Aşk İlişkilerindeki Maddiyat Mevzusuna Kültürel Açıdan Bakan Bir Analiz

Kadınların veya erkeklerin, ikili ilişkilerdeki maddi mevzulara olan tavırlarına dair sakin bir inceleme.
Aşk İlişkilerindeki Maddiyat Mevzusuna Kültürel Açıdan Bakan Bir Analiz
When Harry Met Sally (1989)


bir toplumdaki toplumsal ilişkiler, o toplumun dahil olduğu ekonomik ilişkiler tarafından belirlenir

bu durumun şaştığı ya da rayından çıktığı herhangi bir tarihsel dönem olmamıştır. tarım devriminin şekillendirdiği kabaca beş bin senelik tarihe bakarsak, ekonomik modellemenin azınlık bir yönetici grubu ile devasa bir köylü sınıfı arasında kurulduğunu görürüz. devlet bürokrasisinin oluşması ve toplumsal uzmanlaşmanın meydana gelmesi ile bir takım uzmanlar sınıfı ortaya çıksa da, bunların sayısı günümüze kıyasla dikkate alınacak durumda değildir. kısaca, tarihin diyalektiği efendi ve köle arasındaki karşılıklı ilişkiler üzerine ilerler. tüm öteki kurumlar; hukuk, din vs bu ilişkinin bir sonucu, uzantısı olarak ortaya çıkar.

ısıtılıp ısıtılıp farklı kelimelerin yer değiştirmesi ile tekrar ve tekrar dile getirilen "kadınların karaktere değil paraya ve tipe bakması" gibi önermeler de, esasen tarihin belkemiğini oluşturan; idealizm ve materyalizm arasındaki kavganın bir dışavurumudur. burada meseleye, elbette, "boşa ağlamayın gidin otuzbir çekin" gibi, esasen bir düz adam refleksi ile yaklaşamıyorum. insanlar tarih boyunca özlemlerini, kaybedişlerini, acılarını yüreklerinde büyüttüler. ve onları daha sonra farklı alanlara aktardılar. oralardan ilk başta sözlü halk geleneği doğdu, onlar bir ritmle şiirlere dönüştü, şiirler görsel alanda imgeleşip resimler oluşturdu, kimileri ise onlara bir ahenk verip türküler yaktı. acıyı biriktirmek, tarih boyunca, fakir halk tabakalarının en büyük tesellisi oldu. bu şekilde yaşamı dayanılır kıldılar. bu acılar ki yeri geldi bir türküde çığırıldı, yeri geldi bir manastırda tanrı sevgisine dönüşüp (adalet arayışı) bir azizin dilinde yankılandı. sadece şunu bilin. insanlar çok büyük acılar çektiler. bu acılar, sizin tasavvur edemeyeceğiniz derece canlı ve yakıcı idi. hatta sosyal medyada idealistlerle dalga geçenlerin büyük ataları da bu acı eleğinden zorunlu olarak geçmiştir. 


ilk paragrafta belirttiğim duruma tekrar dönersek

liberal değerlerin yeşerdiği ve tarihin önceki dönemlerine kıyasla daha demokratik bir toplumun inşa edildiği aydınlanma dönemine kadar hep şunu gördük. tüm erke sahip bir efendi, ve sınıf atlama imkanı bulunmayan, kamu yaşamı ile ilgisi kısıtlı pazar hareketleri ile sınırlı devasa bir köylü toplumu. modernizmle beraber bu köylü kitlesi de yavaş yavaş şehir yaşamına çekilmeye ve uzmanlık gerektiren meslekler altında istihdam edilmeye başlanmıştır. elbette ulus devlet, burjuva ihtiyacı ve dinamiklerine göre dizayn edildiği için artık tarihin önceki dönemlerinde görülen dikotomik sınıf kavgası yerini, prekarya, işçi sınıfı, alt orta grup ve orta sınıf arasında görülen amansız bir mücadeleye bırakmıştır. burjuva sınıfı, "çalışırsanız siz de zengin olabilirsiniz" usta kıvraklığıyla kendini bu kavganın dışına atmış, ve elinde çekirdek ile tüm öteki sınıfların kavgasını izler hale gelmiştir.

işte sosyal medyadaki, kadınların paraya bakması vb deyişlere baktığımda benim gördüğüm budur. eşitsizliğin bizatihi nedenine saldırmak yerine, birbirimizle; "benim dengim olsun, maaşın yetmez, onun masrafı şu kadar, senin seviyen ne ki" şeklinde acınası bir kavgaya tutuşmuş haldeyiz. bir fabrikaya kapatılmış olan ve 45 gün sonra kesilecek tavuklar olmamıza rağmen, "sen yemi çoh yedin ürürüüü", "bana bir yem yetmez, üç yem lazım" şeklinde birbirimizle kavga ediyoruz. 


