Anadolu Kültürünün En Önemli Tanrıçası Kibele (Kybele) Kimdir?

Eski Çağ tarihini konu alan tüm literatürde genel olarak “ana tanrıça” olarak anılan Kibele'nin hikayesi.
Anadolu Kültürünün En Önemli Tanrıçası Kibele (Kybele) Kimdir?

eskiçağ tarihini konu alan tüm literatürde genel olarak “ana tanrıça” olarak anılan kybele ve özellikle anadolu’nun neolitik döneminden itibaren görülmeye başlanan kybele önceli sayılan ana tanrıça kültü; anadolu, hellas ve roma’nın din tarihinde son derece önemli ve etkili bir inanç olmuştur. ilk izleri anadolu’nun en eski dönemlerinde görülen ama henüz ismini öğrenemediğimiz kybele, daha sonra hitit kültüründe ilk kez “kubaba” olarak ortaya çıkmış, phrygler aracılığıyla buradan hellenler’e, oradan roma’ya geçerek antik çağın en çok tapınılan tanrıçalarından biri olmuştur. kybele, hellen, roma veya eski yakındoğu’nun diğer tanrıçalarına nazaran çok daha önemli ve farklı bir tanrıçadır. zira o, bir “ana tanrıça”, “tanrıça ve tanrıların anası” kabul edilen ve istisnasız saygı ve hürmet gören bir ilahtır. şüphesiz bu, hitit kültüründe kubaba, hellen ve roma’da kybele, insanların neolitik çağ ve öncesindeki ana-erkil, ana soylu kültürlerinin bir yansıması olan yaratıcı ana tanrıça düşüncesinin bir devamı, bu kültürlerdeki tezahürüdür.

öncelikle kybele isminin kökeni ve ana tanrıça olması konusu bahsedilmesi gereken ilk konulardandır. tanrıçanın bu ismi, bu şekilde ilk defa m.ö. yedinci yüzyıla tarihlenen bir phryg yazıtında karşımıza çıkar. bu yazıtta kendisine phryg dilinde “ana” anlamına gelen “matar” diye seslenilmiştir. bu sözcük, kybele ile ilgili görülen yazıtlarda genelde tek başına geçmesine karşın, phryg dilinde “dağa ait olan”, “dağın” anlamındaki sıfat “kubileya” ile birlikte, yani “matar kubileya” şeklinde de yazılmıştır. böylece tanrıça kybele’ye seslenilen ilk yazıtlarda onun “ana”, “dağın anası” olarak tasavvur edildiğini görebiliyoruz. ancak bu, dağın anası adlandırması onun tanrıların anası niteliğini bozmuyordu. kendisine matar şeklinde seslenilen phryg metinlerinden, kybele’nin kutsal ana tanrıça olarak görüldüğünü anlayabiliyoruz. m.s. ikinci yüzyıla dek görülen hellence yazıtlarda da “meter” (hellence “ana”), meter thea, meter theon olarak anılan kybele, burada daha öncekinden de üstün bir nitelik kazanarak tüm tanrıların ve tanrıçaların anası olmuş, hellen panteonunda kendisine sarsılmaz bir yer edinmişti.

roma dünyasında ise kybele’nin ismi “magna mater”, yani “büyük ana” idi. latince metinlerde ona sık sık “mater deum magna idea”, “tanrıların idalı büyük anası” olarak da seslenilmiştir. roma’daki bu ünvanı hem roma panteonunda, hem de roma’nın ida dağı’nden gelen troyalı aeneas tarafından kurulduğunu anlatan efsane geleneğinde önemli bir yere sahipti. bu kült unvanlarına ek olarak ana tanrıça, hellas ve roma’da çoğunlukla phryg dilindeki sıfatı kubileya’dan türeyen ismiyle önce kybebe, sonra kybele olarak anıldı. hellence ve latince’de kybele, orijinalinin aksine bir sıfat değil, özel bir isim olarak kullanılıyordu. kybele, tanrıçanın özel ismi olarak literatürde ve özellikle de şiirde yaygın biçimde benimsendi, ama övgü veya adak yazıtlarında, dinsel amaçlı metinlerde kullanılmadı. eski ibrani kültüründe olduğu gibi burada da, dini metin ve konuşmalarda ismi değil, sıfatı “ana”, “meter” ismi kullanılıyordu ve özel ismini dini metinlerde kullanmak ona saygısızlık sayılıyordu.

