hakkında en çok özlediğim şeye mani olmakta. bir arkadaş grubuna, bir şehre, dolu dolu ait hissederek yaşanılan, insanların ara sıra olan ev partilerinde değil sokaklarda sosyalleştiği hareketli bir hayat burada yok arkadaşlar. spontane bir şekilde kendiniz böyle bir ortam kurmaya çalışırsanız, insanların bunu garipsediğini ve buna anlam veremediğini görürsünüz. çünkü insanlar içme ile tiyatro ile konser ile yani kısacası adı belirlenmiş ve planlanmış bir aktivite ile sosyalleşirler ve bu ülkenin kültürel seviyesini baya yükseltir evet ancak o yakınlık etkinlik bittiğinde biter. yani insanın kendisi ile sosyalleşmezler. tanımadığınız insanlar size yolda selam verirler ve evet bu çok hoştur. ama o kadardır işte, daha ötesi yoktur. ufak şehirlerde zaman zaman tatil günlerinde trafik ışıklarının bile kapatıldığı bir sessizlikten bahsediyorum. kimisi bu sessizliği ve kişisel alanı çok sevebilir, ama kesinlikle benim için uygun bir şey değil. bu sebeple gözümü büyük şehirlere diktim zaten. berlin, münih, vb. gibi şehirlerde olay bir türkiye seviyesine gelemese de insan ilişkileri ufak şehirlere göre çok daha canlı. akşam 8’den sonra da veya gün içerisinde hatta pazar günü hayatı dışarda yaşayabileceğiniz farklı noktalar mevcut. bu sebeple bu düzen taşradaki almanlara her zaman kaotik, düzensiz ve yorucu gelir. insanlar toplum içerisinde tahmin ettiğiniz gibi bazı durumlar hariç oldukça saygılı, kibar ve sakin davranıyorlar. o an bir acele halinde olan insanlar garipseniyor bile diyebilirim.


dijital sistemler

ciddi bir seviyede olan bir sorun olmasa bahsetmezdim ancak bu konuda almanya dünyadaki en kötü durumdaki gelişmiş ülke olabilir. dijital sistemlerin ülkede ve toplum hayatında kullanımı oldukça kötü durumda. bir şeylerin insansız, elektronik, yeni ve farklı bir biçimde yürümesinden akılları çıkıyor. milyonlarca euro çevre politikası yatırımlarına rağmen ülkede her şey hala kağıtla, postayla ve ıslak imza ile yürüyor. alışverişte fişe imza atanlar, online bankacılık kullanmaktan korkan gençler, e-barkod gördü mü belgeyi korkarak kabul etmeyen çalışanlar, yüz yüze görüşmeden onayınızı kabul etmeyen bankacılık sistemi ve daha niceleri mevcut. bu sebeple birçok insan angarya işlerini halletmek için sık sık dışarı çıkar. her şey manuel yürüdüğü ve bürokrasi çok olduğu için bu tarz işlerle türkiye’dekinden çok ama çok daha fazla meşgul oluyorsunuz. hele bir de göçmen olunca… ancak bu bürolara ha deyince gidemiyorsunuz çünkü standart bir mesai kavramları yok. yani bir banka günde 3 saat, diğer gün 6 saat açık kalabiliyor veya bir devlet dairesi hafta içi bir gün komple kapalı olabiliyor. bu yeniye ve dijitale karşı olan çekince ileriki yıllarda başına büyük sorunlar açacak almanya’nın. bunu bir çok kişi söylüyor.

