Babaların, Oğlanı Sanayiye Verme Fantezisi Sonucu Ortaya Çıkan Hikayeler

Okuyan çocuğu yaz tatillerinde veya okumayan çocuğu komple sanayiye verme işi gerçekten olumlu sonuç veriyor mu? Veya tam tersi, olumsuz sonuç veriyor ve çocuk herhangi bir iş yapmaktan daha da mı uzaklaşıyor? Buna dair Sözlük yazarlarının tecrübelerini derledik.
Babaların, Oğlanı Sanayiye Verme Fantezisi Sonucu Ortaya Çıkan Hikayeler

lise 2 sonu, dönem bitmek üzere

babam "seni hangi dershaneye yazdıralım" bahsini açtı. ciddi ciddi babama üniversite okumak istemediğimi, köye gidip çiftçi olacağımı söyledim. kendisinin en nefret ettiği şey de çiftçilik ve hayvancılıktır. ağzıma sıçtı tabi. ya hayır eskişehir'in göbeğinde şımarık bir piç gibi büyümüşsün, yazları turist gibi iki ay köye gidip yalandan traktör, biçerdöver kullanıp çiftçi olacam diye gaza gelmek nedir? ailenin bir dönüm arazisi yok, köyde evi yok, bağlı tavuğu bile yok amk. nereye çiftçilik yapıyorsun? babamın öfkesi biraz dindi, sanayide arkadaşları varmış, ısıcam fabrikası çalıştırıyorlar. sen bu yaz orada çalış dedi. ben de yaz sonu arkadaşlarla tatile gitmek istiyordum zaten, paramı çıkarırım deyip kabul ettim.

bakın arkadaşlar yıl 2004, haftalık 80 tl veriyorlardı, hiç unutmam. sabah sekiz, akşam sekiz baba. kıçının üstüne sadece öğlen yemeğinde oturuyorsun. yemin ediyorum dinlenirken bile çalışıyordun. vücudumda ter damlamayan tek nokta kalmadığı anlar oluyordu, usta başı sen çıtalara geç derdi o anlarda. çıtaların içine nem alıcı s*kko bir madde dolduruyorduk. hayatı sorguluyordum o anlarda. çoğunlukla macunu çekilen çift camları tezgaha alıyordum. camları kirletirsen belanı s*kiyorlardı. camların aralarına mantar yapıştırıyordun, camlar birbirine temas ederse yine s*kiyorlardı. o amk mantarları da kayıyordu hep aşağı. zamanın göreliliğini o 12 saatlerde anlamıştım. gün bitmiyordu. güneş kıpırdamıyordu sanki. bak eve vardığımda ayaklarımın altına iki yastık koyup uzanıyordum bir saat. vücut anca kendine geliyordu.

üç ay çalıştım. üniversite okumayacağım diye sızlanan adam kayboldu ortadan. vallahi ters yönde öyle bir hızla ulaştım ki, lisans, yüksek lisans ve şimdi doktora bitmek üzere. klişe fakat işe yarayan bir fantezi bu.

sanayide dükkan işletiyoruz, cnc tezgahlarımız var

yan taraftaki dükkanda çalışan bir ablamız geldi. "14 yaşında oğlum var, yanınıza başlasın, bu çocuk okumayacak" dedi. tamam dedim gelsin başlasın. çocuk geldi başladı, okula falan da yazdırdık. haftada bir gün gidip geliyor. mesele bu değil amk, mesele çocuk çok zeki, ne desem tek seferde kapıyor ve bir dediğimi ikiletmiyor. akranlarına göre çok da akıllı, eli yüzü tertemiz, tam bebekyüzlü cocuk. ilk defa görenlere daha sütten yeni kesilmiş esprisi bile yapıyorum :) babası ailesi ile ilgilenmeyen sıradan yurdum insanı. demek istediğim, bu çocuk ne annesi ile ne de babası ile oturup bir şeyler yapmamış. çocuğu hep yalnız bırakmışlar bu da telefon tablet bilgisayar aşığı olmuş. daha yazacak çok şey var da uzatmayayım, siz anladınız işte ne demek istediğimi...