anadolu’da kybele tapımının şüphesiz üç temel önceli vardı: prehistorik (neolitik), hitit ve phryg kökeni. prehistorik kültürlerin, ata-erkil yapıların yükselmesinden, yani kalkolitik çağın sonu, eski tunç çağı’nın başlamasından önce (m.ö. yaklaşık 4000 ile 3500 arası) ana-erkil bir kültür ve aile yapısına sahip olduklarını, bereketi, üremeyi ve bolluğu temsil eden kadının toplumsal bir yüce değer olduğunu biliyoruz. yani prehistorik dönemlerde, özellikle neolitik anadolu’da, kybele gibi ana tanrıça olarak tanımlayabileceğimiz bir kült vardı. bunu en iyi örnekleri çatalhöyük ve hacılar yerleşim yerlerinden çıkartılan kadın figürinlerinden anlayabiliyoruz. bunlar, şişman, çıplak, organları belirgin şekilde görünen ve bereketi, üremeyi, bolluğu temsil ettiği açık olan ana tanrıça tasvirleridir. bu idoller ve figürinler şüphesiz anadolu’da varlığını gördüğümüz "büyük ana", "ana tanrıça", "doğanın tanrıçası", "vahşi hayvanların egemeni (potnia theron)" gibi kutsal kuvvet ve kişilikleri temsil ediyordu. bunların temsil ettiği tanrısal güç, doğanın, kadının şahsında beliren doğurucu kuvvetini ve bereketini sembolize etmektedir. böylece, birazdan bahsedeceğimiz gibi hitit kültüründe de yerine bulan ana tanrıça kültünün aslen anadolu’nun neolitik dönemine dayandığını söyleyebiliriz.

henüz yazı olmadığı için ismini bilediğimiz bu anadolu ana tanrıçası, muhtemelen hitit kültüründe de yerini bulmuştu. hititler’in “arinna’nın güneş tanrıçası”, hurriler’in ise “hepat” olarak adlandırdığı kutsal ve büyük tanrıça, belki de anadolu’daki neolitik ana tanrıçanın bir devamıydı. şüphesiz bu bahsettiğimiz unsurlar, hellen ve roma’daki tanrıça kybele’nin en eski öncelleriydi. ancak bizim kybele ile en çok bağdaştırabileceğimiz tanrıça kubaba, dinsel kültür açısından phryg kubileya’sına en yakın olandır ve bu tanrıçaya tapanlar geç hititler’dir.

geç hititler, m.ö. birinci binyılın başlarında kurulan ve hitit devleti’nin ardılları olan küçük krallıklardır. geç hitit kültürü, hitit kültüründen aldığı malzemeyi, doğu akdeniz (yani fenike, arami) ve mezopotamya (asur) etkisiyle harmanlayarak oluşmuş, kendine özgü ve gelişmiş bir kültürdür. geç hitit kültürünün sanatsal açıdan önce çıktığı dönem, m.ö yaklaşık 900 ile 700 arası, erken phryg kültürünün de ortaya çıktığı döneme denk gelmektedir. dolayısıyla, phryg kültüründen görece daha önce olgunluğuna ulaşmış geç hitit kültürü, birçok yönden phryg kültürünü etkilemişti. geç hitit panteonunda daha önce de adını zikrettiğimiz tanrıça kubaba, çok önemli bir tanrıçadır. tunç çağı anadolu’sunda görece ikinci derecede kalan ve kendinden çok bahsettirmeyen bu büyük tanrıça, kubaba, m.ö birinci binyılın başlarında geç hitit toplumunda önem kazanmış ve birçok kentte ona tapılmıştır. işte bu kubaba, hellence’de karşımıza kybele’nin ilk hali olarak çıkan kybebe’nin ta kendisidir. phrygialı ana tanrıça kybebe ve kybele, hellen ve roma yazınında bilinçli olarak bir tutulmuş ve bu ikisinin aynı tanrıça olduğu her fırsatta belirtilmiştir. dolayısıyla geç hititli kubaba’nın, phrygialı kubileya, hellaslı kybele ve romalı magna mater olduğu neredeyse kesindir.