dile getirilen çözüm önerileri ise, "çalışırsan olur, sen tembelsin" şeklindeki liberal tez ile savunulmaya çalışılıyor

fakat bilmemiz gerekir ki, kapitalist bir toplumda herkesin zengin olması mümkün değildir. yani toplumun tüm fertlerinin tam kapasite çalıştığını varsayalım, birileri hep daha düşük ücret alacaktır. zira zenginlik ve lüks, ancak bir sınıfın diğerini sömürmesiyle elde edilir (en azından mevcut teknolojik ve iletişim koşullarında). japonya, çin ve güney kore'nin kalkınma yolları bu şekilde oldu. aynı şekilde çok özendiğiniz avrupa ülkeleri de bu varsıllıklarını kolonizasyon üzerine inşa ettiler. 19.yy'ın sonunda dünya topraklarının %97'si bu ülkelerin denetimindeydi.

yukarıdaki paragraftan devam edersek, maddi açıdan kısıtlı kaynaklara sahip bir birey, sosyal açıdan da kısıtlı kaynaklara ulaşacaktır.(büyük kararlılıkla dile getirdiğiniz, "ne var canım altı üstü eğitimli orta sınıf yaşamı işte gehgeh" savunusu halen toplumun büyük kesimi için ulaşılabilir değildir. *) zira ekonominin toplumsal ilişkileri belirlediğini ilk paragrafta söylemiştik. toplumsal ilişkiler ağı, kapitalist üretim zihniyeti tarafından belirlenen bir toplumda ise bu durum onun için dezavantaj yaratacaktır. daha basitleştirmemiz gerekirse, çok daha basit giyinecek, dışarıya daha az çıkacak, sosyal imkanlarını tek adımlık hedeflere yatıracak, çoğu zaman bu durumun yarattığı endişe ile stres altında olacak; kısaca beklentileri sağlayabilecek düzeyde girişken ve özgüvenli olamayacaktır. sonuç olarak, rekabet edemeyecek durumda olmak bir neden değil sonuçtur. 


yani, bourdieu sosyolojisi** ile odağı daha da açarsak

iyi konuşamamak, kur yapmayı bilmemek, niş zevkleri olmamak, iyi giyinememek, spor yapmamak; kısaca eleştirdiğiniz tüm o eksikliklere sahip olmak, ve bu eksikliklerin sonucu olarak düşük özgüven sahibi olmak bir neden değil sonuçtur. bordro mahkumu, günü iş yeri ve trafik arasında geçen, eve geldiğinde yorgunluktan kanepenin üstüne serilen, kendini donatabileceği boş vakti olmayan bir adamdan; bahsettiğiniz tüm o olumlu niteliklere sahip olmasını bekleyemezsiniz. fakat şaşırtıcı bir şey söyleyeceğim. aynı durum beğenmediğiniz kadınlar için de geçerli. altı bin lira kazanan bir mühendis kadın, üç bin lira kazanan memur erkeği kendine denk görmezken; beş bin lira kazanan araştırma görevlisi bir erkek de, iki bin lira kazanan fabrika işçisi kızı kendine denk görmüyor. yani fabrika işçisi kızın yukarıda saydığım niteliklere sahip olmaması da, yine maddi kaynaklara ulaşımının sınırlı olmasından kaynaklanıyor. bu da tuhaf bir durum değil işin açığı, üç bin sene önce bir ninova köylüsü eşek gibi çalışmak ve ürününün büyük kısmını vergi karşılığı vermek zorundayken, devlet sarayında ikamet eden bir yönetici, artı ürünü eline geçirmenin sağladığı boş zamanla, niş uğraşlar konusunda kendini donatabiliyordu.

işte marksist ve sol düşünce, "dünya düzeni böyle gelmiş napak" şeklinde sinik bir tavır almak yerine, tamamen devrimci bir tavır alıp, her birey için eşit fırsat ve hak talebinde bir toplum yapısını savunur. toplum içi sınıf kavgalarını yok ettiği gibi, devletler arası çıkar kavgalarını da bitirmek amacındadır. burada tamamıyla yapısal olan bu sorun karşısında, "garı dabi parana bakacak çulsuz keko" gibi aşağılayıcı bir dil yaratıp insanların yaşama umutlarını baltalamak yerine, işçi sınıfı, beyaz yaka, kamu personeli ve öteki sermayesiz gruplar arasında yeni bir sınıf bilinci yaratıp; dezavantajlı kitlelere güven aşılamak, bunun yanında gündelik ve uzun vadeli tüm problemlerin faturasını sermayedarların önüne bırakmak gerekmektedir. bu bilinç oluşmadıkça, komşunun tavuğunu kaz gören köylüler misali, birbirinizin başının etini yemeye devam edersiniz.


dibine kadar maddiyatın içine bulanmış ve ekonomiyi din haline getirmiş bir dünyada, insanın huzur bulması pratik olarak imkansızdır

adalet arayışını, kısıtlı bilgi seviyesiyle dışa vuran insanlara "sus lan amk fakiri" tarzında bir tepki vermekse acınası bir durumdur. binlerce yıl önce bu tavrı, köylü ile arasında uçurum olan efendiler gösteriyordu. şimdiyse iki gömlek üst segment arabaya binen, ötekini aşağılamaya başlıyor.

* bu konuyla ilgili kapsamlı bir çalışma için; oğuz ışık & melih pınarcıoğlu - nöbetleşe yoksulluk
** kültürel zevkin sınıfsallığı için; pierre bourdieu - ayrım

Erkekler Neden Kadın Bacağından Etkilenir?