bilmiyorum başkaları nasıl tecrübeler yaşadılar ancak bunu hem kendim ülkenin farklı bölgelerindeki tecrübelerime, hem de başka göçmenlerin ve almanların fikirlerine dayanarak söylüyorum. almanlar disiplinlidir, dakiktir falan diğerlerini bilmem ama en azından sağlık, internet, bankacılık, posta, ulaşım sektörleri ve devlet daireleri için böyle bir şey yok arkadaşlar, külliyen yalan. her şey için randevu almanız gerekiyor ancak randevuma zamanında alındığım sayılıdır. talep edilen hizmetin gerekliliğini bilen ve sizden buna göre şeyler talep eden çalışan sayısı çok az. herkes standart prosedürü olması gereken basit şeyleri dahi birbirine paslıyor ve çalışanların dedikleri birbirleriyle direkt çelişiyor. hep bir çekinme hali, işleri o olmasına rağmen karar alamama durumu mevcut. yetkililerin müşterinin sorununu çözmek gibi bir derdi pek yok mesainin bitişini bekliyorlar adeta. bunun sebebi de şu, maaşlar belirli bir seviyenin üzerine asla çıkamadığı için insanlar üste çıkmak için motive olmuyorlar, aşağı düşmek gibi bir durum olmadığı için işten çıkartılmaktan da çekinmiyorlar çünkü sendikalar çok güçlü ve sosyal devlet, çalışanları her türlü güvence altına alıyor. bu durumda insanlar yerinde saymakta, eğer bilmiyorsa sizin sorununuzu çözmemekte bir sorun görmüyorlar. sorunlarınız bürokrasi sebebiyle uzun sürede çözülür şayet çözülmezse kurum bizi ilgilendirmez yapabileceğimiz bir şey yok der geçer sorunun sebebi onlar veya sistemin kendisi olsa bile. bu sektörlerde yetkilinin mağduriyetimi görüp durumu ele alarak bana yardım ettiği ne yazık ki çok azdır. bir yetkiliye sıradan bir soru sorduğunuzda dahi işi onu bilmek olmasına rağmen sanırım, galiba, herhalde öyledir, bilmiyorum üzgünüm gibi cevaplar çok fazla duyarsınız. bu konuda yüzlerce olumsuz tecrübe yaşamasaydım ve bunu almanlardan da işitmeseydim bu kadar detaylı yazmazdım. ama bu böyle.

oldukça önemli bir konu olduğu için sağlık sistemine ayrı bir parantez açmak istiyorum

avrupa’da sağlık sigortanız olması zorunlu. bu sebeple özel veya devlet sağlık sigortası yaptırmak ve haliyle bu sigortanın aylık primlerini ödemekle yükümlüsünüz. memur, öğrenci, serbest meslek erbabı, bireysel çalışan ve 2021 yılı için yılda 64 bin 350 € ve üstü kazanan işçiler özel sigorta yaptırma hakkına sahip. diğer türlü devlet sağlık sigortası yaptırıyorsunuz. devlet sağlık sigortası aylık brüt maaşınızın %16’sı gibi bir civarına denk geliyor ve şirketiniz bu meblağın yarısını sizin için üstlenmekle yükümlü. yani sizin brüt maaşınızdan %8 civarı bir miktarı sigorta keser, şirketiniz sizin brüt maaşınızın yanında devletin ilgili kurumlarına sağlık sigortanızın da içinde olduğu bütün sosyal güvenlik payınızın yarısını da ekstra öder. bu durumda sizin için devlet veya özel hastane gibi bir ayrım yoktur. istediğiniz yere gidip tedavinizi olabilirsiniz herhangi bir fark ücreti ödemeden. bu sebeple her yer özel klinik ve hastane kaynar çünkü doktorlar ve şirketler bu kuralın yaratacağı pazarı görerek bireyselleşmeye ve özelleşmeye gitmişlerdir. aile hekimi ve uzman hekimi ayrımı aynı şekilde burada da var. öncelikle aile hekiminize gitmeniz istenir. şayet aile hekiminiz gerek görürse uzmana sevk yazar. ancak uzman hekim keyfine göre sizi sevksiz veya sevkli kabul edebilir. çünkü nasıl olsa özel kliniktir ve parasına bakmayı tercih eder. sanırım sağlık sistemi hakkında en takdir ettiğim şey, sağlık hizmetinin en özel branşlar için dahi ülkenin en ücra köşesinde bile bulunabilmesidir. bu konuda cidden büyük iş başarmışlar. ayrıca kliniklerin ve hastanelerin oldukça temiz, hastane gerginliği barındırmayan sessiz yerler olduğunu belirtmeliyim.