kubaba kültü m.ö ikinci binyılın başlarında anadolu dininde zaten yerleşik durumdaydı. orta, doğu ve güneydoğu anadolu ile kuzey mezopotamya ve kuzey suriye’deki bazı buluntu yerlerinden çıkan o döneme ait tunç çağı metinlerinde ve silindir mühürlerinde bu tanrıçanın adı “gubaba, kupappa ve kubaba” olarak geçmektedir. yani kubaba bir bakıma eski yakındoğu’nun birçok bölgesine yayılmış, m.ö 2000 yılından itibaren bilinen bir tanrıçaydı. fakat biz bu tanrıçanın tam olarak hangi kökenden olduğunu bilemiyoruz. bu kadar geniş bit yayılım alanı göstermesi bunu zorlaştırmaktadır. geç tunç çağı kaynaklarında güneydoğu anadolu’daki yurdunda, özellikle karkamış’ta kubaba, önceleri ikinci derece bir tanrıçaydı. ancak daha sonra, birinci binyılın başlarında büyük ölçüde karkamış kentinin baş tanrıçası olmuş ve geç hitit toplumunda daha dikkat çekici bir konuma sahip olmuştur. karkamış bölgede daha büyük bir politik güç kazandıkça, “karkamış’ın kraliçesi” olarak tanınan kubaba da geç hitit kültüründe öne çıkan bir figür haline geldi ve neredeyse bütün geç hitit merkezlerine yayıldı.

üstelik bu kubaba kültü yalnızca geç hitit merkezleriyle sınırlı değildi. kilikia’daki kastabala’da bulunan m.ö. beşinci ve dördüncü yüzyıla ait olan aramice bir metinde kubaba adı görülmektedir. herodotos’a göre batı anadolu’daki sardes’te de kubaba’ya tapınılıyordu. herodotos ona sadece yerel tanrıça kybebe der. ama bu adın sardes’te bulunan ve o yöreye ait olan bir çömlek parçası üzerine lydia alfabesiyle yazılmış olan kubaba ismi, onun karkamış’ın kubaba’sı ile aynı tanrıça olduğunun göstergesidir. bu kültürün batıya yayılması, kubaba tapımının anadolu’nun çeşitli halklarında görülen ortak bir özellik olduğu ve karkamış’tan çok daha ötelere gittiği anlamına gelir. nitekim biraz sonra da bahsedeceğimiz gibi phrygia’daki ana tanrıça olgusu da kubaba kültünden etkilenmiştir.

daha önce de söylediğimiz gibi hellen ve roma’daki kybele ve magna mater kültü phrygialı matar kubileya’ya, matar kubileya ise aslen hitit kökenli kubaba’ya dayanmaktadır. ancak geç hitit tanrıçası kubaba’nın doğrudan doğruya phrygia’nın ana tanrıçası ile kesin bağlantısının olduğunu söylemek de sorunlu bir konudur. phrygialı ana tanrıça’nın görsel imgeleriyle kubaba’nınkiler arasında birçok paralellikler vardır ve phryg betimleri biraz geç bir tarihe ait olduğundan bunların bir dereceye kadar geç hitit örneklerinden etkilendikleri ortadadır. bununla birlikte, diğer bölgelerde iki ana tanrıça arasında, sergilendikleri alanlar ve tapınış biçimleri açısından önemli farklar da vardır. ayrıca, her bir tanrıçanın kendi toplumunun dinsel yaşamı içindeki rolü, yontu betimleri ve heykeller gibi alanlardaki benzerliğin aksine çok daha farklı olabilir.