kuzenim benden bir yaş küçük, lisede okuldan atıldıktan sonra babası sanayiye bir kaynakçının yanına işe verdi

ben ise liseyi bitirdikten sonra makine mühendisliği okudum. o hem askerliği aradan çıkardı hem kafasına göre rahat rahat dolgun maaşla iş bulabiliyor. ben ise işsizim tabi :)

bir gün büyük bir firmanın mühendislik ilanına başvurmuştum. suratıma bile bakmadılar. kuzenim aynı firmaya kaynakçı olarak kabul almasına rağmen daha yüksek maaş veren yere gitti. babam beni zamanında bir motor ustasının yanına verseymiş muhtemelen şu anda milletin cv'sini inceleyip kendime çalışan alacak konumda olurdum.

bunu bizzat tecrübe etmiş biri var karşınızda! yalnız gönderen baba değilim, gönderilen torunum 

derslerim hep iyiydi, okumayı deli gibi seviyordum, öğretmenlerin favori öğrencisiydim her sınıfta, ama baba mesleği şoförlüğe, tamirciliğe de çok meraklıydım. babam da gurur duyardı, kendisi okumadığı için benim okumamı çok istiyordu. karnelerimle dayımlara, amcamlara nispet yapıyordu. her karnede de ödüllendirirdi beni. mesela 1. sınıfta bisiklet almıştı. 4. sınıfta atari, 5 sınıfa geçtiğimde de 5 milyon vermişti ki o zamanlar o paraya 2 çeyrek altın oluyordu. ama işte babam o son hediyesinden 2-3 hafta sonra aramızdan ayrıldı.

sonraki sene dedem ve amcam ortak kararla beni bir ustanın yanına verdiler. oto elektrik ustası. "zanaat öğren, bir yandan da sanat okuluna (meslek lisesi) gidersin çekirdekten yetişmiş diplomalı usta olursun." dediler. sanırım babam sağ olsaydı asla izin vermezdi buna. o, usta falan değil öğretmen, doktor, mühendis olmamı istiyordu.

neyse işe başladım. çok da hevesle başladım, 11 yaşımda 3-4 km yol yürüyordum dükkana. sabah 8:30'dan akşam 7-8'e kadar çalışıyordum. aldığım para da sabahları kahvaltı için iki dilim kürt böreği almaya yetiyordu. yoldan araba gelirdi, kaputuna dokunduğunda bile elin yanardı, hele elin yanlışlıkla motora değerse bildiğin kabarırdı orası. yağ, kir, pas... bunlar gene neyse de, sürekli azar, sürekli fırça... usta takım bırakır arabada, senden sorar. havyayı kablo önüne koyar, kablo yanar, senden sorar, kalfa falan her türlü yavşaklığı yapar. çıkmak istiyorum, dedemler izin vermiyor, zorla gönderdiler. yeminle o yaşta ihtiyarladım.

orada okumanın kıymetini öyle bir anladım ki hala okuyorum. :)

ha günümüz şartlarında okumayan hatta çok çok iyi okumayan çocuğu zorla okutup, dandik üniversitelere göndermek yerine, düzgün bir ustanın yanına verip meslek öğrenmesini sağlamak daha iyi. üniversite mezunları şu ana asgarî ücrete iş bulsa şükrediyor, böyle dandik bir ülke oldu burası. ustalığın yanında çocuk bir de yabancı dil öğrenirse gönder kanada, avustralya, yeni zelanda gibi kalifiye eleman arayan ülkelere, çocuğun hayatı kurtulur.

alternatif bir youmla bitirelim

türk erkeğinde oğlunu sanayiye gönderme fantezisi, ezik bir çocuk yaratmak gibi bir dezavantajı olan bir düşünce tarzıdır. sanayide 10-12 yaşlarındaki çocuğun ne denli ezildiğini düşündüğümüzde, gelecekte bastırılmış duygularından çok hırslı, gözü kara bir insan yaratmış oluruz. hırslı ve gözü kara oluşu kulağa ilk etapta hoş gelse de genel olarak yapısına oturduğunu düşündüğümüzde, her şeye sahip olmak isteyen, duygusal olarak doyumsuz, kibirli ve hayıra tahammül edemeyen bir insan yaratılacağını göreceğiz.

kanımca sanayiye vermektense, çocuk bisiklet istediğinde klişe bir sistem olan bir kasa limon fikrine gidilebilir. çocuğun kazandığı rakama bisiklet alıyormuş görüntüsü vererek "hak etmek" fiili çocuğa işlenebilir. böylelikle hem sorumluluk duygusu kazandırılmış hem de kıymet bilmesini sağlanmış olması kuvvetle muhtemeldir. yani berbere, tamirciye verip çocuğu ezdirmektense, bizzat ticareti öğretmek daha insancıl ve hümanist görünüyor bana.