gelelim sağlık sektörünün olumsuz yanlarına

sağlık hizmetinden faydalanabilmek için ilk önce kendinizi bizzat giderek bir aile hekimine kayıt ettirmeniz gerekir. sistem bunu otomatik olarak yapmaz çünkü sistem diye bir şey yok. peki bu neden bir sorun? şayet söz konusu aile hekimi yeteri kadar hastaya sahip ise sizi reddetme hakkına sahip. sigorta payı ödüyor olsanız bile tedaviye ulaşabilmek için yüksek yaşlı nüfustan ötürü aile hekimi bulmakta zorlanabilir doktor doktor gezebilirsiniz. hatta sizi yerimiz yok diye kabul etmeyip sizden sonra arayan almanları kabul dahi edebilirler. bu şekilde pasif agresif ırkçılık toplumun birçok alanında kendini gösterir. neyse bu sonraki konumuz. aile hekiminden telefon ile randevu alabilirsiniz genelde aynı gün veya birkaç gün sonrası için burası güzel. ancak uzman doktorlarda iş çok farklı. branşa göre ufak şehirlerde dahi randevu tarihleri bir iki ay sonrasına verilebiliyor ve bu çok da anormal değil. dijital sistem eğer klinik kendisi için yaptırmadıysa kesinlikle yok. randevunuzu telefonla alırsınız, tabi her gün değişen açılış saatlerine denk getirerek aramanız lazım. ilk başta bu çok sonraya randevu verme durumunun sebebi için burası avrupa doktorun hastaya ayırdığı süre uzun ya ondandır demiştim. ancak farklı bölgelerde, çeşitli branşlardaki uzman doktor randevularına fazlaca gittikten sonra sebebin bu olmadığını anladım zira ortalama muayene sürem 5 dakikayı bile bulmamıştır. hekimler çok saygılı, sakin ve kibarlar gerçekten ancak kalifikasyon olarak türkiye’deki hekimlerin yanına yaklaşabileceklerini sanmıyorum.

gelelim ırkçılık ve ayrımcılık mevzusuna

bu konuda yaşadığım süreç itibarıyla çok iyi bir örnek olduğumu düşünüyorum. bir sene berlin’de erasmus yaptım ve daha sonra yüksek lisans için tekrar almanya’ya geldim. her ne kadar belirli bir seviye almanca bilsem de erasmus zamanında etrafım ister istemez yabancı öğrenciler ile doluydu, bir okul kazanmak, bir iş bulmak, bir ev bulmak veya kendime bir sosyal çevre yaratmak, bir hayat kurmak için çabalamam gerekmedi. çünkü bunlar geldiğimde bana paket olarak verildi zaten. ha ancak yukarıdaki paragraflarda bahsettiğim sorunların fragmanını gördüm diyebilirim. neyse bu sebeple, almanya’dan ayrılırken, ırkçılık yaşamadım işte abartmışlar, zaten ben dönünce okumuş etmiş işimde gücümde düzen kural bilen göçmen olacağım dedim. ancak kazın ayağı öyle değil işte. sonrasında yüksek lisans için buraya yerleşme hazırlıkları yaparken ev bulmakta çok zorlandım. ancak yurt dışındaki yabancıya güvenerek ev vermek istemiyordur dedim ve normal karşıladım. buraya geldikten sonra işim çeşitli kurumlara sık sık düşmeye başladı çünkü artık kendi hayatımı kurmak ile sorumluydum. bu sırada almancamın anadilim olmadığını fark eden ve kağıtlarda ismimi gören çalışanların yüzünün düştüğünü ve işimi yokuşa sürdüklerini gördüm. bu bir oldu iki oldu üç oldu… normalde istenmemesi gereken bir belge benden isteniyor, normalde yasada yazmayan bir kural benim için uygulanmak isteniyor, olması gerekenden daha yüksek bir ücret benden talep ediliyordu. hele ki bu çalışanlar bana ekstra sorular sorarken buraya okumak için gelen bir mühendis olduğumu duyunca iyice şüpheleniyorlar ve bunu daha iyi nasıl ifade edebilirim bilmiyorum ama adeta öğrencinin kağıdında hata arayan bir öğretmen gibi bana ve belgelerime bakıyorlardı. bu durumu birden fazla kere yaşadım ve farklı bölgelerdeki göçmen arkadaşlarımdan, hatta eşlerine yapılırken olaya şahit olmuş göçmenlerle evli almanlardan dahi duydum. sonra dedim neyse en azından günlük hayatta yoklar özel ve resmi kurumlar ile işim bittiğinde bir daha uğraşmam bunlarla. sonrasında günlük hayatta insanlarla sohbet ederken de aynısının olduğunu fark ettim. sohbet ediliyor her şey çok hoş, türküm deyince insanların o düşen suratlarını izliyorum ve ardına gelen e peki ne zaman ülkene dönüyorsun sorularını duyuyorum. sonrasında bir bakıyorum almanya’ya bilmem nereden göç etmiş biriyle yakınlaşmışım arkadaşlık anlayışım benzer, sorunlarım benzer, ister istemez bir destek olma durumu oluyor. böyle böyle derken ister istemez bir şekilde etrafım göçmenlerle dolmaya başlıyor ve çoğu da aynı süreci yaşadığını söylüyor. istediğiniz kadar kural, düzen, dil bilin, karşıdaki etikete bakıyor ve uzak duruyor senden, yaptığı şey bu. tabi ki bu mesafeye almancanın ingilizce gibi kolay ve sohbette akıcı bir dil olmaması da etki ediyordur diye düşünüyorum.