iki anadolu tanrıçası arasında bağlantılar hakkında bize fikir verebilecek bir diğer önemli unsur da adlarıdır. hitit ve geç hitit tanrıçası söz konusu olduğunda, kubaba sözcüğü sadece tanrıçanın adıdır. bu ismin özel bir anlamı varsa bile bilinmemektedir. bu ad, geç hitit yazısında (hiyeroglif luvicesi) tanrı hiyeroglifiyle yazılmış, arkasından da “ku” ve “ba-ba” hece simgeleri getirilmiştir. phryg tanrıçasının ismi ise tamamen değişiktir. eski phryg dilindeki yaklaşık on adet yazıtın kanıtladığı gibi o, matar, yani “ana”dır. kubileya asıl isim olan matar’a eklenmiş bir sıfattır. bu sıfatın anlamı ise büyük olasılıkla “dağ” veya “dağa ait olan”dır. tanrıçanın hellence adı olan kybele kuşkusuz bu sıfattan türemiştir. ama hellenler tanrıçanın phrygia’daki adının kybele değil “matar, meter” olduğu üzerinde özellikle durmuşlardır. bu durumda, etimolojik açıdan kubileya isminin, geç hititli kubaba ile hiçbir ilgisi yoktur. ayrıca herodotos’un kybebe’sinin ve kastabala’daki aramice metinde geçen kubaba’nın ana tanrıça olmadığı sonradan anlaşılmıştır. hellenistik ve roma dönemlerinde bu tanrıçalar kybele veya mater ile değil, artemis ve hekate ile özdeşleştirilmiştir. isim açısından bu iki tanrıça birbiriyle benzeşmiyor olsa da, iki ayrı kültürün de anadolu kökenli olduğunu düşünerek, dinlerinde son derece önemli yer tutan ana tanrıça olgusunun, anadolu’nun neolitik ana tanrıça imgesine dayandığını, yani düşünce olarak aynı kökten geliştiklerini söylemek mümkündür.

antikçağ’da akdeniz dünyasında uzun süre varlığını sürdüren ana tanrıça imgesi phrygia’nın ana tanrıçası ile başlar. tanrıçanın adı, dış görünüşü ve kültürünün birçok özelliği phryg kültürüne ait olup, bunlar phrygia’ya özgü biçimle anadolu’nun başka bölgelerine, hellas’a ve sonunda roma’ya aktarılmışlardır. ilerleyen yüzyıllarda ana tanrıça kültü’nün bazı yönlerinde önemli değişiklikler olmasına karşın, hellas’ta, roma’da ve roma imparatorluğu’nun her yerinde karşımıza çıkan kybele ve magna mater, sonuçta phrygialı matar kubileya’dan türemiştir.

phrygia’nın her yerinden çıkartılan her türlü kanıt, yazıtlar, heykeller, sunaklar ve benzeri arkeolojik ve tarihsel belgeler phrygialı ana tanrıça’nın son derece canlı, saygın ve gerçekten panteonun başında bir tanrıça olduğunu göstermektedir. etkileyici kostümü, duruş biçimi ve mimari bir çerçeve içine oturtulması onun önemli bir kült figürü olduğunu, ikonografik olarak betimlenen tek tanrısal varlık olması da bu coğrafyadaki en önemli tanrısal varlık olduğunu kanıtlamaktadır. birkaç kez daha söylediğimiz gibi adı matar’dı. dağlardaki egemenliğini belirten kubileya dâhil olmak üzere, ona sıfatlarıyla da sesleniliyordu. tanrıça matar yontu anıtlarında ilk kez m.ö yedinci yüzyıl başlarında ortaya çıkmış olup, onunla ilgili kült simgeleri sonraki yüzyıllar boyunca kullanılmıştır. hellenistik döneme kadar phryg biçimiyle, antik çağın geç dönemlerine kadar da hellenleşmiş görünümüyle tapınım görmeye devam etmiştir.

phrygialı ana tanrıça’nın anadolu’dan hellas’a geldiğini söylemiştik. matar, hellas’a geldiğinde büyük kabul gördü ve orada güçlü bir varlık haline gelerek hellen toplumu üzerinde kalıcı bir etki bıraktı. çeşitli hellen kentlerinde önemli kült yerleri ve çok sayıda özel adak edindi ve hellen edebiyatında, özellikle de atina tiyatrosunda ünlü bir kişilik oldu. bununla birlikte hellas’ın ana tanrıçası başlangıçtan itibaren karışık bir figürdü. ünü ve saygınlığı artıkça adı, görünümü ve geçmişi hellenleştirildi, rhea ve demeter gibi daha iyi tanınan diğer kutsal tanrıçalar ile bütünleştirildi, ama yine de başlangıçtaki statüsünü de korumaya devam etti. o asyalı ana, phrygialı kybele’ydi. bir yandan kutsallığı ve popülerliği, hellen mitolojisi ve kültleriyle birçok yönden bütünleşmesi, diğer yandan hellen dünyasının huzursuz ve alışılmışın dışında özelliklere sahip olan bir sakinin konumunda oluşunun yarattığı heyecan, ana tanrıça’nın çekici bir kişilik haline gelmesine yardımcı olmuştur.

hellas’ta ana tanrıça kybele ile ilgili ilk kanıtlar, bu tanrıçanın kültünün m.ö. altıncı yüzyılın başlarından itibaren hellen toplumunda bir yere sahip olduğunu göstermektedir. tanrıça ilk olarak anadolu’nun batı kıyısında ortaya çıkar. bu durum tanrıçayı betimleyen küçük boyutlu hellen adak kabartmaları yoluyla tespit edilmiştir. kabartmalar, miletos, kyme ve smyrna dâhil olmak üzere doğu hellen kentlerinde ya da bunların yakınlarında bulunmuştur. tanrıçanın tapınımı buradan hellas’a ve daha batıdaki sicilya, italya ve güney fransa’daki hellen kolonilerine yayılmıştır. atina agorasında tanrıçaya ait bir tapınağın, metroon’un yapılmasıyla tapımı atina’da resmen tanınmış, bu da bu tanrıçanın kültünü atina yaşamında önemli bir kurum haline getirmiştir. olympia ve kolophon gibi başka hellen kentlerinde de meter’e adanan tapınaklar bulunmuştur. ana tanrıça kültü m.ö dördüncü yüzyılda neredeyse tüm hellas ve batı anadolu kentlerinde bilinmekteydi. yazıtlar, hellen edebiyatında sık sık anılışı, tahtında oturan tanrıçayı betimleyen yüzlerce küçük heykelcik ve adak kabartmaları bu durumun ve ana tanrıça kybele’nin, yani meter’in hellen kültüründeki sarsılmaz yerini ve kutsallığını kanıtlayan unsurlardır. hellen kültüründe söz konusu ana tanrıça’dan bahsedilen en eski metinleri incelediğimizde bu tanrıçayı meter ismi ile görüyoruz. bu ad, muhtemelen tanrıçanın phrygia’daki kült ünvanı olan matar’dan türemiştir. matar adı, eski phryg dilinde yazılmış olan ve günümüze ulaşan iki yazıtta büyük olasılıkla “dağa ait olan”, “dağın” anlamına gelen “kubileya” sıfatıyla nitelenmiştir. hellen edebiyatında tanrıça genellikle bu phrygce sıfattan alınan bir hellen adı olan “kybele” adıyla da anılmıştır. ona adanmış yazıtlarda tanrıçaya hep hellas’taki kült unvanıyla, meter diye seslenilmiştir. kült övgülerinde ona meter veya meter kybele diye seslenilmesi, hellenlerin iki adı da eşit saydığının göstergesidir. bir de tanrıçaya sık sık “meter theon”, “tanrıların anası” olarak da seslenilmiştir.