bakın bu ülke 60 yıldır göçmen alıyor. herhalde de en çok türk göçmen almıştır. ancak bu ülkenin yaşlı kesimi hala bugün sokakta ana dilini konuşan göçmene gözlerini dikip rahatsız edecek kadar ısrarla bakıyor. bunu çok ama çok sık yaşıyorum. bakın 60 yıl diyorum, hala bu sürede yabancı bir dil duymaya alışmamışlar ve hala farklı bir yaratık görmüş gibi çekiniyorlar, garip garip bakıyorlar. istediğin kadar tipin avrupalı’ya benzesin, istediğin kadar dikkat çekmeyecek bir biçimde konuş, o an senin ne olduğun, kim olduğun, ne kadar sicili temiz biri olduğunun hiçbir önemi yok. işte o bakışla beraber, senin oraya duyduğun aidiyet zedeleniyor. ancak bu durumun genç nesilde farklı olduğunu söylemeliyim. bu konuda 30 yaş altı nesil çok daha açık fikirli. yani karşıdakine göçmenden önce insan olarak bakmayı becerebiliyor ve daha sağlıklı iletişim kurabiliyorsunuz. yani burada bir hayat kurmak, bu sistem içerisinde bir şey başarmak istiyorsanız ki bu çok önemli bu tarz olaylarla karşılaşmanız olası. ancak türkiye’den işinizi bulup buraya yerleşip hayatınızı aileniz içerisinde, sadece alım gücünün tadını çıkartarak, insanların içerisine pek de karışmadan ve bunun için çabalamadan yaşarsanız bunlarla tabi ki çok daha az karşılaşırsınız.

bütün açılardan ölçüp tartacak olursam, almanya tabii ki çok güzel bir ülke

ortalama üstü olan beklentilerinizi dahi karşılayacak bir hayatı uzun bir süre güzel güzel yaşayabilirsiniz. benim için yüksek maddi alım gücüm, çok memnun olduğum çalışma şartlarım, ileride kısmetse alacağım pasaportun gücü ve ülkenin sahip olduğu prestij sebebiyle burada iş tecrübesi edinmiş birinin dünyanın her yerinde türkiye’ye göre çok daha az zorlanarak hayat kurabilecek olması şu anda beni burada tutan sebepler. şu an için, yukarıda bahsettiğim olumsuzlukları yaşamak, odak hedeflerimi elde edeceksem değer diye düşünüyorum. ancak burada uzun bir hayat yaşamak, burada yaşlanmak ve ölmek, işte buna hiç sıcak bakmıyorum.