meter kybele’nin hellen kültüründeki dinsel niteliklerine gelecek olursak, burada ana tanrıça çoğu kez, her şeye kadir olan, tanrıların ve insanların atası olarak görülen bir ana tanrıça olarak betimlenmiştir. ona, yabanıl doğaları onun karakterine uygun olan yabani hayvanlar eşlik etmektedir. tanrıça açık havayı sevmekte ve kentlerden çoğu zaman uzak durmaktadır. kendini, kulakları tırmalayan yüksek sesler çıkaran, ona arkadaşlık eden hayvanların seslerini taklit eden müzik aletleriyle, ziller ve teflerle kuşatmıştır. en ünlü kült merkezi olan atina’dan sağlanan m.ö beşinci yüzyıl hellen kaynakları, anlaşıldığı kadarıyla yaygın şekilde kabul görmüş apayrı özellikler taşıyan bir kült tanımı yaparlar. gizem kültü yoluyla tapınmak ve deliliğe varan taşkınlıklar ya da esrime ayinleri yapmak ana tanrıçanın kültünün karakteristik özelliklerindendi ve bazı hellen yazarı da bunlara olumsuz bakıyordu. hellenler bu alışılmadık özellikleri çoğu kez tanrıçanın anadolu kökenine bağlıyorlardı. tüm bu karışıklığına ve anadolu kökenine -bir bakıma, en azından hellen kültürüne nazaran doğulu kökenlerine- rağmen meter kybele, hellen dinsel kültüründen de birçok özellik almış ve kısa bir süre içinde helleşleşmiştir. öte yandan yine de matar kubileya’yı, yani meter kybele’yi, ne hellenli ne de phrygialı olan karma bir ana tanrıça olarak tanımlamak en doğrusudur.

matar, meter kültünün birebir aynısı olan roma’daki magna mater (büyük ana) kültünün roma uygarlığındaki önemi de tartışmasızdır. kültten söz eden, roma’nın büyük ana tanrıça’sının kökenini, tarihini ve dinsel törenlerini anlatan çok sayıda yazınsal kaynak vardır. tanrıçanın görsel betimlerini ve roma’daki tapınaklarını içeren zengin arkeolojik kanıtlarda bu konuda ayrıntılı bilgiler sunmaktadır. magna mater’in roma’ya gelişi bir hayli farklı bir olgudur. günümüz anlayışıyla değerlendirmeye kalktığımızda bir kültün belli bir zaman dilimi içinde güç ve taraftar toplamakta olduğunu, daha geniş kitleleri zamanla etkileyerek, gözle görünür hale geldiğini ve yavaş yavaş büyüdüğünü kabul ederiz. ancak roma’da bu durumun tam tersine, net ve keskin bir başlangıç noktası vardır. magna mater, m.ö 204 yılında anadolu’dan roma’ya bizzat “getirilmiştir”. bu birden bire getirilen ana tanrıça birçok kesim tarafından açıkça desteklenmiş ve roma’nın neredeyse tamamı magna mater kültüne yönelmiştir. burada ilgi çeken en önemli nokta bu getirilişin nasıl olduğu ve romalılar’ın bu yeni tanrıçayı nasıl bu kadar çabuk ve kolay benimsediğidir.

bu konudaki kaynakların hayli fazla olduğunu söylemiştik. yalnız maalesef çoğu, olaydan çok daha sonraki tarihlere aittir. olayın en eski anlatımları m.ö. birinci yüzyıldan, cicero ve diodoros’tan, en kapsamlı anlatım ise augustus döneminden, özellikle de livius ile ovidius’un eserlerinden gelir. strabo, varro, plinius ve seneca da kültün gelişinden bahsetmişlerdir. bunların hepsi ana tanrıçanın roma’ya getirilişinin m.ö. 204 yılına rastladığı konusunda birleşirler. ancak nereden ve nasıl getirildiği konusunda görüş ayrılıkları vardır ve bu şimdi de sürmektedir. bu görüşlerden en çok konuşulanı ise anadolu’da bir phryg kenti olan pessinus ile ilgili olanıdır.

m.ö. üçüncü yüzyılda pessinus’un bulunduğu bölge galatlar’ın kontrolündeydi. livius’a göre bir roma heyeti, içinde bulundukları kartaca savaşları’nı başarıya ulaştıracak bir etki için pergamon kralı i. attalos’tan yardım istemiş, o da romalılar’ı pessinus’a yönlendirerek oradaki ana tanrıçanın roma’ya naklini gerçekleştirmişti. ancak o dönemde attalos’un etki alanının phrygia’nın içlerine dek uzanması mümkün değildi. bu nedenle romalılar’ın m.ö. 204’te pessinus’a varıp, oradaki yüksek rahiplerle anlaşmış olması pek mümkün gözükmüyor. pessinus’un, kültün roma’ya getirilişini anlatan kaynaklarla aynı dönemde, m.ö. birinci yüzyıl ve sonrasında ana tanrıça kültünün anadolu’daki en önemli tapınağı olduğu iddia ediliyordu. dolayısıyla cicero, diodoros, livius, strabo ve diğer yazarlar romalı magna mater’in asıl evi olarak pessinus’u göstermişlerdir. ancak romalılar’ın bu dönemde pessinus’a gitmiş olması ve oradaki tapınakla doğrudan ilişki kurmuş olması uzak ihtimaldir.

romalılar’ın pessinus’a gitmemiş olması ihtimali, magna mater kültünün doğrudan buradan getirilmiş olması ihtimalini de azaltıyor. diğer yandan, pergamon topraklarına ilginin artması ve bu toprakların roma’nın efsanevi geçmişi ile bağlantısı, pergamon kentinin ya da pergamon’un ida dağı’ndaki tapınağının romalı magna mater’in çıkış yeri olma ihtimali de yükseliyor. zira romalılar’ın magna mater kültünü phryg kökleriyle bağlantısı azalmış, birçok yönden hellenleşmiş bir kültür bölgesinden almış olması gerekmektedir. çünkü romalı magna mater phryg kökenine değil, hellen kökenine daha yakındır. kültün getiriliş sebebine ve neden bu kadar çok benimsendiğine gelecek olursak, antik yazarlar bu konuda da bir fikir birliği içindedir. kaynakların çoğu, magna mater’in getirilişini romalılar’ın kartaca ile olan savaşlarına ve hannibal’in m.ö. 218’den 203’e dek süren seferlerle italya’yı istila etmesine bağlar. cicero, livius ve appianus da dâhil olmak üzere bazı yazarlar, hannibal’in italya’da bulunuşunun yarattığı korkuyla halkın paniğe kapıldığını canlı bir biçimde anlatmış, tanrıçanın gelişinin verdiği rahatlama duygusunu açıkça belirtmişlerdir.

m.ö. birinci yüzyılda, yani tanrıçanın gelişinden söz eden en eski kaynakların zamanında bu olay, roma’nın kartaca savaşları’yla ilgili tarihsel geleneğine dâhil edilmişti. cicero’ya göre, magna mater bezgin roma’yı ferahlatmıştı. livius da, tanrıçanın savaşmak için yeni bir enerji ve amaç kazandırdığını düşünür. yani birçok yazara ve halkın da büyük kısmına göre magna mater roma’yı kurtarmıştı. roma’yı kurtaran tanrıça söylencesi belli ki çok etkili olmuş ve buna tanrıçanın gelişiyle ilgili başka açıklamalar da eklenmiştir. söylence zaman içinde birbirini kovalayan her yeni anlatımla gelişirken, m.s. üçünü yüzyıla gelindiğinde hannibal’in roma’dan sürülmesini tamamen magna mater’e dayandırma noktasına gelmişti. tanrıça’ya roma’daki ilk evi olarak zafer tapınağı’nın verilişi, yabancı bir düşmanı italya topraklarından süren tanrıça olarak magna mater’in ününü pekiştirdi.

roma’da magna mater’e tapınım son derece yaygındı. magna mater, çok uzun bir süre boyunca roma inanç sisteminin merkezinde yer aldı. ona duyulan hürmet ve saygı tartışmasızdı. bu ana tanrıçanın, hellen kültüründe olduğu gibi bir takım mistik ve alışagelmişin dışında nitelikler taşıdığını söylemek mümkündür. yani magna mater, dinin merkezinde yer almasının yanında, hellen kültüründe kazandığı doğaüstü, esrimeye ve ayinsel aydınlanmaya dayalı özelliklerini de koruyordu. romalılar’ın toplumsal yenilenme amacı güderek, dışarıdan yabancı tanrı ve tanrıçalar getirme geleneğini ve bu yabancı kutsal kişiliklerin son derece saygın bir yere oturtulduklarını zaten biliyoruz. lakin magna mater, yabancı bir tanrıça olmasına rağmen, “tanrıların ve tanrıçaların kutsal anası” olarak roma dinini merkezine yerleştirildi ve m.s. dördüncü yüzyılda hıristiyanlığın yükselişine dek bu önemini korudu, kendisine tapınım aralıksız olarak devam etti.